22/07/2013 | Yazar: Çîrûsk Arat

80 cuntasını tartışırken aklımıza hep katledilen sosyalistler gelir. Oysa darbenin en görünmez mağdurları trans bireylerdir.

Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı TV ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz. (2002-R.TAYYİP ERDOĞAN)

Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var. (7 Mart 2010-S. ALİYE KAVAF-Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan)

O cem evi bir ucube olarak yapıldı orada. Hâlâ kaçaktır. Ruhsatı yoktur. (2012-R.TAYYİP ERDOĞAN)

Vatanımıza bayrağımıza yönelik her saldırıya misliyle cevap vereceğiz. Biz bunları yaparken hukuktan asla ve asla taviz vermeyeceğiz. Bu terör örgütü uzantıları ikide bir bizim ‘tek dil’ ifadesini kullandığımızdan bahsediyor. Ben 4 tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim. Neydi o dört temel çizgi? Tek millet, Tek bayrak, Tek din, Tek devlet... (Mayıs 2012-R.TAYYİP ERDOĞAN)

Benim ülkemdeki Ermeni vatandaşlarımızla bizim aramızda zaten bir sıkıntımız yok biz zaten iyiyiz. (Aralık 2009-R.TAYYİP ERDOĞAN)

Benim ülkemde 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama yüz binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu yüz binine ‘Hadi siz de memleketinize’ diyeceğim; bunu yapacağım. (Mart 2010-R.TAYYİP ERDOĞAN)
 
Yukarıdaki alıntılar son 10 yılda siyasal erkin temsilcileri tarafından sarf edilen cümlelerin yalnızca birkaçı. AKP diktasının demokrasi sıvalı söylemleri geniş halk kesimlerine baskı, zulüm ve zorbalıktan başka bir şey getirmedi. Mağduriyet politikası üzerinden iktidara gelen AKP’nin 10 yıl boyunca halklara ve emekçilere kan ve gözyaşı dışında getirdiği pek bir şey olmadı. Bu belirlemenin acımasız olduğunu düşünenlere birkaç örnek yeterli olabilir:
 
- Sivas katliamı davasında verilen zaman aşımı kararı için Erdoğan’ın “Milletimiz için hayırlı olsun” demesi,
- Roboski katliamında tutuklanan ve görevden alınan kimsenin olmaması, sorumluların korunması
- Hrant Dink cinayetinde örgüt bulunamayışı ve cinayetin işlendiği dönemin yöneticilerinin terfi etmesi
- Seçilmiş belediye başkanlarının ve BDP yöneticilerinin düzmece iddianamelerle tutuklanması,
- Reyhanlı katliamında yargılanan kimsenin olmayışı,
- Gezi direnişinde 5 kişinin öldürülmesi, 7 bin 822 kişinin yaralanması, tutuklamalar, gözaltılar
 
Cop, gaz, mermi üçgeninde LGBT Hareket
Yazının taslağını oluştururken teorik bir düzlemde LGBT hareketin tarihi ve direniş değerlendirmesi üzerinden bir şeyler yazmayı düşünmüştüm; fakat daha sonra Gezi üzerinde yaptığımız hararetli tartışmalar ve değerlendirmelerin ardından daha sade bir dille direnişin LGBT hareket üzerinden okumasının yapılmasının daha doğru olacağına karar verdim. Bu sebepledir ki süreç okumasına geçmeden AKP’nin 10 yıllık iktidarını birkaç cümle üzerinden hatırlatıp değerlendirmeye geçmenin doğru olacağını düşündüm. Toplumsal belleğin önemine atıfla LGBT hareketin coğrafyamızdaki pratiğini hatırlamakta yarar var. Zira birçok örgüt ve siyasi parti Gezi ile birlikte LGBT hareketten haberdar oldu.
“Peki LGBT hareket neden bu süreçte öne çıktı? AKP’den en çok yara alan topluluk LGBT’ler miydi? Neden daha önce muhalefetle bir araya gelemediler?” gibi sorularla karşı karşıya kalabiliriz. Şimdi biraz geriye dönüp LGBT hareketin geçmişine göz atalım.
 
80’LER VE 90’LAR
‘80 cuntasını tartışırken aklımıza hep katledilen sosyalistler gelir. Oysa darbenin en görünmez mağdurları trans bireylerdir. Darbeyle birlikte saçları kesilen, içine kedi konulan çuvallara çırılçıplak yerleştirilip işkence edilen trenlere bindirilip sürgüne yollananlar yine translardır. Ve bu süreçle birlikte en azından birkaç meslek dalında çalışabiliyorken zorunlu seks işçiliğine mahkum edilenler yine translardır. Ne yazık ki darbe mağdurları anıldığında transların varlığı hatırlanmamaktadır. Tıpkı Hitler Almanya’sında katledilen, Çingeneler ve LGBT’ler gibi....
90’larda sınıf ve ulusal özgürlük mücadelelerinin gelişmesiyle birlikte LGBT’ler de ilk adımlarını atmış ve toplumsal muhalefetin içinde yer almaya başlamıştır. İlk dernek ‘93’te kurulmuş ve ilk LGBT Onur Yürüyüşü İstanbul’da örgütlenmeye çalışılmıştır. Tabii yürüyüş şiddetle engellenmiştir. Şiddetle bastırılacağı düşünülen LGBT hareketse, her geçen gün büyümüştür.
LGBT hareketin en önemli özelliği birçok toplumsal hareketten daha ileri noktada durmasıdır. Çünkü LGBT hareket sadece öznel mücadele alanına dair politika üretmemiş savaşa karşı barış eylemlilikleri örgütlemiş, Dersim-Sivas-Maraş-Çorum gibi katliamlara karşı ses çıkarmış, işçi katliamlarından kışla cinayetlerine kadar birçok alanda söz söyleyebilmiştir.
 
Ortak mücadele ağını örebilmek
Yıllardır böylesi geniş bir çevreyle ilişkilenmeye çalışırken tahayyül ettiğimiz şey ötekilerin bir arada olduğu bir mücadele ağını örebilmekti. Onlarca arkadaşımızı her yıl nefret cinayetlerine kurban verirken katilin kim olduğunu biliyorduk. Bu coğrafyada yaşanan her acının mümessili ‘erk’ek egemen zihniyet.
Biliyoruz ki bu coğrafyada direnmeyene yaşam hakkı tanınmıyor. Ve direnmenin tek yolu ise örgütlenmekten geçiyor.  Gezi direnişi ise bu noktada önem kazanıyor.
İşçiler, öğrenciler, ezilen halklar, Aleviler, LGBT’ler, kadınlar, işsizler  kısacası sistemle, AKP diktası ile derdi olan herkes ilmek ilmek umudu ördü barikatlarda.
 
Değişim dokunmaktan geçiyor
Direnişin en çok konuşulan topluluğu ise LGBT’ler oldu. Yıllardır ikili cinsiyet sisteminin algısı ile yoğrulan yüz binlerce insan verili algının dışına çıkarak düşünmek zorunda kaldı. Değişimin dokunmaktan geçtiğine inanan insanlar olarak direnişe katılan tüm kesimlerle iletişime geçtik. Yandaş medyanın, genel ahlak algısının, cinsiyetçi eğitim sisteminin dışına çıkarak muhatabı ile birlikte tekrar düşünmek zorunda kaldı herkes. Ve görüldü ki bu toplumun bir parçayız. Okulda eğitim veren öğretmenleriz, adliyelerde hak savunan avukatlarız, hastanede doktor, fabrikada işçi, otobüste şoför, mağazada çalışanlarız. Her gün sokaklarda yüz yüze geldikleri selamlaştıkları, kelam ettikleri insanlarız. Bu sebepledir ki 3 bin kişi ile yürüdüğümüz Trans Onur Yürüyüşü 10 bine, 15 bin kişi ile yürüdüğümüz LGBT Onur yürüyüşü 60 binlere yükselmiştir.
Biraz da şakayla Tayyip ve şürekasına teşekkür ederek yazıyı sonlandırmak en iyisi. Sayelerinde 20 yılda dokunacağımız insan sayısına bir ayda dokunduk. Dert dinledik, dert anlattık. Omuz omuza barikatlarda dövüştük. Yaralarımızı sarıp, aynı sofrada aynı ekmeği bölüştük. Umudu büyütüp, karamsarlığı yok ettik. Ethemler, Abdullahlar, Medeniler olup sokaklara aktık. Aynı göğün altında aynı düşleri kurduk.
Ve asıl direniş şimdi başlıyor. Bizden çalınanı geri almak için kentler, sokaklar, köyler, mahalleler bizi bekler. Hatırlatmakta fayda var. “Eşcinsellerin özgürlüğü heteroseksüelleri de özgürleştirecektir.”(evrensel)

Etiketler:
nefret