10/03/2014 | Yazar: Emre Dursun

"Uyan Berkin! Senin gidişinden değil, yeniden doğuşundan feyz alsın isyanımız!"

Bir kitap aldım Berkin’e. Yükte ve pahada hafif, manada ağır. Cemal Süreya, içinde toplanan yazılarının ana meselesi olan “çocuklar için yazmak” konusunda şöyle demiş: “Yazarsın. Yalnız şunu unutma: Çocuklar her şeyi anlar. Her şeyden söz edebilirsin onlara. Enflasyondan bile. -Bilgiçlik taslayan şeyler yazma. Daha içten ol. Serüvenlerden, düşlerden söz et. Sözgelimi, lacivert ipek helikopter uçsun yazılarında. Bilgi de ver. -Senin işin onlarda okuma tadı yaratmaya çalışmak.”
 
Berkin’in yaşına tam karşılık gelmeyecek yazılar, “Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi” kitabında yer alanlar. Daha küçük çocuklar için belki de. Ama Süreya, tam da o müthiş duyarlığıyla söylediği gibi, öyle sözler bırakmış ki bu yazıların içinde, benim bu yaşta uzun uzun düşündüklerim de oldu üzerinde.
 
Kitabı, Okmeydanı SSK’ya gidene kadar okudum. Kardeşçe bir paylaşım olsun istedim. Öyle ya, “hayat kısa”, Berkin uyandığında belki biz olmayacağız buralarda. Aynı sayfa üzerinde gezinmiş olsun ellerimiz, dedim. Gözümüz aynı yere değsin.
 
Saatlerdir durmayan bir yağmur, İstanbul’da. Taksim-Mecidiyeköy arasında lanet bir trafik. Sonradan yol açıldı, otobüsün içinde durakları gösteren ekran bozuldu, akşam çöktü, durağı kaçırdım. Kitabı çantama koydum, indim otobüsten ve hastaneye yürümeye başladım. İlk kapısından girdim etrafa bakmayı bile akıl edemeden. Az ötede Berkin için gelen insanların bekleştiği yer varmış, ben önce Acil kapısına indim, sonra poliklinikler arasında dolanmaya başladım. B Polikliniği’nin bulunduğu dar bir koridordan geçtim, soldan aşağıya bir yokuş iniyor, kimseler yok ama gördüğüm tabelada okuduklarım diyor ki: “Bu hastanede ne var ne yok, aha bu yokuşun sonunda, sen bilirsin!”
 
Yürüdüm aşağı. Daha yüz metre indim inmedim, yüzüm aydınlanıverdi. Yine bir sola dönüşte, sokağın girişinde çat dedi çatladı bir şey, baktım bir barikat. Teneke içinde bir ateş, duvarda kızıl bir pankart, üzerinde “Diren Berkin” yazısı, ateşin başında üç genç adam.
Renk vermedik, ama her birimiz endişelendik. Onların dışında kimsenin olmadığı bir yerde tuhaf bir yabancı. Hastane bahçesinde şuursuzca dolanıyor. Ben. Küçük bir tereddütten sonra, onları da tedirgin etmemek için sordum: “Berkin için bekliyorsunuz herhalde, nasıl gideceğim yanına?” İçlerinden biri atıldı, ben de bir kitap getirdiğimi, Berkin için ulaştırmak istediğimi söyledim. Rahatsız olmasınlar diye de, “İlla girmeme gerek yok, siz de iletebilirsiniz” dedim. “Yok,” dedi bir arkadaş, “gel gidelim beraber, kendin ver, daha iyi.”
 
Barikattaki diğer arkadaşlara “güneşli direnişler” dileyip ayrıldık, Ahmet’le yoğun bakım kısmına girdik. Yolda her karşılaştığımız insan, aynı hassasiyetle karşıladı; artık orada Berkin için bekleyen herkesle dost olmuş bir güvenlik görevlisi de bizi görünce kapının önünden çekilip buyur etti. Ben adımladıkça korktum. Berkin’in aylardır uyuduğu odaya yaklaşıyoruz, sırılsıklam. İçime bile işlemiş gibi yağmur, acayip bir ıslaklık. Korkunç bir titreme.
 
İndik merdivenlerden. Odanın bulunduğu katın basamakları dibinde otuz kadar insan oturuyor, aralarında Berkin’in annesi. Ahmet eğildi, konuyu söyledi, ben de diz çöktüm yanlarında, direkt gözümün içine baktı; durgunken birden aydınlandı, tebessümle selamladı beni Gülsüm Elvan.
 
Kitabı verirken, nereden başlayacağımı da bilemeden, “Ben bunu paketledim ama bir tereddüt duyarsanız açabilirsiniz” dedim. “Bir uyansın,” dedim, “daha çok hediye paketleriz onun için.” Önce kitabın bulunduğu paketi tuttu elleri, sonra paketin üzerinde benim ellerimi. “İyi ol anneciğim,” dedim, “güçlü ol, kardeşimiz uyanacak inşallah.” Gülsüm Ana benden daha metin, o lanet olasıca kanıksama halinden belki de, ben nerede olduğumdan, olup olmadığımdan bile şüphedeyim, kafamı çevirip de yoğun bakım kısmına açılan kapıya, Ahmet’le, Berkin’in o güzel, güçlü anası dışında kimsenin gözlerine bakamadım.
 
Berkin açsın hediyesini,” dedi Gülsüm Elvan, “hiç olur mu öyle şey.” Geleneksel bir hisle değil, hatta herhangi bir hisle ya da düşünceyle değil, çünkü ben o an ne hissettiğimden, düşündüğümden emin olamayacak kadar havadayım, elini öpmek istedim. “El öpmek yok,” dedi, sarıldı, yanaklarımdan öptü, gülümsedi.
 
Daha fazla rahatsız etmeyeyim şimdi,” dedim, “sonra geleceğim yine.” Ne güzel olur, Berkin’in uyandığını haber alıp da yağsak Okmeydanı’na.
 
Vedalaştık, Ahmet’le birlikte tekrar çıktık bahçeye. Yağmurun altına. Onunla da sarıldık, barikattaki arkadaşlara selam gönderdim, ayrıldık. Meydana doğru yürüdüm, şöyle bir pankart çıktı karşıma: “Gülsüm Ana, başını dik tut. Berkin’in hesabını soracağız! 8 Mart emekçi kadınlar günün kutlu olsun!”
 
Yine Berkin için gelmiş birkaç kişi ile otobüse binip Taksim’e geldik. 8 Mart için “Feminist Gece Yürüyüşü”nde dev bir gövde oluşturmuş kadınlar polis barikatının önüne dayandılar, polislere “Berkin’in katilleri” diye bağırdılar. Ne diyordu Cemal Süreya, o güzelim “Üvercinka”da: “Burada, senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası / Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok.”
 
Berkin yaşıyor, dedim, daha da yaşayacak ama katil olmak için öldürmek değil, öldürmeyi istemek yetiyor. Polisin, devletin katilliği hatta Arat Dink’in deyimiyle “seri katilliğinin” teslim edilmesi için, öldürme eyleminin gerçekleşmesi gerekmiyor. Bunu bugünkü açıklamayla da görmüş olmamız gerek.
 
Bugün (9 Mart) Elvan ailesinin avukatları, Berkin’in sağlık durumuyla ilgili güncel bir açıklama yayınladılar. Aklım şurada kilitlenip kaldı: “Vurulduğunda 45 kilo olan Berkin şu anda 16 kilodur.” 16 kilo!
 
Kalleşçe vurdular. Amansız bir uykuya mahkûm ettiler; bizi, direneceğine, soluk alıp vereceğine, uyanıp dünyayı aydınlatacağına, içimizi güzelleştireceğine, bizi daha da yek vücut kılacağına inanmanın aksi tüm ihtimallere kör edesice bir bekleyişe sürüklediler. Öldürmek istediler, ölmedi, uyuduğu yerde dirhem dirhem erittiler yavrumu.
 
Cinayettir bu! Bunu yapanlar dünyanın her yerinde katildir. Bu devletin elinde, muhalifini itham ederken pek iştahlı kullandığı, o meşum “bebek kanı” vardır. Aksini söyleyen de aynı ölçüde namerttir.
 
Uyan Berkin! Senin gidişinden değil, yeniden doğuşundan feyz alsın isyanımız!
 
Bu kitabı bana öneren Gizem Yılmazer‘e özellikle teşekkürler… 

Etiketler:
İstihdam