02/01/2017 | Yazar: İrfan Aktan

Şu anda Türkiye’de demokrat laikler kadar sahipsiz, örgütsüz, savunmasız başka hiçbir kesim yok.

28 Aralık akşamı, İstanbul’da yüzü aşkın gazeteci, cezaevlerindeki meslektaşlarımıza yılbaşı selamı vermek üzere toplandık. Çektirdiğimiz toplu fotoğrafın 31 Aralık günü bazı gazetelere basılmasıyla selamımız hapishanelere iletildi. Toplu fotoğraftaki gazeteciler arasında ideolojik ihtilafları olanlar, geçmişte bu yüzden birbirine kırılmış ve hatta kırgınlığı sürdürenler de bulunuyordu. O fotoğrafta gazeteci arkadaşımız Ahmet Şık da vardı ve o da hapishanelerdeki gazetecilere selamını toplu fotoğrafta yer alarak verdi. Ahmet’in önceki tutuklanışına çalıştıkları veya yönettikleri gazetelerde tepki göstermeyen veya iktidar lehine tutum alan bazı gazeteciler de oradaydı. Ama tüm bunlara rağmen gazetecilerin tutuklanmasına itiraz, bizi aynı karede topladı.

Ahmet, 28 Aralık’ta çektirdiği fotoğrafı 31 Aralık’ta cezaevinde gördü. Ve hapiste olsa bile o dayanışma karesinin onun direncini artıracağına kuşku yok. Bunca baskı altında tutulan, meslekleri fiilen yasaklanan, hapis ve ölüm tehditleriyle baş başa bırakılan gazetecilerin o fotoğraf karesinin, baskı altında çil yavrusu gibi dağılmış olan herkese bir mesajı vardı.

Reina katliamından önce

Ahmet Şık’ın tutuklanışını devletin biz gazetecilere yönelik yeni yıl mesajı olarak algıladık. Ancak benzer bir biçimde yeni yıla girmeye hazırlanan milyonlarca insan cihatçı güçlerin baskı, tehdit ve şantajlarına maruz kalmaya devam ediyordu.

2017’ye saatler kala İstanbul cadde ve sokaklarında gözle görülür bir tenhalık vardı. Reina saldırısı öncesindeki sistematik baskı büyük ölçüde hedefine ulaşmış ve insanlar evlerine çekilmişti. Hatırladığım kadarıyla şimdiye kadar hiçbir yeni yıla böylesi sistematik bir psikolojik baskı altında girilmemiş, laik kesimlere bu kadar topyekün gözdağı verilememişti.

Yeni yılı dışarıda, bilhassa içkili mekânlarda kutlayacak olanlara günler öncesinden ölüm tehditleri yapıldı. İslâmcı gazete ve internet siteleri, sosyal medya hesapları psikolojik baskıyı o kadar artırdılar ki, Noel Baba kılığına sokulanların başına silah dayandı, sünnet-bıçaklama gösterileri yapıldı, fetvalar verildi. Bu tehditler sembolik değil, doğrudan seküler toplumsal kesimlere yönelik gözdağıydı.

2016’nın son günlerinde, Noel üzerinden yürütülen kara propaganda aslında 2017’de yaşanacak olan yeni çatışma zemininin ilk aşamasıydı. Reina saldırısı örgütsüz, tepkisiz Türkiyeli laiklere yönelik ilk savaş ilanı olarak tarihe not edilebilir. Zira bu katliamla sadece cihatçı zihniyete tepki gösteren veya demokrasi-özgürlük talep eden kesimlere değil, sessiz laiklere de yaşam hakkı tanımayacağı ilan edildi. Zaten bu laik kesimin yapıp-ettikleri değil (ki cihadist basınca karşı önleyici bir itiraz yok) bizatihi varlıkları cihadistlerin nazarında düşmanlık olarak algılanıyor.

Reina katliamının anlattığı

Geçen hafta “Türkiye zor günlerden geçmiyor, zor günlere giriyor. Şu ana kadar gördüklerimiz gelecekteki büyük felaketin idmanından ibaret” demiştik. Önümüzdeki zor günlerin yaratıcıları 2017’ye mührünü basmak isteyen cihatçı anlayışın yücelticileri olacak.

Reina katliamı 2016’daki karanlığı daimileştirmenin son girişimi olarak da değerlendirilebilir. Nitekim, bu katliamla birlikte Türkiye’nin 2017’ye geçişi takvim yaprağından ibaret kaldı. Hal ve gidiş itibariyle 2016’da asılı kaldı.

Cihadistlerin hedefinde  zannedildiği gibi sadece muhalif Kürtler, Aleviler, solcular ve diğer muhalif kesimler değil, laiklik anlayışının bizatihi kendisi de var. Zira söz konusu mekâna yönelik saldırının hedefinde siyasi değil sosyal bir grup vardı. O grup da, saldırganların nazarında “içimizdeki Batı”yı temsil ediyor. 2017’de “içimizdeki cihadist anlayış”, “içimizdeki Batı”yı söküp atmaya odaklanacağa benziyor.

Reina katliamı cihatçıların şimdiye kadar Türkiye’de gerçekleştirdiği saldırılara değil, esas olarak Avrupa’da, örneğin Paris’teki Bataclan konser salonundaki saldırıya benzetilebilir. Yani cihatçılar Türkiyeli “Batılıları” hedefine koymuş durumda. O “Batılılar” da kabaca Avrupai yaşam tarzını benimsemiş laik-orta sınıf Türkler olarak tarif edilebilir.

Laiklerin sahipsizliği

Türkiye’deki cihadistlerin yaşadığı özgüven patlaması, 2016’nın hesabını soran, yeni bir gelecek projeksiyonu kuran ve bunun için mücadele eden demokrat siyasetçileri, gazetecileri hapse tıkayan zihniyetten de besleniyor. Ama sadece bu değil: Şu anda Türkiye’de demokrat laikler kadar sahipsiz, örgütsüz, savunmasız başka hiçbir kesim yok. Bu kesime yönelik saldırıların önüne barikat kuracak siyasi bir iradenin esamesi okunmuyor. Militarist, Kemalist, milliyetçi veya ulusalcı laikler ise şimdilik sisteme eklemlenerek varlıklarını sürdürebileceklerini zannetseler de, bir sonraki halkada onlar da var.

Şu sıralar Türkçü-İslamcı hegemonya CHP’yi kendi tabanının talep ve beklentilerini bile sahiplenmeyecek kadar teslim almış durumda. Günlerdir yılbaşını kutlayacak olanlara yönelik tehditlere karşı CHP’nin parti olarak gerçekleştirdiği hiçbir etkinlik olmadı. Bu açıdan CHP’nin laik-demokrat tabanının epeydir partisiz, örgütsüz ve dolayısıyla sahipsiz olduğu söylenebilir.

20 Kasım’da İstanbul-Kartal’da Haziran hareketi tarafından tertiplenen “Teslim Olmayacağız” mitingini yarı yolda terk eden CHP, teslimiyetinin ilanını tekrar yapmıştı aslında. En azından o tarihten itibaren CHP’nin itiraz eden tabanının kendisine sahip çıkacak bir partisi yok.

Fakat CHP’nin cihatçı söylem etrafında örülen agresif siyasete karşı doğru dürüst hiçbir argüman geliştirmemesi Kılıçdaroğlu’nun “kabiliyetsizliğinden” değil, partinin sözümona “tercihinden” kaynaklanıyor. Peki bu teslimiyet hangi tercihin eseri?

CHP’nin laikliği terki

CHP, İslamcı söylemin baskı ve taktikleri altında hareket kabiliyetini yitirirken Türkçü söylemin ise “cazibesine” kapıldı ve bu uğurda bırakın demokratlığı, kendisini var eden laiklik savunusunu bile bir kenara bıraktı. Kılıçdaroğlu, 10 Ekim katliamının yıldönümünde, kendi partisinin üyelerinin de öldürüldüğü Ankara Garı’na gitmek yerine “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları” sempozyumuna katılmayı seçti. 

TSK’nın Suriye topraklarına girişinde, tezkereyi destekleyen CHP’nin tartışılmaz bir payı olduğunu hatırlanmasa bile, Kılıçdaroğlu’nun 10 gün önce (23 Aralık) Fırat Kalkanı Harekatı’na ilişkin şu sözleri kendi tabanına verdiği bir mesajdı: “Keşke hiç şehidimiz olmasa, ama eğer Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa, belli acılara katlanmak gerekiyor.”

2016’da gerçekleşen katliamlar, darbe girişimi ve kitlesel tutuklamalarla sarsılmış, örgütlenme özgürlüğü tamamen ortadan kaldırılmış, ifade, gösteri ve yürüyüş hakkı yasaklanmış olan demokrat-laik kesimler, 2017’nin sihirli bir tılsımla 2016’yı unutturmasını ummamalı. 2016’yı “unutturacak” olan 2017’deki demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. 28 Aralık akşamı gazetecilerin gösterdiği dayanışmanın baskı altındaki tüm kesimlerde uyanması 2017’ye şeklini verecek. Aksi halde 2017, 2016’nın devamından ibaret kalacak ve elbette çok daha derinleşmiş bir baskı, yalnızlık ve yılgınlık yılı olacak. (Duvar)


Etiketler:
nefret