08/10/2011 | Yazar: Tunca Özlen

Yeni rejime yedeklenme süreci tamamlanmamış güçlü bir düzen içi odağın var olmadığı koşullarda sosyalist hareket, mesafeyi eşit tutmaya değil, İkinci Cumhuriyet’e karşı bütünlüklü bir alternatif yaratmaya odaklanmalıdır. Bu alternatif, var olması sosyalist bir karakter taşımasına bağlı olan Üçüncü Cumhuriyet’tir.

Sosyalist hareket, AKP’nin önce çıraklık sonrasında kalfalık dönemlerine denk düşen devletin çözülme ve yeniden yapılanma aşamalarını farklı stratejilerle karşıladı. Süreçten beklentileri olan, aşağıdan uygulanacak basınç sayesinde gelişmelerin iktidarın arzuladığı sınırın ötesine geçebileceğini öne süren kesimler, kendilerini “sonuna kadar gidilsin” “yetmez ama evet” taleplerinde ifadesini bulan siyasi koordinatlara yerleştirdiler. Böylece AKP’nin uyguladığı program suiistimal edilebilecek, başlatıp işine gelmediği için yarım bıraktığı işler toplumsal muhalefet güçleri tarafından sonuçlandırılacaktı. Stratejinin mantıki sınırlarını zorlayanlar ise, bu sayede Türkiye’de bir türlü tamamlanamayan demokratik devrimin nihayete ereceğini ve sınıflar mücadelesinin önünün açılacağını müjdelediler. Bu strateji, sosyalistlerin Devrimci Karargâh, Kürt ulusal hareketinin ise KCK davaları üzerinden terörize edilmesiyle büyük itibar kaybına uğradı.
 
Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesinin, sınıflar mücadelesinin önüne açmak şöyle dursun, sosyalizme zemin oluşturan tarihsel birikimi aşındıracağını öngören sosyalist kesimler ise “kazanımlarını savunarak Cumhuriyet’e sosyalist bir karakter kazandırmak” stratejini benimsediler. AKP’nin attığı adımların ufkunu değil meşruiyetini sorgulayan bu kesim, sosyalizm hedefini ertelemesi yönünde yapılan telkinlere kulak asmadı ancak stratejisinin toplumsal etkisi de oldukça sınırlı kaldı.
 
Sözü edilen iki strateji arasında salınan, çoğunlukla ortalamacı bir tutum takınan, yakın tarihimizin en yakıcı günlerini “yesinler birbirlerini” gibi soyut söylemlerle geçiştiren çevrelerin, bu dönemde ne örgütsel ne de ideolojik bir ağırlığı hissedilmedi. Kendi adıma bu kesimin “sonuna kadar gidilsin” stratejisine eklenmemiş olmasını bile sosyalist hareket açısından bir kazanım olarak görüyorum.
 
AKP’nin %49,9 oranında oy alarak mutlak zaferini ilan ettiği 12 Haziran seçimleri sonrası solun farklı kesimleri dönemin ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni stratejiler geliştirmek için kongreler, toplantılar vs. düzenledi; bunun sonucu olarak da ortaya bir takım metinler konuldu. Görünen o ki, ortalamacılığı ile bilinen kesimler dışında, solda iki ana eğilim varlığını bundan sonra da hissettirmeye devam edecek: 3. Cepheciler ve 3. Cumhuriyetçiler.
 
Bu iki eğilimin birbirlerinden ne farkı var?
 
3. Cepheciler, Birinci Cumhuriyetçi ve İkinci Cumhuriyetçi güçlere “eşit mesafede” durmayı tercih ediyorlar.
 
3. Cumhuriyetçiler ise Birinci Cumhuriyet’in tasfiye olduğunu, toplumsal tabanının yenilmişlik psikolojisi içinde sindiğini saptıyor ve hedef tahtasına tasfiye olanı değil onun yerini alanı, yani İkinci Cumhuriyet’i ve temsil ettiği değerleri yerleştiriyorlar.
 
“Üçüncü” vurgusuna yüklenen anlamlar da bu bağlamda farklılık gösteriyor. 3. Cepheciler için bu vurgu aynı güçte oldukları kabul edilen iki ana akımdan birini seçmemeye, merkezinde Kürt ulusal hareketinin durduğu ve farklı kesimleri içine alan bir muhalefet merkezinin inşa edilmesine denk düşerken, 3. Cumhuriyetçiler için iktidarın fethine ve sosyalizmin kronolojik bağlamdaki zorunluluğuna dikkat çekmek anlamını taşıyor. Cephe ve Cumhuriyet kavramları etrafında şekillenen stratejiler, önlerine konan “üçüncü” kelimesine yüklenen farklı anlamlar sayesinde belirginleşiyor ve ayrışıyor.
 
61. hükümet mi 2. Cumhuriyet mi?
 
Devlet aygıtı içindeki kemalist/ulusalcı odakların AKP’yi belirli alanlarda, örneğin Kürt meselesinde daha cesur adımlar atmaktan alıkoyacak tacizlerde bulunduğu önermesi, 3. Cepheciliğin “eşit mesafeci” [1] görüntüsünün en önemli dayanaklarından birini teşkil ediyor. Mesafenin burjuva kanatlardan birisi lehine kısalması için Kürt meselesinde reform rüzgârları esmesinin yeterli olduğu tecrübeyle sabit iken, ortaya çıkan inandırıcılık sorunu AKP’nin ulusalcılara “özenmekle” suçlanmasıyla aşılmaya çalışılıyor. Yani İkinci Cumhuriyetçilik ancak Birinci Cumhuriyetçiliğin eleştirisi bağlamında sorgulanmakta, yeninin eskiyi “çağrıştırdığı” zamanlarda muhalefet de sertleşmektedir.
 
Yoksa AKP’nin “taze Ergenekoncu” olmakla suçlanması, bu partinin “çok bozulduğunu” mu göstermektedir? Oysa Birinci Cumhuriyet’in tasfiye edilmesinin onun gerici yönlerini de tarihe gömeceğini kim öne sürmüştü ki? Ekim Devrimi’yle açılan sayfanın kapanmasının ülkemize yansıması Kürt düşmanlığının son bulması olabilir miydi?
 
Birinci Cumhuriyet’in sınıfsal karakterinin dolaysız sonucu olan gerici yönlerinin İkinci Cumhuriyet’e devri, 3. Cephecilik için kemalistlerin havlu atmadığının kanıtıdır. Bu tezin tedavüle sokulması ise, tam da eşit mesafeciliğin görüntüde kaldığının kanıtıdır. AKP’nin Kürt hareketini açıktan tasfiyeye yönelmesi karşısında yaşanan hayal kırıklığı, mesafenin eşit tutulmadığı dönemde yaratılan beklentilerin boşa çıkmasından kaynaklanmıştır. Birinci Cumhuriyet’in yıkıntıları arasından “sağlam çıkan” az sayıdaki kolondan birinin Kürt düşmanlığı olması, mühendislik hatası değil, temelin yani Türkiye kapitalizminin yapısal özelliğidir.
 
Bu partiye burjuva devrimciliği yakıştıranları bir kenara koyarsak, AKP’nin burjuva reformizmini temsil ettiğine inanan kesimlerin öbür taraftan onu sıradan bir hükümet olarak ele almaları, yukarıda resmedilen çarpık tabloyu tamamlıyor. 3. Cephecilik açısından AKP, 2. Cumhuriyeti inşa eden bir “kurucu iktidar” değil, 61. hükümettir. Oysa AKP’nin özellikle emek başlığı altında toplanan icraatları Birinci Cumhuriyet’in değil kapitalizmin kesintiye uğramadığının göstergesidir. Yoksa rejim değiştirmek sıradan bir hükümet icraatı değildir!
 
Gül’ün Köşk’e çıkması, HSYK’nın yeniden yapılandırılması ve son KHK furyası ile bütün erkleri bünyesinde birleştiren, kendisini devlet olarak örgütleme yolunda hayli mesafe kat eden AKP sıradan bir burjuva hükümeti değil, kurucu iktidardır. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla devlet aygıtından büyük ölçüde tasfiye edilen kemalist/ulusalcı hizipler ise bırakın AKP’ye karşı ağırlık oluşturabilecek güçte olmayı, bir akıl birliği ve yol haritasından bile yoksun durumdalar. Gericilik başlığında İkinci Cumhuriyet’in Birincisinden devraldığı “miras”, kemalistlerin devlet aygıtında hâlâ bazı köşe başlarını tuttukları anlamına gelmez. Birinci Cumhuriyet defteri kapanmıştır.
 
Yeni rejime yedeklenme süreci tamamlanmamış güçlü bir düzen içi odağın var olmadığı koşullarda sosyalist hareket, mesafeyi eşit tutmaya değil, İkinci Cumhuriyet’e karşı bütünlüklü bir alternatif yaratmaya odaklanmalıdır. Bu alternatif, var olması sosyalist bir karakter taşımasına bağlı olan Üçüncü Cumhuriyet’tir.
 
[1] Metin Çulhaoğlu’nun soL Portal’da yayınlanmış olan “Bir kez daha eşit mesafe” başlıklı yazısı güncel tartışmalar göz önünde bulundurularak tekrar okunabilir.

Etiketler:
2024