15/07/2011 | Yazar: Zeynep Akkuş

Tam üç yıl oldu sevdiğinden, sevenlerinden koparılıp alınalı. Tahmin edersin ki yokluğunla geçen bu üç yıl içinde hiçbir şey eskisi gibi kalmadı.

Tam üç yıl oldu sevdiğinden, sevenlerinden koparılıp alınalı. Tahmin edersin ki yokluğunla geçen bu üç yıl içinde hiçbir şey eskisi gibi kalmadı. Hepimizin hayatında değişen, artan ya da azalan şeyler oldu.
 
Her şeyden önce sevenlerinin sana olan hasreti ve yüreklerinin orta yerinde hissettikleri yangın, küllenmek şöyle dursun, büyüdü de büyüdü. Her şeyin ilacı olan zaman buna deva olamadı Ahmet. Kolay değil gencecik bir insanın saçma sapan töreler ve inanışlar yüzünden katledilmesini unutmak, üstüne üstlük katillerinin yakalanması ve cezalandırılması için gerekli çabanın harcanmadığına tanık olmak. Dava açıldığından beri indi-bindi misali girilip çıkılan duruşmalarda bir arpa boyu yol kat edilememesine duyulan isyan arttı (Ama İbrahim’i görmeni çok isterdim. Katilinin hak ettiği cezayı alması için harcadığı çabayı görseydin eminim sevgin, hayranlığın daha da artardı, “İyi ki sevmişim bu adamı” derdin).
 
Kişiselleştirecek olursam, seni tanıma fırsatı bulamadığım için duyduğum üzüntü arttı. Kim bilir nerede, ne zaman, nasıl kesişirdi yollarımız ama tanışmayı çok isterdim inan. Sayende arkadaş olduğum kişilerden seninle ilgili o kadar güzel şeyler duyuyorum ki... (Bu yıl Onur Yürüyüşü’nde İbrahim ve arkadaşların posterlerinle, afişlerinle, gökkuşağı bayraklarıyla yürüdüler “Ahmet Yıldız burada, katilleri nerede” diye haykırarak.)
 
Gidişinle artan tek iyi şey, insanların nefret cinayetlerine olan duyarlılığı oldu. Aramızdan ayrılışın ve açılan dava bir simge, bir dönüm noktası haline geldi. Ama bu çok ağır bir bedel be Ahmet!.. “Keşke…” diye söze başlamak da para etmiyor. Anlamı yok artık “keşke”lerin… Öte yandan inançlarımız azaldı, sarsıldı. Haydi bu kez genelleme yapmadan kendi adıma konuşayım; aile kavramına duyduğum saygı azaldı. Bir babaya öz oğlunu öldürtebilen sözde “kutsal” değerlere duyduğum inanç azaldı, hatta ne yalan söyleyeyim, sıfırlandı. Geciktirildikçe geciktirilen adalete, İbrahim’in bu olaydan zarar görmediğine hükmedip davaya müdahil olma hakkını elinden alan sisteme olan güvenim azaldı. (Oysa onun o “Babacığım, ne olur ölme” diyen sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor.)
 
Nefret cinayetlerinin hız kesmeden devam ettiği; görevleri güvenliğimizi sağlamak olan, maaşlarını bunun için, bizim ödediğimiz vergilerle alan güvenlik güçlerinin güvenliğimiz için başlıca tehdit ve tehlike unsuru haline geldiği; yeni düzenlenen Anayasa’ya cinsel yönelimle ilgili ayrımcılığı ortadan kaldıracak maddelerin eklenmemesi için ayak diretildiği bu ülkenin yarınlarının aydınlık olacağına umudum azaldı.
 
Beni iyi tanıyan kişilerin bile anlamakta zorlandığı, tanımayanlarınsa eminim hepten garipsediği ölçüde, âdeta saplantı derecesinde sorguluyorum bu olayı. Senin de hep sorduğun gibi şimdi ben soruyorum “neden” diye. Açabileceğim her ortamda bu konuyu açıyor, sözü ne yapıp edip bu olaya getiriyor, sürekli bir şeyler paylaşıyor, bir şeyler yazıyorum. Sana yaşatılanlar ve reva görülen son unutulmamalı, unutturulmamalı, hasıraltı edilmemeli. Katledilmen üzerine olay yerine gelen polislere “Ahmet eşcinsel olduğu için öldürüldü” diyerek İbrahim önledi hasıraltı edilmesini; biz de ona bu çabasında karınca kararınca yardımcı olmalıyız. Eşcinselleri lanetleyenlerin, besledikleri nefreti nerelere kadar götürebildikleri, bu nefretin onlara neler yaptırabildiği bilinmeli, duyulmalı, duyurulmalı. (Ama sonuç da alıyorum biliyor musun? Önceki yıldan, çok sevdiğim bir öğrencim kendine bir blog açtı ve oraya yazdığı ilk yazısında senden ve benden bahsediyordu. Bir hoca olarak duyduğum mutluluğu kelimelerle anlatabilmem imkânsız. Çok sevdiğim bir arkadaşım -o da senin gibi eşcinsel- “Kim olduğumuzu bir kişiye anlatabilsek o da başkalarına anlatır, böyle böyle insanlar bizi anlamaya başlar” demişti. İlk bakışta iğneyle kuyu kazmak gibi görünüyor ama sonuç aldıkça da mutlu oluyorsun işte.)
 
Ama ne yaparsam yapayım bu olayı kafamda bir yere oturtabilmiş değilim. Bir babanın, töre, gelenek, görenek, ahlak, namus, din… hangi “kutsal” değer adına olursa olsun evladının canını almasını, mantığımda ve vicdanımda hiçbir yere oturtamıyorum.
 
15 Eylül’de duruşman var yine. Dostlarınla birlikte adliye binasının önünde, mümkün olursa duruşma salonunda olacağız. Katilin dahil, ailenden kimsecikler olmayacak yine büyük ihtimalle. Ama bizler bu davanın takipçisi olduk, olmaya da devam edeceğiz. Sağlığında seni koruyamamış olan devletin, hiç olmazsa yokluğunda katiline hak ettiği cezayı verdiğini görmek istiyoruz.
 
Sana ve sevenlerine müjdeler verebilmek ümidiyle…
 

Etiketler:
İstihdam