03/05/2018 | Yazar: Umut Güner

Selim’in çocukluktan beri maruz kaldığı bitmeyen erkeklik sınavları ile, sınıfı geçememe hali ile fazlaca empati yapabilmek mümkün.

Geçenlerde Çukur’u geriden izlediğimi yazmıştım. Selim’e yüklenen imalı anlamlar, yaratılan kuşkular ve ortadaki muammalar ile yazıyı yarıda bırakmıştım. Haftasonu yemedim, içmedim Çukur’un 14 bölümünü daha izledim. Yemedim, içmedim biraz abartılı olmuş. Uzun süredir üst üste üç gün boşluğum hiç olmadığı için fazlaca yedim, içtim. Hatta kimsenin görmediği, inanmadığı diyetimi de bıraktım.

Tabii ki 14 bölümü üst üste izlemenin verdiği etki ile İdris’e Baba diyesim, Sena’ya yenge mi desem ismiyle hitap etsem diye derin düşüncelere gark olmuyor değilim. 14 bölüm izlemenin verdiği etki de olabilir ama dizinin ilk yedi bölümünde “kötü” olarak sunulan Selim, zoraki karısı Ayşe, kızları Karaca ve Vartolu Saadettin en sevdiğim karakterlere dönüşüverdi. Bütün kötülükleri hakkında makul gerekçelerim var. Ama tabii ki bu makul gerekçelerim üzerine yazıp içimdeki minnak kötücüllükler ile okuyucuyu bunaltmak istemiyorum.

Selim ile Celal yeniden türkü barda karşılaştılar. Celal masaya oturmak istedi. Selim izin vermedi. Selim Celal’ın burnunu kırdı. Bunu tabii ki tasvip etmiyorum. Eşcinsellliğini yaşayıp, yaşadığına pişman oldu ve vurdu gibi okuyabilir heteroseksüel izleyici. O zaman heteroseksüel izleyiciye şunu sormak lazım peki Selim yaşadığından pişman ise aynı bara yeniden neden gitti? Giderken pişman değildi de gidince Celal’i gördü de mi pişman oldu? Yoksa Celal’le yaşadığından değil de Celal’le yaşadığının bilinme ihtimalinden hatta ihtimalden çıkıp gerçek bir tehdide dönüşmesinden rahatsız olmuş olamaz mı?

Burnunu kırdıktan sonra aralarındaki replikte Celal’in Selim’e “Selim” olarak seslenmesi Selim’i de bizi de geren sonun başlangıcı oldu diyebiliriz. Çünkü malum gizli yaşadığımız dönemlerde, adımızı, semtimizi, işimizi hep farklı söyleriz ve güven tahsis edilene kadar yalan söylemeye devam ederdik. 2002 yılında Güztanbul kapsamında yapılan ikinci Bilen Aile toplantısında, bir arkadaşım partneri için değil ailesi için “benim hayatımın %90’ını bilmeyen bir ailem var” demişti. Yalan çoğu zaman lubunya kültürü ile haşır neşir olmadan önce eşcinsel, biseksüel ya da translar için ayakta kalma stratejilerinden biri oluyordu. Doğal olarak Celal’in Selim’i kendisinin söylediği gibi Kahraman olarak bilmesi gerekiyordu.

Selim Celal’in evine gitti. Özür dileme bahanesiyle eve girdi. Sonrasında Celal’i öldürdü. İntihar süsü verdi ve gitti. Selim’şn Celal’i öldürmesiyle Selim ve Celal’in arasında aynı türküyü sevmenin ötesinde bir etkilenme olduğunu öğrenmiş olduk. Malum RTÜK’e takılmamak için böyle fazlaca imalı bir yöntem seçmek dışında bir seçenek kalmadığını söyleyebiliriz ama aynı zamanda eşcinsel, biseksüel, trans varoluşlar görünmezliğe mahkum ediliyor, gizlenmeye zorlanıyor da diyebiliriz.

Bu kadar “diyebiliriz”li cümle kurunca şunun da altını çizmeden geçmeyeceğim. Hetero ilişkiler kutsanıyor. Heteroseksüel taklidi yapan ilişkiler de kutsanıyor. Ayşe ile Selim’in ilişkisi, Saadet’le Vartolu Saadettin’in ilişkisi, İdris’in yasak aşkları, İdris’e aşık olan Mihriban’ın aşkı bile kutsanıyor. Ama koskocaman bi mahalle olan Çukur’da Selim’in bir aşk hikayesi yok. Hep bir olmamışlık hali var. Selim dıışında herkes heteroseksüel. Lezbiyeni, biseksüeli hiç yok, Selim için de eşcinsellik sadece seksten ibaret!

Tabii ilk bölümde konuk oyuncu olarak diziye dahil olan Bülent Ersoy’u unutmamak lazım. Ablamı Çukur dizinde görünce; abim takdir almış, Yıldız yılın gazetecisi seçilmiş, Seçin’in boyu uzamış gibi sevindim. Gurur duydum.

22. bölüme kadar izlediğim bölümlerde Selim’in Celal’i öldürmesi dışında yaptığı bütün yamukları, kötülükleri lubunya kardeşliği içinde anlayabiliyorum. Lubunya denyoluğu diyorum geçiyorum. Malum Selim’in çocukluktan beri maruz kaldığı bitmeyen erkeklik sınavları ile sınıfı geçememe hali ile fazlaca empati yapabilmek mümkün:

“Babanın bakışlarını hiç yakalandın mı sen? Bu çocuk neden böyle diyen”

“Senin yaptığın erkeklik oyunlarını ben her gün yapmak zorundayım. Her gün kendimi ispat etmek zorundayım.”

“Benim hayatımı yaşıyorsan tedbirli olman lazım”

Ayşe boşanmak istediğini dile getirirken Selim’e söylediklerine verdiği yanıtlardan biri, “Bu evlilik bir ceset sürdürmeyelim”.

Sonrasında Ayşe’nin Selim’i yargılamadığını, yadırgamadığını öğreniyoruz: “Seni anlayan bir ben varım bu dünyada” replikleri ile evlenmek zorunda bırakılan bütün eşcinsel, biseksüel ve translara selam çaktı diyebiliriz.

İlerleyen bölümlerde Vartolu Saadettin’in öldürülmesine karşı çıktığı için Sultan Anne, yıllardır Selim’in annesinin babasının gözlerinden okuduğunu söyleyiverdi. Sultan annemiz, “Baban her ‘bu çocuk olmayacak’ dediğinde ben seni savundum, o farklı ama olur. Bir elin beş parmağı var. Beşi de birbirinden farklı derdim ama sen gerçekten olmamışsın” deyiverdi. Selim de “anne baba olarak ne güzel düşünceleriniz varmış benim hakkımda” diyerek sahneyi terk etti. Şimdi sevgili okuyucu bunun Selim’in cinsel yönelimi ile ilgisi yok diyebilirsiniz ama meselenin ortasında cinsel yönelim yumru gibi oturuyor. Selim’in olmama hali de, her daim güvenilmez olma hali de yamukları da… Aslında kendisinin iradesiyle her gün girdiği erkeklik sınavını baştan kaybedeceğinin hükmü Sultan Anamız ve İdris Babamız tarafından verilmiş!  

“Aile nedir? Dev bir hayal kırıklığından başka. Sen kaçtığının zannettiğin zaman seni dibine çeken dev bir çukurdan öte” repliği ise sanırım ailesiyle sorun yaşayan eşcinsel, biseksüel ve translar için değil kendi bireyselliğini korumaya çalışan her “evlat” için geçerli olabilecek bir cümle.

Selim karakteri ne kadar ürkek, arkadan iş çeviren, ailesini satan, yattığı adamı öldüren bir karakter olarak sunulsa da empati yapmaktan vazgeçmiyor olmamı sanırım artık yaşımın kemale ermesiyle, anne tavırlarımla açıklamak yeterli olmaz. Selim’in bu kadar kötülük yapabilmesi, kötücüllüğü Selim’in her gün girdiği sınavdan, annesinin babasının “bu çocuk olmadı”, “bunda olmayan bir şeyler var” bakışlarında gizli. Bana asıl kötü olan o çocuğa bu hissi daha çocukken hissettiren ailesi gibi geliyor.  

Selim’in Celal’i öldürmesi ise bir nefret cinayeti! Evet Selim de gey mağdur da gey. Nefret cinayetlerinin arkasındaki toplumsal yapıyı iyi analiz etmek gerekiyor. Selim, bireysel olarak Celal’den nefret etmiyor. Selim, Celal ile yaşadıklarının yaratabileceği riskleri önlemeye çalışıyor ve Celal’i kendi varoluşuna bir tehdit olarak görüyor ve bir eşcinsel/biseksüeli öldürmek, ibneye zulmetmek toplumsal yapı tarafından rahatlıkla teşvik edildiği için ve eşcinsel, biseksüel ve translar kendiliğinden kolay lokmaya dönüştükleri için öldürebiliyor.

Tabii sevgili hetero okuyucu buradan hemen sonuç çıkartmamak lazım. Eşcinsel, biseksüel, translara yönelik nefret cinayetleri, nefret saldırıları “grup içi” bir sorun olarak görmemek gerekiyor. Malum kendi sorumluluklarımızı, kendi suç ortaklıklarımızı başkalarının sorunu olarak sunmayı ve sorumluluktan kaçmayı çok severiz toplum olarak.

LGBTİ hareketi; içinden doğru ne kadar çok eleştirsem de kendi içinde tartışan, sorgulayan bir hareket olmaya ve dinamizmini de buradan kurmaya devam ediyor. Faillik-mağdurluk ilişkilerimiz de bu süreçte tartışmaya ihtiyacımız olan meselelerin başında duruyor. Mağduriyetlerimiz nasıl bizi fail olmaya zorluyor ve fail olmadan hayata tutunmak mümkün mü?

Eğlenceli bir yazı olsun istedim ama olmadı. Lubunyalar güllümü, habbeyi sever ya. Bu yazının güllümü biraz eksik kaldı. Yamaç’ın Çukur’un babası olması sonrasında söylediği “sağ omzumda bir ton, sol omzumda bir ton yük taşıyorum” repliği Selim’in mafya babası olmadan o yükün altında kaldığını görmüş olmak sanırım güllümü yapmayı imkansızlaştırıyor. Ama gullümsüz bu yazıyı bitirmeme sözü verdim kendi kendime…

Celal’in erkek kardeşi Cemil de hepimizi but tutar değil mi? Selim’in de artık yaşlanmaya başladığını ve eskisi kadar alımlı bir lubunya olmadığını düşündüğü için apabağancılığa başladığını, bu yüzden Cemil’e takım elbiseler aldığını söylemeden geçemeyeceğim.

Emrah komiser

20’li bölümlerde diziye giren Emrah komiseri unutmamak lazım. Malum Çukur Mahalle dizisi olduğu için yakışıklı genç oyuncuların vücutlarını Yamaç dışında görmüyoruz. Yamaç’ı da kenarından gösteriyorlar ve tabii ki izleyiciye yetmediğine hükmetmişler. Emrah Komiserin yarı çıplak piyano çalması sonrasında böyle de idare eder dediğimiz sırtı ve göğsünü uzun uzun sergilemesi ile yönetmenin lubunyalara şugarlık yaptığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.  

Emrah

Ha bu arada diziler için “kim kimdiri” hazırlaması çok güzel. Uzun uzun googlelamak zorunda kalmadan bulabiliyorsunuz. Çukur’un Kemal’i sanırım T.K seven bütün lubunyaları tutuyor. Ama şu mafyatik fotoğrafları ile şu aşağıdaki artistlik pozlarını karşılaştırınca “imaj her şeydir” diyesim geliyor.

Son olarak Çukur’dakiler, “Çukur evimiz! Yamaç babamız” diyorlar ya! Biz de yıllardır “Eşcinsel gettolar değil kentin tamamını istiyoruz” demiyor muyuz?

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam