28/08/2015 | Yazar: Miran Koçkır

"Cem ibadetleri, Semah eğitimleri, Alevi öğretileri derken bu yolda bir toz zerresi olmak için elimden geleni yaptım/yapıyorum. Yakın bir dönemde gönülden inandığım bu yolda ciddi bir muhafazakârlık sezmeye başladım. Aslında içten içe seziyordum ama kimliklerim eşitlendikçe bazı gerçekler su yüzüne çıkmaya başlıyordu."

"Cem ibadetleri, Semah eğitimleri, Alevi öğretileri derken bu yolda bir toz zerresi olmak için elimden geleni yaptım/yapıyorum. Yakın bir dönemde gönülden inandığım bu yolda ciddi bir muhafazakârlık sezmeye başladım. Aslında içten içe seziyordum ama kimliklerim eşitlendikçe bazı gerçekler su yüzüne çıkmaya başlıyordu."

Öncelikle neden böyle bir yazı ele almak istediğimi belirtmek istiyorum. Kimliklerle inşa etmeye “çalıştığımız” hayatımızda etrafımızdaki birçok insan doğuştan getirdiği veya sonradan bilinçli bir şekilde devam ettirdiği çeşitli kimliklere sahip. Ben Kürt, Alevi ve Eşcinsel kimliklere sahip olan ve bunları sahiplenen birisiyim ve bu kimliklerimle birlikte var olmak için elimden geldiğince çaba göstermeye ve her kimliğimle barışık bir şekilde özgür bir hayat inşa etmeye çalışıyorum. Bu yüzden uzun süredir içimde sakladığım ve tartıştığım ama sonunda yazma gereksinimi duyduğum bazı sıkıntılarımı paylaşmak istiyorum.

Çocukluğumdan bu yana Alevi öğretileriyle büyüdüm. Cemevine gittim, Cemevinde kaldım, Aleviliğin hâkim olduğu semtlerde ve şehirlerde yaşadım. Çok şehir yok zaten. Hayatımın en değerli yıllarını geçirdiğim Dersim’in dışında Alevi, Kızılbaş nüfusun yoğunluklu olduğu –benim bildiğim kadarıyla – başka şehir yok. Çocuk yaşta Kuran kursları, Cem ibadetleri, Semah eğitimleri, Alevi öğretileri derken bu yolda bir toz zerresi olmak için elimden geleni yaptım/yapıyorum. Yakın bir dönemde gönülden inandığım bu yolda ciddi bir muhafazakârlık sezmeye başladım. Aslında içten içe seziyordum ama kimliklerim eşitlendikçe bazı gerçekler su yüzüne çıkmaya başlıyordu.

Hacı Bektaş’ın hoşgörüsü bu coğrafyayı terk ettikçe bu bizlere de yansıyordu. Bencilce yaklaştıkça kimliklerimize, kendimize yabancılaşıyor, yolumuzu yabancılaştırıyorduk. Dışarıda söylenen iyimser, özgürlükçü, eşitlikçi sözler kapıdan girdikten sonra önemini yitiriyordu oysa daha önceleri her şey o kapıda sırlanırdı, o kapıdan girdikten sonra herkes eşit, özgür, hakkın huzurunda hakla bütün olurdu. Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın derinliğine işleyen bu değerlere yabancılaştıkça kendimize çeviriyoruz o bağnazlığı. Önceden yol bir sürek bin iken şimdi sürekler yolu perdeliyor. Her kafadan farklı bir söz çıkıyor ama adres orayı gösteriyor; homofobi ve transfobi!

Açıktan diğer dini kesimlerde olduğu gibi olmasa da Alevilikte de yavaştan da olsa korkutucu bir şekilde dindarlaşma ve buna paralel homofobik tutum gelişmeye başlıyor. Özellikle Şiiliğe yakınlaşan arkadaşlarımla konuşmaya çalıştığımda Eşcinselliği bir hastalık olarak görüyor. Anlamak, temas etmek, tartışmak istemiyor. Kilitliyor kendini kendi doğrularıyla. Habis düşüncelerini yol’a mal ediyor.

Biraz araştırınca internette Alevileri Şiiliğe çekmeye çalışan grupların web sitelerinde homofobi kol geziyor. Forum sitelerinde Arabistan ve İran gibi eşcinselliğin yasak olduğu ve ağır cezaların olduğu ülkeler ve cezalar övülüyor. Facebook gruplarında ve sayfalarında nefret cirit atıyor.

Biraz daha ılımlı dedeler ve bu yola hizmette bulunan arkadaşlar arkadaş ortamında bu konuda kendisini bir aktivist edasında ifade ederken veya kırıcı konuşmazken en azından benim eşcinsel olduğumu bilmedikleri dönemlerde her muhabbetinde ayrı bir nefret saçıyordu. “Hak yolu varken b*k yoluna gitmeyin” diyen dedeleri, eşcinsel olmasına rağmen arkadaş ortamında gözümün içine baka baka samimice eşcinselliğin bizim yolumuza uygun olmadığı ve iğreti bir şey olduğunu söyleyenleri, Kurum başkanının bir Eşcinselin “Alevilik ve Eşcinsellik” ile ilgili sorusuna utana sıkıla cevap verdiği ve bu olayı anlatırken “ibne” kelimesinin yanında kahkahalarını hiç unutmuyorum. Yine bir arkadaşımızın ifşa olmasından sonra ona karşı sergilenen tutumu, LGBT konusunda bir tartışmamızda eşcinselleri anladım ama transları anlayamıyorum, onlar “hakkın bize verdiği bedeni değiştirmekle ona ihanet ediyorlar”(bunu diyen ilerde dede olacak) demesini en yakın dostumun beni öğrenmesinden sonra “senin müsahipliğin de kabul olmaz, bu saatten sonra düşkün sayılırsın” demesini unutamıyorum. Evet bir çok dindar Alevinin gözünde düşkünüm…

Heteroseksist Aile yapısını dayatan, Evliliğimi, müsahipliğimi kabul etmeyen bir inanç ne kadar eşit olabilir ki? İnançlı bir Aleviyim. Benim müsahibim var. Çok sevdiğim ve kardeşten öte ailemden beri gördüğüm. Ama hiçbir dede bizim müsahiplik nişanımızı vermez. Çok sevdiğim ruh eşimle benim nikâhımızı kıymaz. Dostlarımız, pirlerimiz bizi düşkün görür. Görgülere, cemlere düşkün girmez. Düşkünün yükü ağırdır, Zülfikar boynundan eksik olmaz. Selam verilmez, selam alınmaz. Dışlanır, görülmez, konuşulmaz, yediği yenmez, eşi, ailesi, kapı komşusu düşman olur düşküne hakkın nazarında suçundan dönmedikçe bir şey ifade etmez. Bu yüzden sırf böyle doğduğum, sevdiğim, yaşadığım ve açık kimlikli olduğum için beni düşkün ilan edecek çok kişi var. Bu rahatsızlık veriyor en çok. Kimse konuşmak istemiyor, dillendirmek istemiyor, konuşmamızı hiç istemiyor. Ama varız. İnançlıyız. Kimliklerimiz açık bir şekilde yaşamak istiyoruz.

Avrupa’daki Alevilerin Eşcinselliğe biraz daha iyi baktığını biliyordum. Ufak bir araştırma yaptığımda Avrupa’da bir kurumun inanç işleri başkanı bu konuda bir röportajında Eşcinsel bireylerin ibadette yer alabileceğini, bu yolda hizmete edebileceğini ve bu yolun herkesin yolu olduğunu vurgularken evlilik konusuna karşı çıkıyordu. Ona göre evlilik “üremeye” dayalı bir sistemin devamlılığı için esas olan bir mevzuyken buna uymayanların bu konuya pek karışmasını istemiyor. Alevi kurumları da bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyordu tıpkı örgüt içi yönetimlerinde kadının olmamasına sessiz kaldıkları gibi.

Açıktan bir şekilde olmasa da “bizden eşcinsel çıkmaz” kafası tartıştığım herkeste hakim. Çıksa da Alevilikle Eşcinselliği birlikte dile getirmesi, tartışması içten içe hayıflanacak bir mevzu olarak görülür. En aydın görünen kesimin bile bir karanlık yönü vardır. Bu yönü ne yazık ki yakın oldukça da çok görüyorum. Üzülüyorum…

Alevilerin yaşadıkları hemen tüm yerleşimlerde Devrimci yapılarda örgütlüler. Bazı örgütler LGBT’ye karşı tutum değiştirse de hala kimi örgüt ve arkadaşlarımda “Devrimci ahlak” hâkim. Alevilerin muhafazakârlaşması ve Devrimci ahlak duvarları arkasına saklanan gizli homofobiklerin de teşvikiyle bizler için sıkıntılı günlere perde aralanıyor.

Bunları ortalığı karıştırmak veya bir saldırı durumuna karşılık yazmıyorum. Etrafımda olan biteni gözlemledikçe ve duyup dikkate almadıklarımı hissetmeye başladığımdan yazıyorum. Bir yandan başlatılmaya çalışılan savaş bazı şeyleri de ister istemez gölgelemeye devam ediyor. Kadın cinayetleri medyada siyasilerin sözleri kadar yer almıyor. Trans arkadaşlarımıza hemen her gün yapılan saldırıların haberleri hala haber niteliği bile taşımıyor birçok medya kuruluşunda. Eşcinsellik konusunda hala “şimdi nerden çıktı bu konu”, “o kadar önemli bir mevzu değil”, “dışarıda savaş varken siz neden bahsediyorsunuz” bu yargılar hâkim. Kimselerin dinlemeye zahmet etmediği, konuşma geçmesinde durumunda konunun değiştirildiği, yazıların göz ardı edildiği, hala dilde gözümüzün içine baka baka “ibne” kelimesinin geçtiği ama aslında öyle demek istenmediği bir çevrede yaşıyorum. En çok buna sitemim var!

Savaş sürecinde bile bizim “barış” sözcüklerimizin bazılarının gözünde bir değeri yok. Bu sıkıntı veriyor. Özellikle çok kimlikliysen ve kimliklerinin çoğu seni bir eşcinsel olarak görmekten çekiniyorsa ve kendi yoldaşlarından ve canlarından bunları duyuyorsan en çok bu üzüyor insanı. Ne olursa olsun biz varız, gözünüzü kapatsanız da, duymak istemeseniz de var olmaya devam edeceğiz…

 


Etiketler:
İstihdam