26/11/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Amed Barış Müsameresi: Barzani, Tatlıses, Perwer ve Erdoğan

Amed Barış Müsameresi: Barzani, Tatlıses, Perwer ve Erdoğan

’Gerçekten radikal olmak umudu umutsuzluğun ikna edici olduğundan daha da mümkün kılmaktır’ Raymond Williams

Türkiye’nin iç ve dış siyasetinin posası Cumartesi günü Diyarbakır sokaklarına dökülecek. Bir tarafta Rojava söz konusu olduğunda günah hanesini yazmaya dilin de aklın da erişemeyeceği Barzani, öte tarafta iktidarı döneminde Kürtler’le ’kanlarını akıtarak’ barışma perspektifini sanki bir ’güzellikmiş gibi’ sunduğu AKP. Sahnenin diğer tarafında da Şivan Perwer ve İbrahim Tatlıses olacak.
 
Her anlamıyla kitlelerinin gözünde ’sıfır tüketmekten’ bir türlü bıkmayan siyasetçilerle, kadın dövmelerinden, döne döne pervane olmalarına birçok anlamda eleştirilebilecek ’sanatçılara’ sahnenin ta kendisinin bir ’karnaval’ vaat ettiğini söylemek şart.
 
Kürtleri İmha Partisi Diyarbakır’da
Keza Erdoğan’ın Diyarbakır’a ’bindirilmiş kıtalarla yapacağı çıkartmanın Kürtler’i öldürmek dışında herhangi bir Kürdi hamlesi olmayan, Kürtçe eğitimi de özel eğitim olmak koşuluyla Lise’ye tıkan yaklaşımıyla Kürt ulusal kimliğini ve Kürt ulusal mücadelesinin benliğini içine sindirenler açısından bir şey ifade etmeyeceği ortada.
 
Barzani ise Salih Muslim’e yönelik politikaları gereği zaten Kuzeyli Kürtler’in ciddi öfkesiyle başbaşa ve tarihsel anlamıyla Kürtler’in varoluş mücadelesine ’vermediği’ omuz ve Kürt ulusal konferansındaki tutumları gereği ciddi eleştirilerle başbaşa. Ki bu eleştirilerin tamamı haklı eleştiriler.
 
İbrahim Tatlıses’in ’bahşedilmiş’ yaşamının yanıbaşında Şivan Perwer ile yapacağı düet ise birçok anlamda üzücü. Bu üzücü durumun birinci gerekçesi Perwer’in babasının yaptığı çağrı:
 
Perwer Türk Torunu mu?
"Kürtçe konuşuyorum ama Türk bayrağı altındayız. Dilimiz Kürtçe ama ben Türk çocuğuyum".
 
Bu çağrıdaki ideolojik kodları birebir olarak İbrahim Tatlıses’in bugüne dek devlete ilişkin yaptığı kodlamalar ve söylemlerindeki tavırda da kolaylıkla görmek mümkün. Ayrıca İbrahim Tatlıses’in yalnızca halay çeken şen şakrak bir halk olarak yansıtarak, ve dahi ’yoksul türkler olarak Kürtler’ algısını temsilen bugüne dek yaptıklarını düşününce, sahnenin ironikliği iyice ortaya çıkıyor.
APARTHEID Partisi İtirafı
Bu müsamerenin Kürt sorununun çözümü pratik olarak uzaklaştıkça komedi ise her geçen gün daha da yaygınlaşıyor. Yıldıray Oğur Habertürk’te katıldığı programda Güney Afrika’daki sorunu çözenin de ’Apartheid rejimi’ olduğunu söyleyerek Erdoğan’a şans tanımaya devam edilmesi gerektiğini söylüyordu. Türkiye’deki belirli bir ’ekibin’ Erdoğan’a yönelik bu ’önkabulünün’ altında AKP’nin Apartheid rejiminin resmi partisi işlevini gördüğü gerçeği herhalde gün geçtikçe hepimiz için daha görünür oluyor.
 
Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı son grup konuşmasına bakıldığında HDP ile birlikte Kürt siyasetinin de Erdoğan’a karşı alacağının özlenen sol tavrın ta kendisi olarak kendini iyice göstereceği bir dönemde olacağımız ortada. Keza devir müzakere devri olsa da Kürtler’in onurlu barış tanımları bu dönemin asıl belirleyicisi olacak.
 
Başbakan ise onurlu barış yerine karşısında HÜDA-PAR ve benzerlerini görmenin hesabıyla Diyarbakır’a geliyor. Oysa farkında değil ki kendisini karşılayacak olan Amed ve Kürdistan gerçeği ona ’anlatılan’ Kuzey Kürdistan’dan oldukça farklı resim.
 
Erdoğan Cumartesi hamlesiyle Kürtlük ve Kürtler’e dair asıl muhatabının sistemin ta kendisi ve ona ayak uyduranlar olduğunu ilan ederken, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarının bir görüşme talebi daha muhtemelen reddedilmiş olacak.
 
Apartheid Partisi’nden onurlu barış bekleyen ’tayfaya’ rağmen Kürt siyaseti, başta Kandil olmak üzere artık önünü çok sağlam görüyor. Bu dakikadan sonra ’derin kürtler’ üstünden yürütülecek, Hizbiler üstünden yürütülecek Kürt siyasetine, ulusal Kürt siyasetinin keseceği cezayı, Kürt halkının keseceği cezayı çok daha yakından görme şansımız olacak.
 
Başbakan ’kaba siyasi argümanlarla’ dışarıda barışı içeriye yedirme hamlesiyle, Kürtler’le oturduğu masadan yavaşça çekilirken, Barzani’nin masasına oturarak Sri Lanka modelini üstelik bir başka Kürt liderin motivasyonuyla tekrar yürürlüğe koyarken, buna ses çıkarmak ise tarihsel bir yükümlülük olarak karşımıza çıkıyor.
 
Öcalan özgür olmadan, Kürt dili özgür olmadan, Kürt vatanı özgür olmadan gelecek bir barışı çoktan kafalarından çıkarmış Kürtler içinse serhildan her geçen gün yeni meridyenlere yayılan bir şiir gibi daha yakından duyulur oluyor. 

Etiketler:
İstihdam