13/04/2017 | Yazar: Remzi Altunpolat

"Başka türlü"nün politikasını yürüten LGBTİ’lerin sözü alacakaranlıkta umudu yeşertmek için HAYIR!

Türk Sağının Fetiş Tutkusu: Güçlü Yürütme… Başkanlık

Ekim ayı başından bu yana ülkenin siyasal rejiminde köklü bir dönüşüm yaratacak anayasa değişikliği ve referandum gündemine kilitlenmiş haldeyiz. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra alevlenen başkanlık sistemi tartışmaları, 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetmesi ile uzunca bir süredir gündemden düşmüştü. Hele 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında AKP iktidarının tam da en kırılgan olduğu momentlerden birinde sistem/rejim değişikliği zorlamasına gidemeyeceği bizatihi iktidar sahiplerince de -en azından görünüşte- kabul edilmiş bulunuyordu. Ancak, daha önce defalarca hayli sert biçimde başkanlık sistemine karşı çıkan, bunun bir rejim değişikliği anlamına geldiğini ifade eden MHP lideri Devlet Bahçeli’nin hangi tür pazarlık ve uzlaşmaların neticesi olduğunu henüz tam olarak kavrayamadığımız şekilde ön almasıyla, ülke 16 Nisan’a giden referandum sürecinin içerisine girdi.

Makarayı biraz geriye doğru sararsak; Türkiye’de çok partili hayata geçildiği tarihten itibaren anayasa ve rejim tartışmaları her daim memleketin temel meselesi olagelmiştir. Kuşkusuz siyasal ve toplumsal bunalımlarımızın çözümünün anayasada yattığına dair fetiş derecesindeki inanç, Osmanlı’nın son yüzyılından mirastır. Genç Osmanlılardan İttihatçılara, 27 Mayısçılardan 12 Eylülcülere kadar iktidar seçkinleri sorunlarımızın kaynağını anayasada görmüşlerdir.[1] Ancak bu düşünüş tarzının sadece siyasal elitler ve aydınlar nezdinde sınırlı kalmadığını AKP’nin muhafazakâr-demokrat görüntü çizdiği yıllarda yürütülen sivil anayasa tartışmalarında açıkça görüleceği üzere toplumsal muhalefetin çeşitli kesimlerine nasıl sirayet ettiğini akıllarımızdan çıkarmayalım. Başlı başına ayrı ve uzun bir tartışmayı hak eden bu meseleyi sadece not ederek Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmalarının tarihine kuşbakışı bir göz atalım.

Başkanlık sistemi tartışmaları aslında yeni değil. 27 Mayıs’ın ürünü olan 1961 Anayasası, Türk Sağı tarafından, vesayet kurumları yaratarak icra kuvvetinin elini kolunu bağladığı gerekçesiyle hiçbir zaman benimsenen bir anayasa olmamıştır. 12 Eylül’ün hemen öncesinde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tıkanması üzerine “bu anayasa ile ülke yönetilemeyeceği” bir kez daha yüksek sesle dillendirilmeye başlanmıştır. Ve 1980 yılı başlarından itibaren Türk Sağı’nın sözcüsü olmasıyla meşhur Tercüman gazetesi ve Yeni Forum dergilerinin açtığı anayasa tartışmalarında güçlü yürütme için başkanlık sistemi ilk kez geniş bir çevrede yankı bulmuştur. 12 Eylül darbesi sonrasında ise 1982 Anayasası’nın hazırlanışı esnasında başkanlık ve yarı başkanlık tartışmaları yeniden yaşanmış; ancak Cumhuriyet geleneklerine aykırı olacağı ve ülkeyi diktatörlüğe götürecek bir sisteme zemin hazırlayacağı yönünde oluşan direnç dolayısıyla başkanlık/yarı başkanlık önerilerinden vazgeçilmiştir. Turgut Özal’ın ve Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı dönemlerinde başkanlık sistemi tartışmaları yeniden dolaşıma girmiştir. Diğer yandan fikri olarak Türk Sağı’nın temel figürlerinden, bugün dahi en önemli referans kaynaklarından, AKP kurucularının pek çoğununun rahle-i tedrisinden geçtiği Necip Fazıl’ın, “başyücelik devleti”  adıyla formüle ettiği sistemin bir bakıma başkanlık yönetimini öngördüğü söylenebilir. Bu anlamda başkanlık sistemi tercihi, Türk Sağı’nın adeta genetik kodlarına işlemiş güçlü yürütme/kuvvetli icra arzusunun doğrudan yansımasıdır. Ancak bugün geçilmeye çalışılan başkanlık sisteminin, güçlü yürütme arzusunun ötesinde nicedir inşa edilen tek adam etrafında örgütlenmiş, ideolojik olarak “İslam-Türk Sentezi”ne[2] dayalı otoriter-faşizan rejimin tamamlanmasında kaldıraç işlevi gördüğü açıktır.

LGBTİ’lerin Anayasa ile İmtihanı ve Referandum

Bu girizgâhtan sonra gelelim LGBTİ’lerin anayasa ile imtihanına. Hatırlanacağı üzere AKP ile Kemalist askeri-bürokratik klik arasında çatışmanın tavan yaptığı, AKP’nin vesayetçi yapıları geriletmek adına dört elle Avrupa Birliği üyeliğine sarıldığı, bu yolda kısmî demokratikleşme adımlarını hayata geçirdiği evrede, 2007 yılından itibaren sivil-demokratik anayasa tartışmaları başladı. Pek çok demokratik kitle örgütü yahut sivil toplum kuruluşu sivil anayasanın oluşum sürecinde söz sahibi olabilmek üzere harekete geçti.

Yeni yeni dernekleşerek kurumsal yapılara kavuşan LGBTİ Hareketi de, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının anayasaya girmesi yönünde sivil anayasa tartışmalarına süratle müdahil oldu. Bu süreçte Kaos GL, Lambdaİstanbul, Pembe Hayat, Siyah Pembe Üçgen, SPoD ve diğer LGBTİ örgütleri anayasaya dair çalışmalar yapmak üzere Ayrımcılığa Karşı Gökkuşağı Koalisyonu, Anayasa LGBTT Komisyonu gibi adlar altında birliktelik sağladılar. LGBTİ örgütlerinin anayasal talepleri:

  • Anayasa’nın 10. maddesine “cinsiyet kimliği” ve “cinsel yönelim” ibarelerinin eklenmesi,
  • Anayasa’daki “genel ahlak”, “kamu düzeni”, “adap” gibi LGBTİ’ler açısından sıkınıt yaratan muğlâk ve göreceli ifadelerin kaldırılması
  • Temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası sözleşmelerin esas alınması

şeklinde somutlaşıyordu.

Bu doğrultuda yoğun bir kampanya sürecine girişildi. Anayasal tanınma ve anayasal eşitlik için kamuoyuna yönelik basın açıklamaları ve eylemler gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan ve TBMM’deki ilgili komisyon başkanlarına talepleri içeren mektup gönderilmesi, kart gönderme eylemi yapılması ve milletvekilleri ile görüşmeler yürütülerek hazırlanan raporlar sunulması anayasal tanınma mücadelesinin siyasetçilere yönelik ayağını oluşturuyordu. Bu süreçte önce BDP ile, daha sonra HDP ve CHP ile teşriki mesai harcandı. Ancak LGBTİ örgütlerinin anayasal tanınma talepleri AKP ve MHP kanadında tepkiyle ve seviyesi giderek artan bir dirençle karşılaştı. Bizzat AKP’li Anayasa Komisyonu üyeleri ve bakanlar tarafından ardı ardına ayrımcı ve homofobik açıklamalar geldi. Buna rağmen LGBTİ örgütleri motivasyonlarını kaybetmeden hak mücadelesini sürdürmeye, her fırsatta taleplerini yinelemeye devam ettiler[3]. Ta ki AKP’nin derdinin sivil ve demokratik bir anayasa olmadığı, bu tartışmaların esasında büyük ölçüde kendi çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda AKP’nin mevcudiyetini muhkem kılmak için seferber edilen bir araç olduğu tam manasıyla aşikâr hale gelene kadar.

Tam da o vakit Kaos GL meydan okurcasına sormuştu:

 “Eşcinseller ‘ahlaksız’, Kürtler ‘terörist’, Aleviler ‘dinsiz’ olmaya devam edecekse siz bu ‘Yeni Anayasa’yı kimin için yazıyorsunuz?

Emekçiler ‘grev’ suçuyla, kadınlar ‘namus’  kıskacıyla ablukada tutulmaya devam edecekse mevcut anayasayı değiştirmek için ne diye uğraşıyorsunuz?”[4]

Bu soruların cevabı evvelce Türk tipi başkanlık olarak adlandırılan, şimdi cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi zokasıyla yutturularak yaşama geçirilmek istenen rejimle simgeleşiyor. Kendinden olmayana hayat ve hürriyet tanımayan bu rejimin aktörlerinin tasavvur dünyasında tertemiz Müslüman Türk toplumunu, aile ve ahlâk nizamını bozucu bir habaset unsuru olan, üstelik iktidara karşı solla, sosyalistlerle, Kürtlerle ortak direniş paydasında buluşan LGBTİ’lere yer verilmeyeceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yok.

20 Temmuzda ilân edilen, iktidar açısından gerçek bir lûtfa dönüşen Olağanüstü Halin, LGBTİ örgütlerinin faaliyet alanlarını giderek daraltması, üniversitelerde ve sendikalarda LGBTİ Hareketi ile bağlar kurmuş akademisyenlerin ve kamu emekçilerinin KHK’lar ile kamudan tasfiyesi, LGBTİ örgütlerinin ortak iş yaptıkları kimi demokratik-muhalif örgütlenmelerin KHK’larla kapısına kilit vurulması, hedef gösteren haberler hariç LGBTİ görünürlüğünün medyada neredeyse sıfıra inmesi, hak mücadelesi yürütenler arasında bile LGBTİ meselesinin bir lüks olarak görülmeye başlanması, polis baskısının şiddetlenmesi dolayısıyla trans seks işçilerinin evlerine kapanması, LGBTİ hareketinin bazı aktivistlerinin gözaltına alınması, muhalif kimliğiyle bilinen modacı Barbaros Şansal’ın linçe uğrayarak hapsedilmesi vs… bütün bunlar saray rejiminde LGBTİ’leri nasıl bir gelecek beklediğinin emareleri.

John Holloway, “Çığlığımız sadece bir korku çığlığı değil. Örümcek ağında kaçınılmaz ölümle yüz yüze olduğumuz için değil, kurtuluşu düşlediğimiz için feryad ediyoruz. Uçurumdan yuvarlanırken az sonra aşağıdaki kayaların üstünde parçalara ayrılacağımız için değil, hâlâ başka türlü olabileceğini umut ettiğimiz için haykırıyoruz”[5] der. İşte bu yüzden “başka türlü”nün politikasını yürüten LGBTİ’lerin sözü alacakaranlıkta umudu yeşertmek için HAYIR!

*Bu yazı ilk olarak Siyaset dergisinin Nisan-Mayıs 2017 tarihli 34. sayısında yayınlanmıştır.

Dipnotlar:


[1] Nitekim bugün de başta cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar sözcüleri kendi adlandırmalarıyla “cumhurbaşkanlığı sistemi”nin rejim krizlerinin önüne geçeceğini, sosyo-ekonomik düzlemde ise Türkiye’nin “şahlanışına” yol açacağını ileri sürmektedirler.

[2] Kenan Kalyon’un önerdiği İslam-Türk Sentezi kavramsallaştırmasının, Türklük vurgusunu öne çıkaran Türk-İslam sentezi kavramı yerine, AKP devrinde büründüğü haliyle esas vurgunun İslam’a kaydırılmış olması göz önüne alındığında dönemin ruhunu anlamak açısından elverişli olduğu kanaatindeyim.

[3] Gülsüm Depeli, “Anayasa Yazım Sürecine LGBT Müdahilliğinin Merkez Medyadaki Görünümü”, iletisimdergisi.gsu.edu.tr/article/view/5000004749, son erişim tarihi: 25 Mart 2017.

[4] “Yeni Anayasa Yazımında ‘Kriz’ Adı Altında Tartışılan Eşcinsellerin Yaşam Hakkıdır!”, http://kaosgl.org/sayfa.php?id=11417

[5]John Holloway, İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, (Çev: Pelin Siral), İletişim Yayınları, İstnbul, 2003


Etiketler:
2024