07/06/2018 | Yazar: Kerem Dikmen

Sivil toplum kuruluşları, ayaklarına takılmış elektronik kelepçelerle ev hapsine mahkum edilen sanıklar misali, dernek binalarına mahkum ediliyor.

İnsan hakları teorisinin temel ilkelerinden biri de haklar arasında hiyerarşi olmamasıdır. Her hukuk kuralında olduğu gibi bunda da bir istisna vardır, yaşam hakkı. Bu yönüyle başlık belki bir kolektif yaşam hakkı ihlalini çağrıştırıyor olabilir, hayır, elbette Holokost'un biricikliğini tartışmak gibi bir niyetle atılmış bir başlık değil bu.

Ancak yolda yürüyen, otobüsle veya metroyla seyahat eden, gündelik ihtiyaçlarını gidermek için gün içerisinde hareketli bir biçimde oradan oraya koşuşturan Ankaralıların büyük kısmı farkına varamasa da sosyal alanda örülen soyut bir duvar, LGBTİ+ toplumunu büyük bir parantez içine alarak, kent yaşantısının dışında tutuyor, yöntemin adı ise belli: Valiliğin yasaklama kararı!

Bir kolektif cezalandırma aracı olarak, Ankara Valiliği'nin 17 Kasım 2017'den bu yana sürdürdüğü yasaklama kararı, bu sitenin takipçilerinin malumu. Valiliğin deyimiyle “LGBTT – LGBTİ” temalı etkinlikler, etkinliğin türü ne olursa olsun yasak.

Evet, bu bir kolektif cezalandırma aracı. Somut değil ancak soyut bir duvar, LGBTİ+ 'ları toplumun genelinden yalıtma amacıyla ve yasak adıyla örüldü. O soyut duvarın dışına bireyler olarak çıkmak konusunda herhangi bir yaptırım henüz yok ise de topluluk halinde çıkmayı yasaklıyor Valilik. Tek tek bireylerin değil ancak LGBTİ+ hakları alanında çalışan sivil oluşumların kollarına, birer çarpı işareti koyuyor ve o bahsettiğimiz duvarın dışına çıkmaları halinde de, içeri itiyor. Sivil toplum kuruluşları, ayaklarına takılmış elektronik kelepçelerle ev hapsine mahkum edilen sanıklar misali, dernek binalarına mahkum ediliyor.

Tabi ki erk hedef tahtasına LGBTİ+ toplumunu oturturken, onunla etkileşim içerisindeki kurumlara da asık suratını gösterip, kaşlarını çatmaktan geri durmuyor. Bazı belediyelerin veya Ankara Barosu'nun yasaklanan etkinliklerinde olduğu gibi.

Çoğu kişiye garip gelebilir ancak bunu yalnızca Ankara iliyle sınırlı yapıyor. Bir uçtan bir uca bürokrasi grisi Ankara'da, yani devletin nüfuz alanının tümüne etkisi bakımından kamu otoritesinin çatı katı olan Ankara'da alınmış bir karar olması, bunun asla yerel ölçekte alınmış bir karar olmadığını gösteriyor bizlere. Bir yandan LGBTİ+'ları örgütlü olarak toplumsal hayatın parçası olma davranışından dışlarken, öteki taraftan da toplumun muhafazakar kesimlerini konsolide ediyor.

Hem Almanca hem Letonya dilinde, çiti geçmeye ya da Riga gettosunda kalanlarla irtibat kurmaya çalışanların öldürüleceğini belirten duyuru. 1941–1943, Riga, Letonya.

Peki bu izolasyon politikası başarıya ulaşır mı, amaç hasıl olur mu?  Kimse ümitsizliğe kapılmasın, çünkü olmaz. Geçmişte de olmadı.

LGBTİ+'ların tarihi insanlık tarihine eş ancak toplumsal yaşama düzenini belirleme iddiasındaki normların tarih sahnesine çıkış tarihi insanlık tarihine eş değil. Dolayısıyla bu yasaklama kararları bir üst örtmeye, yok saymaya, perde çekmeye hizmet etse de hiçbir biçimde perdenin arkasını ortadan kaldırmaya yaramayacaktır.

Hukuk açısından da sonucun değişmeyeceğini söyleyebiliriz. Değil Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası yükümlülükleri, OHAL şartlarının hukuk düzeni dahi Valilik kararının hukuka aykırı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Neden mi? Valilik kararına dayanak kılınan OHAL ilanı kendi raf ömrünü üç ayla sınırlı tutmuşken, aynı Valilik, yasaklama kararının süresiz olduğunu duyurdu.

Yasaklama kararı ne zaman kalkar, yanıtını bilmediğimiz bir soru. Ancak bildiğimiz bir şey var, var oluşa ilişkin bir kavram olan LGBTİ+ ve bu kimliğin sahibi olan LGBTİ+'lar bir idari kararla toplum içine çıkmadılar, dolayısıyla hiçbir idari karar da bu var oluş durumunu etkilemeyecektir.

*Soykırım kurbanlarına saygıyla

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret