12/05/2011 | Yazar: Barış Sulu

10 Mayıs’ta 14. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin konuklarıydık.

10 Mayıs’ta 14. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin konuklarıydık. ‘Başkaldıranlar’ filmi (http://www.promofest.org/films/guerrilleras) sonrası Pembe Hayat’tan Aras Güngör ve Buse Kılıçkaya ile birlikte kuir, cinsiyetsizlik, kimlikler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Ama söyleşide en tartışmalı konu bir anda “annelik” kavramı oluverdi.
 
Film trans kimliklerin cinsiyetleri nasıl alaşağı ettiği noktasında soru bombardımanından oluşuyordu. Cinsiyet penis/vajina, sakal, göğüs, adem elması… üzerinden mi okunmalı yoksa kişinin beyanı mı esastır? Yani kendini erkek/kadın olarak tanımlamasını ya da tanımlamamasını mı ciddiye alacağız, yoksa haddimizi aşarak doğum anındaki cinsel organlarını mı esas alacağız? Daha birçok soru 54 dakikalık filme sıkıştırılmıştı diyebilirim. Ama biz buradan hiç tahmin etmediğimiz bir konuya kaydık: Annelik.
 
Kuir kavramını dillendirdiğim her tartışmada konu yukarıda belirttiğim gibi sadece cinsiyette takılıp kalıyordu ve bu açıdan anne olmak/olmamak, aslına bakarsanız benim için de gayet sorgulayıcı/sorgulatıcı bir tartışmaydı.
 
Kapitalist sistemin yeni askerler, robotlar, işçiler istemesi üzerinden aileyi sorgularken, “anne olmak öğretilmiş midir?” sorusu düşüverdi ağzımdan salona.
 
Aile kavramı biliyorsunuz çok fazla tartışılmayan konulardandır, çünkü sorgulanmaması emredilmiştir. Evet emredilmiştir, tıpkı din gibi.
 
O çok sevgili vikipedi bile ne diyor “Aile” diye aratınca buyurun okuyalım: “Aile, toplumun en küçük birimi olarak kabul edilir. Aile denince genellikle bir evde oturan anne ve baba ile varsa onların evlenmemiş çocukları anlaşılır. Bu tip aileye ‘çekirdek aile’ denir.” LGBT aileler neresinde bunun, başka bir yazı konusu, şimdilik geçelim.
 
Bu tanımlamanın alt okumasını yapayım kendimce. Kadın ve erkek evlenir ve ürerler, çocukları olur, sisteme yeni işçiler verirler, toplum büyür, bu işçiler de evlenir ürerler, yeni işçiler gelir, bunlar da evlenir… bu böyle devam eder gider, binlerce yıldır olduğu gibi. ‘Evlenmemiş çocuklar’ın da altını bu noktada çizdiğini fark edebilirsiniz tanımlamada.
 
Doğurmak doğal bir dürtü müdür, yoksa tıpkı bu tanımlamadaki gibi “toplumu devam ettirmemiz gerekiyor” öğretisi midir? Her kadının hayali gelinlik giymek midir, yoksa bu da mı sistemin bir kandırmacasıdır? Her kadın anne olmak ister mi, yoksa anne olması öğretilmiş midir? Hatta daha da ileri gideyim dayatılmış mıdır?
 
Annelikle ilgili birkaç klişe cümleye bakalım:
 
Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz.
Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.
Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz
Cennet annelerin ayakları altındadır.
Ana evlâdını atmış, yar başında tutmuş.
 
İşte filmi unuttuğumuz ve salondan çıkarken en çok soru işareti oluşturan kavram annelik kavramıydı. "Kutsanmış annelik…"
 
Salonda, evli bir kadın olduğunu ve çocuk istemediğini beyan eden de vardı. “Her kadın anne olmak ister” diyen de. “Hayır doğurmak öğreti değildir” diyen de.
 
Aslına bakarsanız ben doğurmanın öğreti olduğunu, kimsenin doğurmaması gerektiğini belirtmedim, belirtmem de. Haddimi aşmak olur bu. Tıpkı bir kişinin dış görünüşüne bakarak onu kadın, erkek, eşcinsel erkek, eşcinsel kadın, trans kadın, trans erkek, interseksüel, biseksüel, hetero diye tanımlamadığım gibi. Sadece merak ettiğim anne olmak gerekli midir? Öğreti midir? İçgüdü müdür? Dayatılmış mıdır?
 
Anne olmak kadına mı aittir, vajina anne olmanın bir parçası mıdır?
 
İkinci dalga feministlere kulak verelim o zaman: “Vajinanın üremek dışında tüm faaliyetleri desteklenmelidir. Çünkü üreme vajinayı kamusallaştırır. Artık o size değil topluma aittir dolayısıyla. Üreme cinselliği terk etmenin en masum şeklidir.”
 
Bu kadar soru havada uçuşurken Aras noktayı koydu: “Peki, erkek çocuk ‘vermedi’ diye öldürülen, kısır olduğu için kendini suçlu hissetmesi dayatılan ve üzerine kuma getirilen kadınlara ne olacak?” ve söyleşiden çıktıktan sonra ekledi; “Bir başkası için neyin iyi olduğunu söyleyemezsin belki ama çocuğuna sadece sana göre iyi olan şeyleri öğretirsin. Mesela namaz kılmayı öğretirsin, oysa bu tam da sistemin yaptığı gibi bir dikte etme, dayatma şeklidir.”
 

Etiketler:
İstihdam