03/02/2015 | Yazar: Emre Korlu
Aciz sürtük!
Ne kadar uzağa gidebiliriz? Sen küçük bir kızla tufanı derinden sarsan kaç hava kompleksine maruz kalabilirsin? Ama yine de akvaryum balıkları kadar yakası süslü bir gelecek düşleyebiliriz,değil mi Arthur? Biz çok mutlu olabiliriz.
“Bu hafta sonu evleniyorum” diyene kadar ondan ayrılacağını ümit etmeye çalışıyordum. Gözlerimi ışığa dikip gölge oyunlarında ne kadar başarılı olduğunu düşünüp gülümsüyordum. Sessizliğimden yakınarak beni tavan arasına saklayan ve bana yeryüzünü yasaklayan ağzındaki milyonlarca dişten bir tanesine bile sahip çıkamayan, o adamı, annemin yedinci aşığını düşünüyordum. Hiçbirinin gözdesi olamamıştım. Annem, “onlar kendi çocuklarına bile kör gözle baktı; seni mi sevecekler?” deyip duruyordu.
“Şu haline bak!” Halimde ne vardı saçma sapan erkek atletlerini giymek zorunda bırakılan zavallının teki idim. Alt tarafı buydum ve içinde bulunduğum korkaklık hali açılmamı engelliyordu
Annemin on beşinde küçük oğlu olmak,Arthur’un gözünde eşcinsel yerimi korumak oldukça zordu. Her sevişmemizin ardından “bunu kimse bilmeyecek” diye tembihlemekten bıkmayan birine âşık olmak bile başlı başına yorucuydu.
“Kayıkları gözlerine bıraksam hiç şansları yok” diyor ve sürekli göz kapaklarımdan öpüyordu lakin aramızda geçenleri birilerine söylememi yasaklıyordu.Buna tam olarak bencillik dersem yanlış olur bu vahim bir aldanıştı daha çok, acınacak halde olduğunun kanıtıydı.
Ona anlatmaya çalışmıştım en azından bunu denemiştim. On beş yaşında bir kadın olduğumu, penisimi gördüğünde utandığımı, bambaşka şeyler düşlediğimi, sevgilisi Sofia gibi güzel olabileceğimi, bunu başarabileceğimi...
Ah ne çok şeyi ertelemiştim!
Bir defasında beni itip, başımı kollarıyla duvarın arasına alıp, “sakın değişeyim deme James,sakın değişeyim deme! Sen asla bir Sofia olamazsın ve ben sana âşık olduğum gibi, ona asla tutunamam.”diye yüzüme karşı haykırmıştı ve her zamanki sessizliğimle ağlamıştım.
Yirmi yaşında biri için üzerine giyindiği smokin oldukça saygındı. Sofia, annemin deyimiyle bir kuğu kadar zarif olmuştu. Üzerimdeki saçkıdan bozma takımla oldukça erkektim ve Arthur’un müstakbel eşinin yanağına doğru yaslanarak gözlerimin içine tutku içinde bakışını izliyordum. Onu kimse bu evliliğe zorlamamıştı; kimse saçma müzik aletlerinin gölgesine ve sesine takılıp Sofia ile uzaklara gitmesine engel olmamıştı bunu düşünmemişti bile lakin Sofia, Katolik inancının tüm gereğine bağlıymış gibi gözüküp, Arthur’u tamamen elde etmeyi başarmıştı veyahut öyle sandı.
Aylar geçmişti ve Los Angeles’tan gelen çağrıyla sesindeki derin özlemi hissetmiştim. Beni özlediğini söyleyip oluşturduğu müzik grubuyla övündüğünden bahsediyordu.
Gerçekten de karısıyla birlikte güzel işler çıkarmıştı; bu zaferi kutlamak için haklı nedenleri vardı.
“Geleceğim James. Sana sarılmak maksadıyla geri döneceğim. Sana masallar anlatmak için ve beyaz tavşanlardan pembe burnunu öpmek için duvarlarına resimlerini astığım bu kışı da atlatacağım.”
Bunları okurken o toz pembe yatağımda uyuyordu. Üzerimdeki sabahlığımla irileşmemiş memelerimi kapatmaya çalışırcasına kapıya hızlıca vurup bağıran Sofia’yı dinliyordum. Kilitli kapının ardından çığlıkları kulağımı tırmalıyordu.
“Alçak James! Sen lanetlisin. Başkalarının kocalarına hükmeden bir fahişeden başka bir şey değilsin. Aç şu kapıyı aç ki o zavallı yüzünü herkes görsün!”
O rüyanın asıl sahibisin Sofia, İsa seni kutsasın(!) deyip Arthur uyurken odadan çıkıp gidişimi hatırlıyorum. Kaküllerim mavi gözlerimin üzerine düşerken, saçımdan sarkan beyaz tüylerin dokunuşunu hissedebiliyordum ve Sofia boğulurcasına ardımdan bağırmaya devam ediyordu.
Aciz sürtük!
Etiketler: