17/02/2015 | Yazar: Leyla A.

Kadınlara, LGBTİ’lere ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin hiçbir bahanesi, dayanağı olamaz.

Anlatacağım çünkü bilinmesini istiyorum. Benim de, çoğu kadın, LGBTİ ve çocuk gibi, erkek şiddetine ve tacizine maruz kaldığımın bilinmesini istiyorum. Utanmak istemiyorum. Utandırmak istiyorum. Yakın çevremdeki erkeklerin, tanımadığım erkeklerin, küfür eden erkeklerin, sokakta gördüğüm erkeklerin, televizyonda izlediğim erkeklerin, meclis sıralarında siyaset yapan erkeklerin, bizi ve çocuklarımızı eğiten erkeklerin, bürokrasi koltuklarında oturan erkeklerin, trafikteki erkeklerin, güvenliğimizi sağlamakla yükümlü erkeklerin, bizi bir yerden bir yere araçla götüren erkeklerin, damacana sularımızı getiren erkeklerin, çöpü toplayan erkeklerin, fabrikalarda ter akıtan erkeklerin, biramızı getiren erkeklerin, para sayan erkeklerin, seven ve âşık erkeklerin, tüm erkeklerin, hepsinin, istisnasız, utanmasını istiyorum! Ben utanmak istemiyorum. Bu yüzden anlatacağım,                                           utancıma inat.
 
Anlatacağım olayı, başıma geldikten uzun süre sonra düşündüm. Sanırım ilk olduğunda, üzerine kısa bir süreliğine düşünüp derinlere bir yerlere gömdüm. Sanırım hem korkmuştum hem utanmıştım, hem de ciddi bir fiziksel şiddete maruz kalmadığım için (çok ama çok şanslıydım) unutup gitmenin daha yararlı olacağını düşündüm. Olayın kendisini bölük pörçük hatırlamamın sebebi bu olabilir. Şu anda düşündüğümde sanki benim başıma gelmiş gibi değil de, bir filmde izlediğim bir sahne gibi hatırlıyorum daha çok. Veya uzun yıllar aklımda kalan gerçekçi ve kötü bir rüya gibi.
 
Yazdı, sanırım 13 yaş civarındaydım ve yakın bir arkadaşımın ailesi ve benim ailem birlikte Sinop’a gitmiştik. Arkadaşımın babasının evi vardı, onlar orada kaldılar, ben, annem ve babam bir otelde kaldık. Artık bir “teenager” olduğumdan herhalde, annemler bana kendi odalarının hemen yanında başka bir oda tuttular. Kendimi çok büyümüş ve bağımsız hissettiğimi hatırlıyorum. Gizli gizli sigara içmeye başlamıştım o sıralar, bu yüzden kendi odamın olmasına ayrıca sevinmiştim.
 
Ya ilk ya da ikinci gün, ben odanın balkonundayken, muhtemelen gizli gizli sigara içerken, yan odada kalan bir erkek (belki 30-40 yaşları arasında [çocukken herkes daha yaşlı görünür, bu yüzden yaşını kestiremiyorum]) hemen bitişikteki balkona çıktı. Biraz konuştuk - ama ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum, biraz rahatsız olduğumu hatırlıyorum - ve ben içeri girdim. Zaten sonra da gezmek için ailemle ve arkadaşımın ailesiyle hep beraber dışarı çıktık. 
 
Döndüğümüzde hava kararmıştı, odamda oyalanıp yattım. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama aniden uyandım ve mememe dokunan bir el hissettim. Yavaşça döndüm ve gördüm ki yan odadaki adam yatağımın kenarına oturmuş. Bana kendisiyle seks yapmamı teklif etti. Ne dediğimi hatırlamıyorum ama adam balkondan yan tarafa kendi odasına atladı, gitti. Bir süre dondum kaldığımı hatırlıyorum, sonra kalkıp balkonun kapısını kitlemeye çalıştım. Bana çok uzun gibi gelen bir süre yatakta döndüm dolaştım, uyumaya çalıştım. Tam dalarken adamın tekrar odaya girdiğini fark ettim. Daha ısrarcı olduğunu hatırlıyorum, beni ellemeye çalıştığını. Bu sefer, gitmezse çığlık atacağımı, babamı çağıracağımı söylediğimi hatırlıyorum. Adam korktu herhalde, gitti. Tekrar kapıyı kitlemeye çalıştım, kitlenmediğini fark ettim, kapılar nemden, sıcaktan şişmişti herhalde. Yatağıma oturup, çarşaflara sarınıp gözümü balkon kapısına dikerek sabah olmasını bekledim. Ondan sonra tatilimiz boyunca hep arkadaşımın evinde kaldım, tekrar otele dönmedim. Kimseye bir şey anlatmadım.
 
Yıllar sonra bu olayı tekrar hatırladığımda, neden anneme babama hemen haber vermediğimi, neden ilk anda çığlığı basmadığımı, adam nasıl anladı tek başıma olduğumu, ona bu konuda bir şey söyleyip söylemediğimi, neden ikinci kere geldiğini, onu bir şekilde teşvik edip etmediğimi çok düşündüm ve bazen adama, bazen de kendime kızdım. Sonra biraz daha büyüdüm ve feminizmle, kadın hareketleriyle, kadın haklarıyla tanıştım. Artık biliyordum tacizin, tecavüzün, erkek şiddetinin hiçbir haklı dayanağının olamayacağını. Ama içimdeki utanç duygusunu atamadım. Hâlâ daha aileme bunu anlatmadım. Sadece çok yakın çevremdeki birkaç arkadaşımla paylaştım bunu.
 
Ve şimdi biliyorum neden çığlık atmadığımı, neden sesimi çıkarmadığımı, neden aileme koşmadığımı, neden kimseye anlatmadığımı: korkuyordum. Bana kızmalarından, beni cezalandırmalarından korkuyordum. Suçlu olmaktan korkuyordum. Ve utanıyordum, böyle bir olay başıma geldiği için utanıyordum, çünkü bir şekilde bir şey yapmışımdır. Ve hâlâ utanıyorum, bunu yazarken duraksadığımı, utandığımı hissediyorum. Bu yazıyı sizinle paylaşmak için gönder düğmesine basarken de utanacağımı biliyorum. Siz bunu okurken de utanacağımı biliyorum. Ve aslında başıma gelen bir sürü irili ufaklı başka olayların da utancı bu. Arkadaşlarımın başına gelen olayların da utancı bu. Sokak ortasında, güpegündüz kadınların başına gelen olayların da utancı bu. Özgecan Aslan’ın başına gelen olayın da utancı bu. Bu “olaylar”ın hepsi politiktir ve herkes sorumlusudur!
 
Bu tür “olaylar”ın anlatılmaması gerektiğini düşünenler de var. Ben ise teşhir edilmesi gerektiğini düşünüyorum, çünkü kadınlara, LGBTİ’lere ve çocuklara yönelik her taciz, her tecavüz, her cinayet politiktir. Kişisel olan politiktir! Bu yüzden anlattım, çünkü hafızamın kıyısında köşesinde kalmış kötü bir anı değil, katmerli bir kıskacın sonucunda yaşadığım bir travmadır bu! Türkiye’deki binlerce kadının, LGBTİ’nin ve çocuğun yaşadığı gibi. Bu yüzden teşhir ediyorum, bana ve başkalarına yapılanları teşhir ediyorum; artık ben utanmayacağım! Korkmayacağım! Susmayacağım! Yeter! Bizi utandıranlar, susturanlar, korkutanlar, tekmeleyenler, dövenler, tecavüz edenler, bıçaklayanlar, yakanlar, öldürenler utansın! Failleri serbest bırakan, ceza indirimi veren, sırtlarını sıvazlayanlar utansın! Bu tutumu meşru kılanlar utansın! Artık ben utanmıyorum! Korkmuyorum! Susmuyorum!
 
Bir kadın olarak şunları düşünüyor ve savunuyorum:
 
Kadınlara, LGBTİ’lere ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetin hiçbir bahanesi, dayanağı olamaz. Hani hep deniyor ya, açık giyindi, alkollüydü, “orospuydu”, kırıtıyordu, kıkırdıyordu falan; bunların hiçbiri bir savunma değildir. Bir kadının seks işçisi olması, gece tek başına yolda yürüyor olması, mini etek giymesi, veya flört etmesi, veya “hak ediyordu” dedirtebilecek herhangi başka bir davranış biçimi erkek şiddetini haklı çıkarmaz, çıkaramaz. Herkes istediği gibi yürür, flört eder, giyinir, hatta seks yapar ya da yapmaz. Bu kendi inisiyatifidir ve bireyin özgürlüğüdür. En azından böyle olmalı.
 
Kadınlara, LGBTİ’lere ve çocuklara yönelik erkek şiddet ve tacizi, fail açısından din, dil, ırk, sınıf, yaş açısından bir fark göz etmez. Faillerin hepsi erkektir. Müslüman, Türk, beyaz, yaşlı, Hristiyan, işçi, Hintli olması fark etmez. Erkeğin önündeki sıfatlar önemsizdir. Bu yüzden bu tür sıfatlar üzerinden bir polemiğe girmek yanlıştır ve hatta suçun üzerini örter.
 
Kadınlara, LGBTİ’lere ve çocuklara yönelik erkek şiddeti münferit bir davranış biçimi değildir. Sıklıkla haberlerde ve gazetelerde faillerin uyuşturucu, alkol kullandığını veya cinnet geçirdiğini veya akıl sağlığının yerinde olmadığını duyar okuruz. Bu erkek şiddetinin bireysel bir suç gibi görünmesine neden oluyor, hâlbuki doğrusu tersidir. Erkek şiddeti toplumsaldır ve politiktir. Sistemin kapitalist, ataerkil ve devletçi sarmalında çok katmanlı hale gelmiştir, büyümüştür, serpilmiştir ve en önemlisi görünmez kılınmıştır. Hiçbir erkek şiddeti içeren vaka münferit değildir, bireysel değildir.
 
Erkek şiddeti idamla, hadım etmeyle çözülebilecek bir iş değildir. Hukuk çerçevesinde cezalandırılmalıdır. Elbette devletin ve hukukun ataerkil ve erkeği koruyan özelliğinin olduğunu biliyorum. Bu yüzden de devlet suçtan muaf değildir. Yapılması gereken şey, bugün olduğu gibi, baskı yaratmak, mücadele etmek, haykırmak, susmamaktır. Adil bir yargılama ve hukuki süreç ve ceza için baskı oluşturmak ve mücadele etmek lazım. Bu mücadeleye de bir şekilde feminist/profeminist erkekleri katmak lazım. Ayrıca yasaları kadınları, LGBTİ’leri ve çocukları koruyacak şekilde hazırlamanın yanı sıra, erkek şiddetini önleyecek biçimde hazırlamak ve uygulamak lazım. Yoksa heteroseksüel erkekler dışındaki tüm insanları çeşitli “korumacı” köşelere hapsedersiniz. Oysa her yer hepimizin. Bugün meydanlarda, sokaklarda olduğu gibi.
 
Erkek şiddetine karşı mücadele, cinsiyet mücadelesi bir klişe değildir. İşçi hareketini bölen bir mücadele değildir. Ama aynı zamanda işçi hareketiyle, devrimle çözülebilecek bir sorun da değildir. Kendi mücadele alanını gerektirir ve bu alan küçümsenecek, aşağılanacak, dalga geçilecek, gülünecek bir alan değildir. Bu mücadeleye cinsiyet mücadelesi veren herkes dâhil olmalı ama hetero erkekler hadlerini bilmelidir. Söz söyleme, fikir beyan etme hakları vardır elbette, ama bizim yerimize ve adımıza konuşmaya, sesimizi bastırmaya, karar vermeye hakları yoktur.
 
Özgecan Aslan ve daha nicelerimize yapılan bu vahim ve hunhar suçların tekrar gerçekleştirilmemesi için, hep birlikte mücadele etmeliyiz. Mücadelemiz, vahşetiyle kalbimizi parçalayan suçlar kadar, görünmeyen, gündelik, kanıksanmış, “masumane”, her gün tekrar tekrar karşılaştığımız suçlara karşı da olmalı. Çünkü yeter! Erkekler yeterince kadın, lezbiyen, gey, trans, travesti, interseks, seks işçisi, çocuk ezdi, dövdü, öldürdü! Yeter! 

Etiketler:
İstihdam