14/10/2011 | Yazar: Melek Göregenli

Gelecek yok! Eğer bu günü nasıl anlayacağımı bile bir başkası belirliyorsa ve bu günümün her anını nasıl yaşayacağımı... Kürenin ya da üçgenin içinde olmak neyi değiştirir ki, selin sizi alıp götürmesine engel olamıyorsanız...

Modernleşme, insanı o en büyük günahtan ya da günaha girme korkusundan kurtardı. İster dinsel bir anlam yükleyin bu günah işine ister dünyevi, modernleşmenin tarif ettiği birey seçme’kten ve bu seçim sırasında alternatifleri yalnızca kendi kaynaklarından hareketle oluşturmasına dayalı bütünüyle kişisel bir sorumluluk ve günahtan kurtuldu. Dine, ritüele, geleneğe, doğaya, kişisel olana ait ne varsa yani kısaca büyülü ve sihirli olana dair ne varsa yerini yasaya bırakarak ve karşılığında insanlara teknoloji, modern kentler, iş güvencesi, boş zaman, güvenli seks, tek kadın, tek adam, vaktinde uyuyup uyanan çocuklar, yıllık izinler, kişisel ofisler ya da makine karşısında birlikte üretimin bir parçası olmak, eğitim, sağlık, ne gerekiyorsa onun güvencesi ve mutlaka siz pek bir şey yapmasanız da nasılsa gelecek olan ortalama bir gelecek sunularak, büyüsünden sıyrılmış, salt akla dayalı bir dünya tasavvuru yaratıldı. Yasa, karşısında, içeriği, doğası ve boyutu ne olursa olsun bir kollektif’e değil tekil bir şeye ihtiyaç duyardı. İşte o, kendisine, insanın asla onsuz yapamayacağı ama modernizmle birlikte vazgeçmek durumunda kaldığı yeni büyü’ler yüklenerek icat edilen kibirli, mahrem, yalnız, haklarla donatılmış, eşit, özgür "birey" o zamanlar icat oldu. Yani insanın birey halleri öyle efsunlu nitelikler taşır ki, modernizmle birlikte tarihin çöplüğüne terkedilen tüm eski, dolayısıyla geri var olma biçimleri, ortalığı saran müthiş Aydınlanmanın şavkıyla görülemez olur. Birey olmanın ışığı yakar gözlerinizi. Öyle bir özgürlüktür ki bu, tümüyle kamusal sözbirliklerine dayalı öyle bir "yasal ağlarla ördük tüm dünyayı her yandan" durumudur ki, insanlar bu birey olma ve hayatın karşısında yapayalnız olma durumundan öylesine bunalabilmişlerdir ki, Fromm’un değişiyle öyle bir "özgürlük korkusu" na kapılmışlardır ki, kurtar bizi Hitler haykırışlarıyla, modernizmin en büyük iddiası modern kentlerin, acayip modern kamusal alanlarını, hiç de birey’lere yakışmayacak ilkel ritüellerdekine benzer en insanlık halleriyle, isteri çığlıklarıyla doldurmuşlardır. 

Bunlar benim laflarım değil, modernliği anlamaya çalışan ve şimdi de modernlik sonrası hatta belki post’u nun da sonrası "küreselleşme"yi anlamaya ve anlatmaya çalışanların sözleri, en azından fikirler onların. ½imdi düşünüyorum da benim Bakkal Metin ve Mete kardeşler ne kadar modern’leştiler ve şimdi de ne kadar küreselleşiyorlar.. O modernliğin müthiş mit’i mahremiyet onlar için ne ifade eder ve şimdi de küreselleşmeyle sanki yeni bir şey oluyormuş gibi çığlık çığlığa haykırdığımız "gözetleniyoruzzz fena halde!!! " feryatları bir fısıltı bile yaratır mı onların hayatlarında. Bir büyük kentin, hem de belki de modernleşmeden önce de bu vatan toprakları, oldukça "modern" olan bir büyük kentin, büyük bir mahallesinde bir bakkal dükkanı işleten bu kardeşler için ne anlama geliyor bütün bunlar... İnsanların numaralanması, alışveriş merkezleri, kentsel kamusal –karşılaşma- mekanlarının yok oluşu, psikolojik testler (yani, işe alınırken çocukluğunuz elinizden alınıveriyor ya kaş göz arasında), küresel ekonomik anlaşmalar, periferik ülkelerin giderek yoksullaşması ve tabii teknoloji hele de internet teknolojisi, boşlukta salınan sözcükler –ki biri onları da gözetleyebilir-, ulus devletler çağının kapanması (yerine açılan çağ ne? Ben hala ulus devleti fena halde hissediyorum da), yerel’in güçlenmesi, genetik teknoloji, daha neler neler... yazmaktan sıkılıyorum doğrusu.

Birileri, bir yerlerde birey olun eyy insanlar dedi, şimdi de hikaye bütün bunlar, bir bok olamazsınız ben izin vermezsem, eğlenin işte orada burada, küre benim elimde siz de içindeki milli piyango topları gibisiniz mi diyor? Sel aldı mahremiyet’lerinizi, kürenin içini suyla doldurdum, amiplere dönüştünüz... 

Bu ne tür bir belirlenimcilik anlayışıdır, belirleyemiyorum ben. Ya da onlar beni ve Metin’i ve Mete’yi belirleyemediler, nasıl oldu da kürenin dışında kaldık biz? Metin, bana babasının saçlarını uzattığı için ona kızdığını, ibneler gibi dolanmaması gerektiğini, elaleme onu rezil ettiğini söylüyor, konuş hocam onla, seni dinler diyor ve Mete’yle –o evli, barklı bir aile babası- bir türlü konuşamadığından, aslında bu dünyada pek de kimseyle konuşamadığından yakınıyor ve küreden ve sel’den nasibini almamış – ya da öyle sanan- mahallemizin köşesindeki internet kafe’de çettirirken ne zaman mesleğini söylese kızların kaçtığından yakınıyor. Ben ona, çettirmenin sağlıksız bir şey olmadığını söylüyorum –o, hep sağlıkla ilgili şeyleri benim en iyi bileceğimi sanıyor da. Senin kurduğun dünya gerçektir diyorum, gerisi yalan... yalan dünya diyorum, her şey bomboş, yolcu sarhoş, hancı sarhoş. Gözetlenebilme ihtimali umrunda mı Metin’in. Orada bilmediği, görmediği, mekansız, uzaysız ama sözcüklü bir kadın ona "seni seviyorum ben.." diyor, Metin’in o anda bedenini sarıveren o sıcaklığın Ortaçağ şatolarında yaşanan aşkların diyelim ki kahramanları, Simone’yle Bernard’ınkinden ne farkı var? ½imdi Massaçuset’te yaşayan –Massaçuset olması şart, var mı böyle güzel şehir ismi?- David’e bakalım. Modernleşmenin, hatta küreselleşmenin mucidi anavatanında yalnızlıktan geberiyor. Tüm dünyanın yoksul halklarının, münbit coğrafyalarının ona sunduğu refah dolu, yasalı, mahremiyetli, insan haklı, en yurttaş hayatını yaşıyor. Köpek gibi çalışıp, hafta sonu deli gibi alışveriş edip, deliler gibi içip, kuralları ihlal etmediği sürece, yasalarla başını derde sokmadığı sürece, birey o. Evliyse haftasonları seks yapıyor, bahçeli, köpekli evinin, uysal çocuklarının tadını çıkarıyor. Gözetleniyor, kaydediliyor, biliniyor, birey o. Batı’da işlenen suçlara bakın, bebek bakıcıları salçalayıp çocukları fırına veriyor; tecavüz edilmiş cesetlerle örülmüş duvarlar yıllar sonra bulunuyor; dakikada bilmem kaç kadına metro istasyonlarında, nehir kenarlarında, işlek caddelerde tecavüz ediliyor ya da birisi bir virüs icadediyor ve çökertiyor kürenin sistemlerini (makinasının başında nasıl bir hazla kurulduğunu hayal edebiliyorum); bu topraklarda bir yandan kadınlar hala, köy meydanında bir yabancıyla konuştuğu için, aile meclislerinde yargılanıp idam ediliyor, delikanlılar aşktan sadece bıçak kullanıyorlar hala sevdiklerine, kendileri içinse jilet...

Bir yandan da başka coğrafyalarda maymunlar dükkanları işgal ediyor, inekler modernleşmenin kentlerinin meydanlarında kuruluyor, Iraklı, şuralı buralı göçmenlerin yüzyıl önce Norveç’ten Amerika’ya gemilerle geçmeye çalışan insanlardan ne farkları var, özellikle yakalandıkları anda o gemilerden inerlerken, çoluk çocuk, perişan.. Evet onlar sarışındı, bunlar kara ve Metin için "İlbeyyy, Zorbeyyy, canımm arkadaşlarım benimm.. Nayırrr .." diyerek yerde yatan arkadaşlarının cesetleri başında sızlayan Cüneyt Arkın, hala hayatı en iyi tarif ediyor.

Bütün bunların anlamı ne? Yok öyle küreselleşme falan demiyorum, bakalım işimize biz de demiyorum. Dediğim şu: İnsan, sadece birileri oralarda ileri teknolojik oldu ya da dünyada bazı ülkelerin sahip olduğu bazı şeylerde bazı değişiklikler var ve bu durum da bütün dünya düzenini ve bu düzene ilişkin gelecek projelerini değiştirdi diye ne birdenbire "birey" olmuştu, ne de şimdi kürenin döne döne yarattığı sele kapılıp gidecektir. Bence insanı belirleyen, başta diğer türlerle paylaştığı ya da paylaşmadığı özellikleriyle doğası, birey olsa da olmasa da onu hep derinden ilgilendiren diğer’i, bu dünyanın neresinde hangi coğrafyalarda bulunuyor olduğu gibi pek çok şey var. Mahremiyet ihtiyacı, protestan ahlağın asla uğramadığı topluluklarda da vardı, çocuklar belli bir yaşa gelmeden cinsel ritüelleri izleyemezlerdi; şimdi web’te çocukları pornografiden koruyan -sözde- teknolojinin işlevini o zaman sazlar ve kargılardan yapılmış doğal engeller görüyordu. 
İnsan, daha doğrusu bu çok yönlü ve genellikle adı başkalarında saklı olan ve birdenbire söyleniveren her çağda, belirlenmişliğine müdahale edebilen insan, kendi büyüsünü, kendi alanını, kendi düş dünyasını kurdu; bu gününü doğru anladı kendince ve gelecek düşlerini yitirmedi. 

Gelecek yok! Eğer bu günü nasıl anlayacağımı bile bir başkası belirliyorsa ve bu günümün her anını nasıl yaşayacağımı... Kürenin ya da üçgenin içinde olmak neyi değiştirir ki, selin sizi alıp götürmesine engel olamıyorsanız...


Etiketler:
İstihdam