28/05/2013 | Yazar: Emre Korlu
Sufi, ‘Arkandalar!’ diye bağırmasa sanki arkamda olduklarını anlamayacağım(!) Neredeyse peşimden gelenlerin koşmaktaki amaçlarının boşalmak olduğuna inanmak üzereyim(!)
Sufi, “Arkandalar!” diye bağırmasa sanki arkamda olduklarını anlamayacağım(!) Neredeyse peşimden gelenlerin koşmaktaki amaçlarının boşalmak olduğuna inanmak üzereyim(!)
Kollarımın içinde şişip duran şeyleri boşuna taşıyormuşum izlenimi yaratmaya çalışıyorum. Sufi, “bak böyle adamlar hemen öldürmez; süründürür” diyor. Yüzümdeki duman izini dirseğimle silmeye çalışarak “ ha *iktir oradan” diye karşılık veriyorum.
Ben o adamlara ne yapmış olabilirim? Mekanlarında küçük bir tatsızlık çıkarmış olabilir miyim? Evet sanırım bu! Ben onları kızdırdım. İki dangalak, kadınlara sürtünüp durmasalardı; inanın bunu yapmayacaktım.
O kadınların yüzlerinde babamla sevişmek istemediğinde annemin yüzünde beliren hoşnutsuzluk hali vardı. Rahatsız oldum ve kavga başladı. Sonra baktım öleceğim; Beyoğlu’ndan Tarlabaşın’a doğru koşarken buluyorum kendimi.
Sufi a ya da p cinsel hayatı fazla önemsemeyen bir gey. Anlayacağınız harflerle sorunu yok. Beyoğlu’nda üçüncü sınıf esnaflarla takılıyor. İyi oral seks yaptığı için “emici” diyorlar ona. Buna anıra anıra gülüyoruz. “Emici ne lan?” diyorum. Basıyoruz kahkahayı…
Sufi ya! Bizim Sufi, bir kez olsun başı okşanmamış; 17’sinde evlendirilmiş 18’inde bıçaklanmış 20’sinde kışlada cinsel yöneliminden dolayı milletin maskarası olmuş, tecavüze uğramış.
Sufi ya! Bizim Sufi, bir kez olsun başı okşanmamış; 17’sinde evlendirilmiş 18’inde bıçaklanmış 20’sinde kışlada cinsel yöneliminden dolayı milletin maskarası olmuş, tecavüze uğramış.
Bir apartmanın karanlığına saklanıyoruz. İki adam dört ayak sesi, dört nala koşuyorlar. Sufi konuştukça konuşuyor. “Yakalanacağız!”
Yakalanmıyoruz.
***
Yakışıklı olduğumu söylüyorlar. Babam ise bir boka yaramadığımı söylemek de ısrarcı…
Zamanla tüm iltifatlara alışır hale geliyorsunuz. Nasıl bir yüzsüzlük oluşuyor üzerinizde anlatamam.
Tarlabaşında trans kadınlara laf atanların hesabı benden soruluyor. Bir işte sürünmektense mazlumun hakkını korur; kollarım daha iyi.
Herkes gitsin hayatımdan ama...
Bir Sufi kalsın!
Sufi’yle Beyoğlu’nun arka sokaklarının birinde tek göz odalı bir evde yaşamaya başlıyoruz. O müşterileri eve davet ediyor. Bu durum ilk başlarda canımı sıksa da sonra alışıyorum. Yanımda yaptıkları bile oluyor. Bilirsiniz, porno izlemek başlarda cazip gelir. Sıradanlaşması ise an meselesidir. Ben üzerimdeki boxer ve atletle onu çoktan sıradanlaştırdım. Müşteriler Sufi’ye bakıp beni göstererek, bu hep burada olmak zorunda mı? Diye sorduklarında adamların ağızlarını burunlarını dağıtmamak için kendimi zor tutuyorum. Ekmek teknesi dağıtılır mı hiç?
Dağıtmıyorum.
***
Ulan tel ile boğuyorlar onu. Nefesini kesene kadar boğuyorlar lan! Yatakta yüzüstü boğuyorlar!
Kimse gelmedi cenazesine, kimsesizler mezarlığına gömüldü. Mezarının başına ince bir levha koydum ve üzerine "Sufi" yazdım. Cinayetle ilgili soruşturma başlatıldı. Zanlıyı bulamadılar. Bulsalar da göz ardı ederlerdi zaten. Yani, kim vurduya gitti Sufi.
Vuruldum.
İnsan kılığından çıkıp başka bir şeye büründüğümü fark ettim. En yakın arkadaşımın,
can dostumun, yokluğu hayatın ortasına işememe neden oluyordu. Yemeden içmekten kesilmiştim. Barlarda çalışmaya başladım. Bana seks teklif eden kadınların yataklarından geçtim. Bu mesaiye dahil değildi.
***
Bir süre o tek göz odalı evde tek başına, hiç dışarı çıkmadan, yaşamayı denedim.Atıştırmalıkların yanı sıra bol miktarda sigara ve alkol tüketmeye başladım. Pencerenin karşısındaki eski binaya baktıkça hafızamın köreldiğini hissediyordum. İntiharın acizlik olduğuna inanmasam, kendimi çoktan öldürmüş ve cesedimi farelere yem etmiştim.
Çok sonraları onu gördüm. Saçları simsiyahtı ve boya değildi; bundan eminim. Oturduğum apartmanın girişinde başını dizlerine yaslayıp ağlıyordu. Yani;aslında garip sesler çıkarıyordu. Homurdanmaya benzer sesler...
Kızlarla aram iyi değildi. Hiç de iyi olmamıştı. Aşık olduğum da karşılarında konuşamamak gibi bir engelim vardı.
Bu öylesine biriydi işte. Terliklerimi ayağıma geçirip üstünkörü kapı tarafına yöneldim. Yanına yaklaşıp yaklaşmama konusunda tereddüdüm vardı. Kim kapısının eşiğinde sürekli zırlayan biri varken, rahat olabilirdi ki?
Rahatsızdım.
***
Rahatsızdım.
***
Bazı insanlar sırf rahatsız olmak için doğar bunu biliyor muydunuz? Niye bu yargıya vardığımı size daha sonra söyleyeceğim. Sizi açgözlü olmamaya alıştırma çabaları bunlar...
“Bana dokunma!” çığlıkları üzerine “of ne halin varsa gör!” diyecekken zor tuttum kendimi.
“Yağmur yağıyor. Birazdan kıçını koyduğun basamak bile çamur olacak; burada oturmaktansa gel tozlu koltuğumda otur daha iyi.” dediğimde basıyor kahkahayı:
“Peki” kelimesi bir ıslık gibi çıkıyor dudaklarının arasından.
Odama geçiyoruz. Yani tam olarak ev demek bana gülünç geliyor. Ev dediğinin birkaç odası olur. Bunda o yok ama Sufi’den bana kalan anıları saklamak da bire bir...
Sevgilisiyle tartışıp Beyoğlu’ndan Tarlabaşı’na yürümüş mü, öyle bir şey işte.
"Neyse şimdi dinlen sabah istersen gidersin" diyorum.
Hangi ara bu kadar duygusuz oldum? bilmiyorum. Ne zaman insanlığı unuttum?
Ailesini uzaklarda bırakmış ve birinin sevgilisi olmuş sonra kapıya konulmuş bir insanın çaresizliğini hangi ara göz ardı etmeyi öğrenmiş olabileceğimi düşünüyorum.
Sufi geliyor aklıma.
Aklını başına al diyor.
***
Ekmek kızartma makinesi ile karşımda duruyor. "Gülfem, bu ne?" dememe kalmadan:
"Bak bununla ekmekleri kızartıp üzerine yağ ve reçel süreceğiz; harika olacak" diyor. Uzun zamandır ilk kez gülümsüyorum. Bu kız bana iyi geliyor.
***
Ekmek kızartma makinesi ile karşımda duruyor. "Gülfem, bu ne?" dememe kalmadan:
"Bak bununla ekmekleri kızartıp üzerine yağ ve reçel süreceğiz; harika olacak" diyor. Uzun zamandır ilk kez gülümsüyorum. Bu kız bana iyi geliyor.
Bir zaman sonra onunla güzel vakit geçirdiğimi fark ediyorum. Bu bana mutluluk veriyor. Bana ailesini daha az özlediğinden bahsediyor. Ailesini araması konusunda onu ikna etmeye çalışıyorum. Kum torbasının üzerinde kollarımı daha da kuvvetlendirmeye çalışırken üzerimde kalan gözlerini hissediyorum.
"Niye hiç soyunmuyorsun? "
Dönüp yüzüne bakıyorum. Neden bilmiyorum ama onu kaybetmekten korkuyorum kendimi korumaya almam gerektiği fikrine kapılıyorum. Benimle sevişmek mi istiyorsun? diye soruyorum. Tokat atıyor. Bir daha da sormuyor.
Artık dışarıdayım. Okuluna gidip geliyorum ve onu ders bitimine kadar beklemek hoşuma gidiyor. Garip şeyler oluyor içimde. İsimlendiremediklerim...
Sevgili dışında her şeyiz.
Her şeyim.
***
Bazı insanlar sırf rahatsız olmak için doğar bunu biliyor muydunuz? İşte şimdi geldik bu noktaya. Tüm kurallı cümlelerin içine edip bu hikâye’yi ortaya dökerken, başta söylemediğim şeyi yinelemek isterim; ben o bazı insanlardanım…
Gülfem’e hayal kırıklığı yaşatmak gibi bir niyetim yoktu. O yüzden donumun içindeki çorabı çekiştire çekiştire ve tüm gün sırtıma ağrı yapan bandajı hiç olmazsa evimin içinde çıkaramamanın azizliğine uğrayarak yanında rahatmışım gibi davranmaya çalıştım.
Biyolojimi bir kadının yanında, yastığın altına ekmek saklıyormuş gibi sakladım. Bir halta yaramayan toplumsal cinsiyetimin bir maske olduğunun transseksüelliğe bakış açısının ne olduğunu bilmediğim bir kadına pat diye anlatmam mümkün değildi.
Islak kek
"Kek sever misin?" dedim. Çok ayıp bir şey sormuşum gibi yüzüme baktı ve "aşk" dedi. Bunun başka bir dilde "evet" anlamına geldiğini zannettim. Ne bileyim daha önce hiç böyle karşıma çıkmamıştı.
Yanıma yaklaşıp "Mithat’ın aramalarına kafa yorma! Ben onu tanırım, arar arar ve sıkılır. Bu tek göz odalı evi sevdim, burada yaşamayı da..."
Mithat onu kapıya koyan sevgilisiydi; ben ise başka bir kapıyı açıp içeri buyur eden adam, Sadri.
***
Dudaklarındaki ıslaklığı tattığım da aşkın türkçedeki karşılığını ellerimde hissettiğimin farkına vardım. Her şey çok çabuk ilerliyordu. "Bacak aramdaki çorabın ve üzerimdeki bandajın açıklamasını yapmadan olmaz" diye mırıldanıp duruyordum. Zira, Gülfem sağır olmuş gibiydi; hiçbir şey duymuyordu. Işığı söndürdü.
Yatağa uzandık; Sufi’nin dev fotoğrafına karşın bacaklarını ikiye ayırdı. Ne yapacağımı bilemeyecek kadar heyecanlanmıştım. Sufi ise gülüyordu. Tanrım o ne alaycı bir gülüştü.
Vibratörü bulmak için yüz yıkama bahanesiyle banyo’ya gittim ve onu taktım. Gülfem’in hâlâ yatakta öylece beklediğini gördüm. Keşke kalkmış olsaydı. Yo, bunu yapmayacaktım. İktidarsız olduğumu söyleyecektim ya da buna henüz hazır olmadığımı...
"Saçmalama" deyip beni kendine doğru çekti. Ondan sonrasını hatırlamıyorum ama bir an kendime geldim. Gülfem’in üzerime fırlattığı yatak çarşaf vs.
Berbat bir sevişme deneyimiydi.
"Sen nesin böyle? Ben niye bu kadar zayıfım" deyip duruyordu.
"Dinle beni! Ben bir erkeğim." Onu sarsıp yineleyip duruyordum: "Ben bir erkeğim. Yanlış bedende doğdum. Hepsi bu!” yanıtını aldığında şu saçma tepkiyi verdi: Bu kadar kolay mı?
Nasıl yani, kolay olan neydi? Gülfem’in kolay olarak düşündüğü neydi? Aslında bana ait olmayan bir bedeni ondan saklamam mı? Peki ya, ruhum o ne olacaktı? Gülfem önümde dolgunca duran çoraba mı aşık olmuştu; bu muydu yani?
Aşkı aşk yapan, doyum sağlayan bir seks miydi?
***
Buz kalıbı
Hiç konuşmadığımız öğle sonlarından birinde; Gülfem’e evimi terk etmesini söyledim. Planladığım bir cümle öbeğinin ağzımın aralığından özgürce akıp gitmesine izin vermiştim. Pişman olmadım. Benimle ilgili hiçbir şey duymak istemeyen ve aynı evin içinde saklambaç oynamayı seçen biriyle daha fazla yaşayamazdım.
Aşk’tan çabuk yaka silktiğimi düşünmeyin ya da düşünün bilmiyorum. Lakin, o anlayışsızdı. Beni olduğum gibi sevmediğine inandığım biriydi. Her erkeğin penisle var olduğuna inanan bir şairdi. Asla şiirlerini okumadığım…
Ya da öyle zannettim.
Aradan aylar geçti veyahut yıllar, bunun ne önemi var! Gülfem, bir mektup yazmış ve bana postalamıştı. Yine şiirleridir diye geçirdim içimden. Okudukça kendisine çeken şiirleri…
Hayır kağıdın üzerinde yazılı olanlar şiir değildi. Gülfem, bana o geceden bahsediyordu. Karanlıkta farkına varmadığım penisinden!
Bu konuyu uzatmanın bir alemi yok! O günden sonra tüm aşıklar gibi sıradan bir hayatımız oldu ama sevgi dolu. Ve upuzun sevişmelerimiz...
Eksik değildik. Cinsel organın bize pembe ile maviyi yakıştırmasına izin vermedik. Önemli olan gerçekte ne olduğumuz, yani ruhumuzdu.
“Sufi’nin mezarına her gittiğimde ona yakışıklı erkeklerin bulunduğu porno içerikli dergiler götürüyorum. Onu çok özledim. Gülfem, tüm güzelliği ve zarafetiyle sabah kahvaltılarını ulaşılmaz kılıyor. Bize kimse ulaşamasın! Heteroseksist sistemin ve Türk Dil Kurumunun kurallarını (!) alaşağı etmeye bayılıyoruz.
Ailemle dün konuştum. Annemin sağlık durumu iyiye gidiyor. Hayatımda Gülfem’le başlayan ve iyi giden öyle çok şey oldu ki...
Etiketler: