17/10/2017 | Yazar:

Kendimden ve tanıdığım birçok kişiden biliyorum, birlikte olup sokakta, yolda, parkta ve dışarılarda el ele tutuşamamanın, bu gizli yasağın kalplerimize vurduğu zinciri.

LGBTQ+ hareketinde yer alan hemen hemen toplumun ahlak kurallarını sorguluyor. Sadece bir kadınla bir erkeğin arasında geçebileceğini düşündüğümüz cinsel ya da duygusal birlikteliğin bu kalıpların dışında da yaşanabileceğini vurguluyor. Cinsiyet kalıplarını sorguluyoruz, doğduğumuz anda bize giydirilen cibinliğin rengini sorguluyoruz. Yani iş bizi yargılayanlara, sorgulayanlara ve varlığımızı görmezden gelenleri sorguluyoruz. Bize atfettikleri küfürleri, hakaretleri ve basmakalıp yargıları yıkmaya çalışıyoruz.

Peki, biz ne zaman kendimizi sorgulayıp eleştireceğiz?

Kimliğimizi ve yönelimimizi sorgulamaktan bahsetmiyorum.

Nasıl davrandığımızı sorgulamaktan bahsediyorum…

Bu yazıyı yazarken ben kendimi sorguluyorum. Ben burada kimim ki başkalarına doğrunun ne olduğunu göstermek gibi bir vaziyete kendimi layık görüyorum? Çevremde benim gibi olan insanların tuhaf ve yargılayıcı bakışlarıyla karşılaşıyorum birazdan yazacaklarımı dillendirince?

Normsuzluğun bana ‘Eleştiremezsin, eleştirmemelisin, karışamazsın’ gibi tezatlık oluşturan bir normu önüme koymasına nasıl izin verebilirim ki?

Dilimi uzatacağım konu nasıl sevdiğimiz. Daha açık konuşmak gerekirse nasıl sevemediğimiz. İnsanın kendini sevmesinden bahsetmiyorum, bir başkasını sevmesinden bahsediyorum.

Gerçekten toplum mu bizim sevmemize engel oluyor? Yoksa, biz gerçekten sevemiyoruz ve bunu topu topluma atarak mı rahata eriyoruz? Bir azınlık grup olarak, aşkı geçtim, sevgi ve sahip çıkma bağlarımız neden bu kadar eksik? Neyden korkuyoruz? Gizliliği bahane edelim. Gizli olduğumuz için, başkalarından gerçek renklerimizi kaçırdığımız için mi sevgiden yüreğimizi esirgiyoruz?

Peki cinsellik neden bu gizliliğin bir kurbanı olamıyor? Kapalı kapılar ardında serbest bir şekilde sevişebildiğimiz halde neden yüreğimizin kapıları ardında sevemiyoruz? Duygusal olarak bazı şeyleri aşamıyoruz belki de. Bir kişide ya da yaşadığımız talihsiz bir olayda takılıp kalıp hayatımızı bir sonraki aşamaya geçiremiyoruz. Tanımadık bedenlerde dönüp duruyoruz. Sürekli yeni bir insan, yeni bir zevk yaşadığımızı düşünüyoruz ama aslında sevgisizliğin tekerrürüne kurban gidiyoruz. Cinselliğin, objeleşmenin ve objeleştirmenin kasıp kavurduğu bu dünyada aşk gerçekten masaya yatırılabilir mi?

Kendimden ve tanıdığım birçok kişiden biliyorum, birlikte olup sokakta, yolda, parkta ve dışarılarda el ele tutuşamamanın, bu gizli yasağın kalplerimize vurduğu zinciri. İncinmekten hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak korkuyoruz. Haklıyız da çünkü dışarısı bizim için pek güvenli bir yer değil. Bu yüzden kaçıyoruz belki de? Ben de tam olarak nedenini bilmiyorum. Düşünüyorum, düşünüyorum ve çevreme soruyorum… Dillerde hep sadakatsizlik ama derinlerden gelen bir korkunun verdiği sadakatsizlik. Baskı gördüğümüz için korkuyoruz. Bu korkuyu da başka bir duygunun, sevginin, üzerine salarak rahatlamaya çalışıyoruz. Sevgisiz kalınca üzerimizdeki baskıyı yine tek başımıza yükleniyoruz. Ah lubunyalar! Söyleyin, bu kısır döngünün kırılma noktası nedir?

Aşk’ı savunurken, ona gerçekten sahip çıkıyor muyuz?

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam