01/07/2017 | Yazar: Ozan Uğur

Alman devleti durduk yere bir şeyi onaylamadı ve geldiğim ülkeden daha iyi koşulları var diye de buna razı olacak değilim.

Ay dünkü evlilik meselesi ile ortaya güzel bir tartışma konusu çıkmış oldu bence. Hepimiz sosyal medyadan Almanya'ya dair istediğimizi de söyledik. Ne mutlu bizlere!

Ben eleştirenler arasındaydım. Buna ister kronik muhalefet deyin ister “gençtir burnunun dikine gidiyor”, isterseniz de “ay sen kimsin, kes”! Eleştirenler de elbette eleştiri oklarının hedefi olacaktır. Bu konuyla ilgili ilk saatlerde bir siteye de demeç verdim. Sevabıyla günahıyla hepsi kendi lafımdı çok şükür. “Ezbere ya da bilerek söylemiş” demek size kalmış, anne. Demeç verirken dünyanın dört bir tarafında “Alman devletinin ne kadaaaan demokratik bilmem ne” olduğunu söyleyerek kutlayan zihniyete olan tepkim sebebiyle yarım bıraktığım sözlerim doğal olarak elde edilen kazanıma sırtımı döndüğüm şeklinde anlaşılmış. Bu yazdıklarım bu yasayı ve meclisten geçiş biçimini eleştiren herkese cevap değil şüphesiz. Herkese cevap verilmez. Zaten insan herkesi de ciddiye alamaz. Ama bazı şeylerin netlik kazanması lazım. Anne, direkt sözlerimi alıntılayıp hedef tahtasına oturtuldum, bu cevap hakkım ay!

Şuranın altını çizmekte fayda var lubunya, anlamamışınız, Bilal'e anlatır gibi anlatayım (zaten 3 satırda derdimi anlatamam ben. Herkes süper değil anacım, ben de orta halli bir insanım sonuçta ifade yöntemim değişiyor):

Kendi adıma eşit evliliğin bir hak olarak tanınmasının uzun yıllar verilen bir mücadelenin sonucu olduğunu biliyorum. Bu mücadele kâh benim sevdiğim tarzda kâh da sevmediğim bir tarzda olmuş olabilir. Bugün geldiğim ülkede olduğu gibi herkes kendi dinamiklerinden yola çıkar ve bir yol haritası çıkarır. Mücadele edenlerin içinde kimisi cinsel devrimi hedefler, kimisi eşit evlilik olsa yeterli der, kimisi yasal tanınmaya tav olur. Daha fazlası için mücadele etmedi diye lubunyalara dönüp corlamak yerine yöntem daha fazlası için ikna etmeye çalışmaktır. Bu yazıyı yazma amacım da temelde kendimi savunmak gibi görünse de bunu anlatmak aslında.

İtirazlar da temel olarak tam da buradan başlıyor. Ana akım ya da muhalif kaç tane site varsa açalım “Almanya onayladı”!

Alman devleti durduk yere bir şeyi onaylamadı ve geldiğim ülkeden daha iyi koşulları var diye de buna razı olacak değilim. Razı olana da sözüm var tabi ki “oyuna gelme lubunya, yarın işler tersine döndüğünde ilk seni beni yakarlar”. Nitekim yıllarca ABD demokrasisi övenler Trump başa geldiğinde ilk hedefin kim olduğunu gördü. Bugün somut bir adım atmış ya da atmamış olması önemli değil. Sistem içinde elde edilen her kazanım önemlidir ama sistem durduk yere lütfetmez, lütfetmediği için de geri almak ya da mücadelenin içini boşaltmak için her türlü yöntemi izler. Ben, bu nedenle verili olanla yetinmek, kendi adıma sus payı olanı kabul etmek yerine “Burayı kazandık, daha fazlası için mücadele, eşitlik yetmez gerçek adalet” şeklinde mücadele etmeyi tercih ederim.

Aslında verdiğim demeç okunduğunda ilk anlaşılan maalesef bu olmuyor. İktidarın bizler üzerindeki etkisi dilimize işlemiş durumda. “Ay lubunya beni niye eleştirdin” demiyorum. Yazılanlardan sonra kendi yazımı dönüp okuduğumda aynı dilin üzerimdeki etkisini ve iktidara karşı yatak dahil her alanda verdiğim mücadelede ne kadar iktidara dönüştüğümü de gördüm. Politik olarak doğru olmak bazen yeterli değil.

Göçmen bir trans olarak bu eşit evlilik meselesine bir daha bakmakta fayda var. Şüphesiz eşcinsel, biseksüel ve/veya panseksüel translar için de önemli olan bu yasa topyekun ve uzun süreli, farklı ayakları olan bir mücadelenin sonucu. Ancak genel olarak bakıldığında eşit evlilik meselesini bir maske gibi kullanan ve demokrasiden dem vuran devletler transların iş, barınma, örgütlenme, sağlık ve yaşama gibi temel hakları ile ilgili kalıcı çözümleri tam anlamı ile üretmiş değiller. Yasal tanınmalar kazanılmış olsa dahi sokağa yani günlük hayata oradaki nefrete müdahil olan bir yapı da yerleşmiş değil. LGBTİ+'ların en "özgür" olduğu alanlarda dahi nefret ve iktidar kavgaları da sürüyor. Sistem kazanılan haklara en ufak gediklerden saldırıyor. Üstelik hak taleplerine bir direnç ve hak ihlallerine karşı bir maske olarak da "bizde yasal tanınma var" şeklinde kullanıyor. Söylediklerimden "o zaman demokratik haklar için mücadele etmeyelim mi?" gibi bir sonuç çıkarıp saldırıya geçecek, anlamamakta ısrarcı olanlarınız bir yana söylediğim şeyin ne anlama geldiğini açıklayayım: Bizi eşit vatandaş olarak dahi görmeyen bu sisteme teşekkür etmek yerine sokakta, büroda, çarkta, parkta, açık, gizli, yarı açık, kuir ya da değil homofobiye ya da transfobiye karşı mücadele eden herkesin emeklerini görünür kılmak gerekir ve Merkel gibi işine gelince demokrasi maskesi işine gelmeyince de "benim değerlerim" diye karşı çıkan sistemin maskesini düşürmekten, bunları teşhir edip mücadele etmekten bahsediyorum. Mesele bürokrasinin burada ya da Türkiye'de nasıl işlediği değil yani esas olarak. İşleyiş biçimindeki ciddi farklarla birlikte muktedirlerin algısı değişmiyor. Kendisine demokrasi olduktan sonra başkasına ölüm olsa da sorun değil algısı ne madi bir algı, her şey işimize geldiği kadar gerisi sorun değil...

Kişisel olarak evliliğin, tek eşli anlayışın bizi hapsettiği evlerimizden çıkalım istiyorum tabi ki, sisteme hapsolmayalım istiyorum. Ama algılandığı gibi kimse adına karar vermiyor, bütün translar ve/veya kuirler veya bilmem kimler için de konuşmuyorum. Evlilik yetmez daha fazlası diyorum. Bugün Türkiye için devasa bir değişiklik olabilir ama burada daha fazlasına ihtiyacımız var diyorum. Kazandık diye oturacak değiliz diyorum yani.

Bunları dediğimde ya da bir şekilde yanlış ifade ettiğimde ise "Kes, sistemin ekmeğini yiyorsun ama, bık bık etme, bir şeyden de memnun olun" tepkileri ile karşılaşıyorum. Aslında ilk etapta kişisel algıladığım bu çıkışların bana özel olmadığını kendi söylediklerimi tekrar okurken fark ettim. Bir "heyecanla" mı yazmıştım yoksa derdim "kendimi ispatlamak, mangalda kül bırakmamak" mıydı diye söylediklerimi tekrar okurken aslında durumun bana yönelik sağlıklı bir eleştiri değil bu hayatta sözünü söyleyen herkese saldırıp "benim gibi düşünmüyorsan ya gençsin(toysun) öyle sıkıp duruyorsun ya salaksın ne söylediğinden haberin yok ya da sen kimsin" tadında değersizleştirmeye yönelik şeyler olduğunu fark ettim. Bugüne kadar birçok yazımda yüksek sesle konuşmuş ve hatta bana yönelik ama aslında genel bir algıyı ifade eden bu iktidar artığı bilmem ne maskeli dili kullanmıştım. Bir transtan başka bir transa, eleştirinin dışında her şey olan ve ilk etapta ciddi anlamda heves kırıcı bu duruma dair sonraki adımım dayanışmayı ve düşman olmadığımızı hatırlatma ihtiyacı oldu. Birbirimizin söylediklerine katılmasak dahi ibnenin, dönmenin, kuirin, kadının, adalet ve özgürlük arayışı içinde olan herkesin ortak düşmanı olan bu sistemin, bu eril dil dahil bütün mekanizmalarının birbirinden beslendiğini hatırlatmakta bir beis görmüyorum abla.

Keşke "Bunlar da hiçbir şeyden memnun olmuyor" diyerek "dört duvar neyimize yetmiyor" diyen zihniyetle aynı politik düzleme düşmek yerine söylenenlerdeki hatayı hatırlatıp ortak mücadelenin diline ve yoluna dair yazmış olsaydık. Ben de kimlik mücadelelerine "fon alıyor bunlar aktivist değil" sığ yaklaşımına düştüysem bu hatırlatılsaydı. Ki dediğim gibi; öyle sığ ve tepeden bir yaklaşıma da düşmek istemezdim aslında.

Olan oldu bari yen içinde kalmasın, yoldaşlık kolay kurulmuyor sonuçta hele de bu sistem içerisinde. Hele de popüler bir söylem olarak dillere pelesenk olmuşken hiç kolay kurulmuyor. Üzerine belki de çok şey söyleyip tartışma ihtiyacımızın olduğu dilimize de iğne niyetine olsun istedim biraz kolay kurulamayan yoldaşlık bağlarının nasıl kolayca yıkıldığını deneyimlediğimden.

Son söz niyetine; ya daha fazla mücadele ya daha fazla mücadele!


Etiketler:
nefret