31/01/2019 | Yazar: Yasemin Öz

Lubunya dilinde söylemek gerekirse, madi gullüm analizlerin de tadını çıkararak, hoş bir sohbet oldu görüş saati dolana kadar.

Lubunya dilinde söylemek gerekirse, madi gullüm analizlerin de tadını çıkararak, hoş bir sohbet oldu görüş saati dolana kadar.

Ayşe Düzkan'ın ziyaretine gittim bugün. Öncelikle sizlere iyi olduğuna dair kısa bir not yazmamı istediğini söyleyeyim. "İnsanlar merak etmesin" dedi. Orada düşündüğü en son şeyin kendisi olduğunu anlamamı sağlayacak konuşmanın başlangıcı böyle oldu. Fedakarlıktan falan da değil, cidden bence doğalında kendi üstüne düşünmek gereksinimi duymuyordu.

Şaka değil bu arada, gerçekten de hiç ummadığım kadar iyiydi. Şimdiye kadar cezaevinde görüşüne gittiğim hiçbir insanın Ayşe kadar cezaevine anlam yüklemeden olağan davrandığını, neşeli ve metanetli olduğunu, ortamda kendine bu hızda bir hayat yarattığını görmemiştim. “İlk cezaevi deneyimim değil” dedi. Haksızlıklar deryasında kendi yaşadığını hafif buluyordu! Beni bile cezaevi duygusunun dışına çıkardı. “İnsanın aklı ve vicdanı özgürse onu hapsetmek ne mümkün” diye düşündüm. Bırakalım kendine, bana bile güçlendirici bir duygu verdi. 

Sürecin başından beri ara ara konuştuğumuzdan metanetinin farkındayım da, hukukçu olarak sürekli hukuksuzlukla muhatap olduğumuzdan, adalet yaralandıkça bu bilgiyle devam etmek daha da zorlaşıyor. İlk gündür, belki muhabbet iyi gelir, belki o ana kadar aklına gelmeyen bir eksiği vardır diye ilk günden gitmek istedim. Hem ikinci gün gitsem geçmeyecek bir huzursuzluk vardı üstümde. İlk günden gitmenin çok anlamlı ve verimli olmayabileceğini düşünmeme rağmen. Sanırım kendim için gittim daha çok. Giderek Kırmızı Pazartesi'ye dönen hayatlarımızda kasabaya sığamadığım için, adalet cinayetlerinin mahalline gitmekten başka çare bulamadığımdan belki.

İyi ki de gitmişim. Ben onun enerjisini yükseltmedim, o benimkini yükseltti. Çılgın kadın. Metanetine, olgunluğuna, neşesine, yaşam enerjisine ve tevazusuna hayran kaldım. Kendini önemsemiyordu, kendinden de pek bahsetmedi. Dünden beri tanıştıkları, konuştukları, gördükleri, tanıklıkları, bir günlük olup bitenleri konuştuk daha çok. Hemen başka insanların derdine düşmüş, aklında yapılması gereken projeler oluşmuş. Bıcır bıcır, neşeyle ama tanıklığın yarattığı hislerin hakkını vererek sorumluluk duygusuyla anlattı. Ben yalnızca aklına ve enerjisine hayranlıkla bakakaldım. Lubunya dilinde söylemek gerekirse, madi gullüm analizlerin de tadını çıkararak, hoş bir sohbet oldu görüş saati dolana kadar. Sürekli güldü, güldükçe içimi açtı. Kütüphaneye bayılmış, çok güzel kitaplar varmış. Hemen almış bir kitap. Benden önce de bir avukat arkadaş gittiği için, bugünü biraz sohbetle de geçirmiş. Hem içeridekilerle hem de gelen avukatlarla.

Ayşe Düzkan / Fotoğraf: Evrim Kepenek

Ayşe'nin benim nazarımda ayrı bir kıymeti vardır. Çok oturup konuşmuşluğumuz veya birbirimize özel bir yakınlığımız yoktur. Ama duruşunu severim. Adaletini, cesaretini, netliğini, açıklığını, ufkunun genişliğini ve açık sözlülüğünü. Bu sevgi bu süreçte daha da derinleşti bende. Bundan da öte, LGBTİ+ mücadelesinin henüz yükselmediği yıllardan beri hem kendi savunucusu olmuş hem de desteklemiştir bizi. Kaos GL ve LGBTİ+ hareket ile işbirliği çok eski olanlardandır. Hakkaniyet duygusu ve duyarlılığının önemli bir göstergesidir bu benim için. Malum, insanların kendine değmeyene, hele de varlıkları en kabul edilmeyenlere sebebini kendilerinin bile bilmediği ve sorgulama gereği zaten hiç duymadıkları bir nefret ve çöpe atma hali olduğu  bir dünyada yaşıyoruz. İşte Ayşe gibi onlara benzemeyen azınlığın bir ışığı vardır. Her yerde gösterirler kendilerini. Hareket adına minnet duyduğum insanlar vardır Ayşe gibi. Ceza aldığından beri yalnızca cezanın haksızlığı değil, içimde duyduğum minnetin karşılığını vermenin mümkün olmadığı bilgisinin huzursuzluğu da kemiriyor içimi sanırım. Ayşe veya diğer yol arkadaşları bunu bizim için değil, kendi inançları için yaptılar, biliyorum. Tam da öyle oldukları için başka bir yerde taşıyorum onları.

Tüm bunları bugün söyleyemedim. Hazır değildim belki veya konuşma akışı öyle tatlıydı ki dinlemek daha iyi geldi. Ona dair düşündüklerimle de ilgili olsa, kendimden söz etmek ayıp geldi belki. Bir gün söylenir nasıl olsa ama bugün değildi sanki o gün. Dinledikçe hayata ve insana dair öğrendim. "Bu topraklarda bu kadınlar yaşadığı ve her şeye rağmen kendi oldukları için ne şanslıyız aslında, varlıkları nasıl büyük bir değer ve onlardan ne çok şey öğrendik, ne çok yol açtılar" duygusu kaldı bende. Haksızlığa olan öfke ve isyanımda ise bir azalma olmadı.

Ağzımı pek açmadım ama yalnızca son yazısına atfen "Sana mektup yazmaya geldim" dedim. Sosyal medyadaki ve haber kanallarındaki onunla ilgili paylaşım ve haberleri anlattım. Cezaevinde olup hiç kimsesi olmayan, görüşüne gelinmeyen, avukatı olmayan, mektubu gelmeyen insanlardan bahsetti. Kendinden bahsetmek yok. "Mektup yazın bu insanlara" dedi. 

Umuyorum ki görüş kısıtı olmaz ve onu tekrar görürüm. Bu ona ilk mektubum.Tekrar görürsem elden vereceğim. Göremezsem de mektup olarak göndereceğim. Mektup yazalım Ayşe'ye ve ulaşabildiğimiz mahpuslara. Ayşe'nin altta paylaştığım yazısında dediği gibi. Orada mektup başka bir şey. Ayşe çıkınca ise beni kabul ederse onunla daha sık takılmaya karar verdim. Kadından enerji, akıl ve yaratıcılık almak lazım. Bisküvilerle yarattığı tatlıları, pet şişeleri değerlendirme şekillerini, her şeyi bir işe yaratma hallerini merak ettim mesela. Biraz da bana Pınar Selek'in sokak çocukları atölyesinde çöpe atılan şeylerden sanat yaratmaya çalışmasını hatırlattı. Yüzlerinin güleçliğini hiç yitirmeyen, yaratıcı ve yürekli kadınları sevmeyen ve onların parıldayan akıllarından ölesiye korkup intikam peşine düşen erkek dünyamızda, tüm yaratıcı kadınlara sıkı sıkı sarılmak istiyorum. Bu ortak özellikleri de, buna biçilen bedel de tesadüf değil. Umarım bu süreç uzun sürmez de bir an önce hak ettiği gibi aramızda olur. 


Etiketler:
nefret