27/05/2015 | Yazar: Emre Korlu

Gökkuşağındaki renkleri de diğerlerinden ayrı tutmayan bir lidere tutunmaz mı insan?

Henüz doğmadığım bir yıldı, bin dokuz yüz yetmiş üç ve aylardan on nisan...
 
Çoğu insanın kendine göre sıradan hikâyesi vardı. Ya fakir bir ailenin çocuğu olurdu ya da zengin; ortası yok! Solcusu sağcısı, dindarı dinsizi, vatanseveri vatan isteyeni...
 
Evet, örüntüyü bozduğumun farkındayım uzatabilirdim aslında lakin sondaki yaptı yapacağını kırdı oyuncağını.
 
Doğduğu yıl, boğaz köprüsü iki yakanın çöpçatanı olacaktı. CHP genel başkanı Bülent Ecevit hükümeti kurmakla görevlendirilecek fakat sonrasında bunu reddedip görevi Cumhurbaşkanına iade edecekti ve Ortadoğuda başlayan, İsrail Filistin savaşlarının başlaması değil de belki de bu olay daha çok yer bulacaktı kamuoyunda...
 
Elazığ Palu’da Anadolu toprağı kokan kadının ellerinde var olan bebeğin büyüyüp de babasının yanında tesisat işleriyle uğraşırken kurduğu hayalleri 90 yılında mezun olduğu lisenin kapısından çıkarken ceketiyle sürükleyebileceğini belki de kimse tahmin etmemişti.
 
Doksan, Anayasa mahkemesinin, “fahişe ve hayat kadınlarına yönelik tecavüzü” daha hafif hapis cezasıyla cezalandırılması kararına Anayasanın kulluk ettiği yıldı. Hukukçuların suikast korkusuna büründükleri o senenin bitiminde üniversite sıralarında kazandığı bölüme ısınamayıp, doksan üç yılına bir hukuk öğrencisi olarak başlamanın tatlı telaşıyla dokunmuştu kitaplarına...
 
Selahattin Demirtaş, HEP il başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesi, inandığı her şey uğruna PKK’nın gençlik örgüt sorumlusu olduğu için yirmi iki yıl ile yargılanan ağabeyinin ve savunduğu özgürlükçü düşüncenin önüne ket vurulmasıyla avukat olmaya karar verir.
 
Her mücadelenin bir nedeni vardır.
 
Dağa çıkmaya karar verdiğinde sene doksan beştir. İstanbul’un bir uyuşturucu merkezi olarak tanımlandığı yıldır ve bu hiç önemsenmiyormuş gibi “terör” ülkenin gündemindeki yerini korumaktadır. Seksenin on iki Eylül’ünde insanları çamaşır gibi iplere dizen yedinci cumhurbaşkanı Kenan Evren’in sekizinci cumhurbaşkanı Özal’ın federasyon fikrini affetmeyeceğini söylemesi basına yansıyacak ancak bu da terör kadar(!) ak pak vatanı lekeye mapus bırakamayacaktır.
 
Demirtaş, dağa çıkmaz onları oraya götürecek olan kuryeler yakalanır lakin kuryelerden birinin listesinde adının geçmesi on beş gün gözaltına alınmasına neden olur.
 
Güner Ümit’in gaf deyip sıyrılmak istediği Alevi uğraşı, yerini iki bin’e bırakmıştır.
 
Selahattin Demirtaş artık bir avukattır. Yaşama hakkı sömürülenlerin yanındadır. Yalnızca gülüşünün bile güven verebileceği insanların arasındadır. Onlardan biridir.
 
İHD Diyarbakır yönetiminde yerini alır. İnsan hakları ihlali üzerine çalışır. Kimseyi kayırmaz; renklerine damga vurulanlardan biri olması, yani PKK’nın doğrularına sahip çıkması, tüm ışıkları kucaklamasına neden olur.
 
İki bin, Ahmet Kaya’nın vatan haini suçlamasıyla sürgün edildiği yerde öldüğü yıl demektir.
 
Demirtaş, 2006 yılında katıldığı bir televizyon programında, “Abdullah Öcalan’ın kürt sorunu çözümünde rolünün değerlendirilmesi gerekir” dediği için, hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla soruşturma açılır.
 
Akabinde dört yıl süren dava sonuçlanacak, bir yıl hapis cezasına çarptırılacaktır
 
Hapse girmeyecek fakat beş yıl boyunca denetimli bir hayat yaşamak zorunda kalacaktır.
 
İki bin altı, Abdi İpekçi’nin katili ve Papa suikastı hükümlüsü Mehmet Ali Ağca’nın tahliye edildiği yıl demektir.
 
O, bin umut adayından biriydi. 2007 yılına doğru, bağımsız milletvekili adayı oldu ve seçilerek meclise girdi.
 
İki bin yedi 367’nin arandığı yıl demekti.
 
Selahattin Demirtaş, halkın sesi olmayı diline de mıhlamış bir siyasetçiydi. Öyleki; TRT’ye birlikte çıkma önerisini kabul etmeyen Recep Tayyip Erdoğan’a “Sen daha bizimle el sıkışmayı, bizimle selamlaşmayı zulüm sayıyorsan, sen herkesin Cumhurbaşkanı nasıl olacaksın?" eleştirisinde bulunacak kadar da kelamını eksik tutmayan biriydi.
 
2009 yılı MİT-PKK Oslo Görüşmeleri olarak kabul edilen çözüm sürecinde önce DTP grup başkanlığı yaptı akabinde bunu BDP ve HDP Eşbaşkanlığı olarak devam ettirdi.
 
PKK’nin geri çekilmesi için hükümete yaptığı öneriler oldukça stabildi fakat bu husus meclisin içinde tartışma konusu olmaktan kurtulamadı. Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerin basına sızdırılmasını eleştirdi. Basına sızan her şey süreci etkiliyordu.
 
İki bin on üç Ocak ay’ı idi. Demirtaş, barışa yürümek için verdiği mücadeleden vazgeçmedi. PKK lideri Abdullah Öcalan’la İmralı adasında üç HDP üyesiyle birlikte görüşmelere devam etti. Kürt sorununu bitirmekte çekingen davrananları eleştirdi.
 
Ve günümüzdeyiz; renklerin kardeşi Selahattin Demirtaş’tan bahsederken uzun bir biyografinin içinde kaybolmak, barışı umut etmek müthişti. Masamıza gelip bir tas çorbamızı bizimle birlikte içmesini istesek, sohbetlerine karışsak, en önde yürüsek tekrar dillenen şeyleri yutkunsak ya da kussak…
 
İşte!
 
2014’ten bahsetmesek olmaz; bu senenin yirmi dört Temmuzunda “terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine dair kanun”u olumlu bir gelişme olarak gördü. Sonrasında gelişen eylemler neticesinde bunların çözüm sürecini zorlaştırdığını savundu.
 
Bu yılın sonuna doğru, çözüm sürecinin bitip bitmeyeceğine ilişkin kendisine yöneltilen sorulara “süreç, Öcalan ya da hükümet bitti demediği sürece devam eder” yanıtını verecekti.
 
Silah bırakma çağrısını mecliste kulak ardı edenler meclis dışında “ne kürt sorunu öyle bir sorun yok” cümlelerini sarf ediyorlardı. Yıl 2015’ti. HDP tarafından hükümete sunulan maddeler reddediliyordu.
 
İki bin on beş, çözüm süreci için AKP’nin seçim bildirgesine giderken, başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yapılan o münferit açıklamasına verilen isimdi.“Matbaaya giderken yolda düşmüş!”
 
Birileri, Selahattin Demirtaş’ın tek başına PKK’ye silah bıraktırabileceğini düşünüyor ancak o hepimiz kardeş olalım anlayışından, doğru olanı anlamayana anlatma çabasından vazgeçmiyor.
 
“Tek başına bu süreci tamamlayamayız, kardeş olmakla susar silahlar “diyor.
 
Onu dinlemeyi seviyorum. Bu kısım yazarın duygularının karıştığı nokta:
 
Öteki olmanın dilinde bıraktığı ağrıyı, yani Kürtçesinin zayıf olmasını gözlerindeki derin hüzünle anlatan, gökkuşağındaki renkleri de diğerlerinden ayrı tutmayan bir lidere tutunmaz mı insan? 

Etiketler:
İstihdam