22/01/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Eğer barış umudu da kirletilirse, hepimizi bekleyen gelecek, geçen otuz yıldan çok daha acılı olabilir.

Savaş, bizatihi ahlaksız bir eylem olduğundan savaşanlar da çokluk ahlaklarını koruyamazlar. Savaş insanlık dışı olduğundan savaşanları da insanlıktan çıkarır. Barış öyle değildir ama; ahlaklı olmayı zorunlu kılar. Ahlaksız bir barış girişimi olsa olsa bir tarafın diğerini kandırmayı amaçladığı savaş taktiğidir.
 
Savaş yıllarca sürdüğünde ahlak dışında bir de güven kaybolur. Kumpas, yanıltma, komplo, açığa düşürme gırla gider savaşta ve giderek taraflar birbirlerinin kuyusunu kazmaktan başka bir şey düşünemez hale gelirler.
 
Dürüst savaş yalnızca savaşı isteyenlerin uydurduğu bir yalandır. Güvenin yitmesinde en büyük payı, savaşanların yandaşlarına hakikati anlatmaktan vazgeçmeleri, kapar.
 
Savaş, hakikati kirletir.
 
Savaş kirlidir ve kiri bulaşıcıdır. Bu kiri hakikatin üzerine, savaşın nasıl gittiğini anlatanlar, sıvarlar. Ölü sayıları ve öldürme biçimleri en çok kirletilen hakikatlerdir. Düşmanı gayri insanileştirirken dostu yüceltme, kahramanlaştırıp efsaneleştirme hikâyeleri kurulur. Savaş, öylesine insanlık dışıdır ki taraflar biteviye kendilerinin insan kalabildiğini kanıtlamaya çabalayan masallar inşa ederler.
 
Hakikatin kirletilmesi savaşanların destekçilerinin savaşın ne durumda olduğuna dair giderek hiçbir şey bilemez olmalarına neden olur. Kazanılıyor mu, kaybediliyor mu? Savaş alanında ne oluyor? Düşmanın kim ve gücünün ne kadar olduğu en çok kirlenen konudur.
 
Savaş sürerken bir avuç diye tanımlanan düşman, savaş ‘kazanılırsa’ ‘yedi düvel’ büyüklüğüne çıkarılır.
 
İletişimin hele bu hız ve büyüklüğünde, savaştan haberdar eden medya savaşın en çok kirlettiği aygıtlardan biri olur. Irak işgalini bir bilgisayar oyunu gibi seyreden Amerikalılar, Ebu Garip hapishanesindeki işkence fotoğraflarına inanmak istememişlerdi.
 
Türkiye, şimdi bir kez daha barış umudunun peşine takılmış durumda. Sadece umudun bile toplumu bu denli heyecanlandırması, halkların hiçbir zaman savaştan yana olmamasından. Savaşları halklar çıkarmaz ki zaten, bu yüzden şaşılacak bir durum yok ortada.
 
Barışmak için savaşın kirlettiği hakikat ve güvenin yeniden kurulması temel adım. Bu ikisi olmadan barış başlamaz.
Hakikati kabul etmeden güven inşa edilemez.
 
Hakikat ise sorumluluğa çağırır. Savaştaki kendi sorumluluğunu kabullenmeden karşı tarafın güvenini yeniden kazanmak mümkün değildir. Sorumluluğu üstlenebilmek için yeniden ahlaklı olmaya doğru adım atılmalıdır.
 
Perşembe günü Diyarbakır’da PKK’li üç kadının cenaze töreni oldu. Medya öncesinde, tören boyunca ve sonrasında hakikat sınavını bir kez daha geçemedi. Barışa hizmet etmek isteyen bir medya, töreni bütün ayrıntılarıyla verirdi. Alanda toplanan insanlarla canlı röportajlar yapar, duygularını ve gelecek tahayyüllerini ekrana taşırdı. Konuşmaları canlı yayınlardı.
 
Böyle yapsaydı, kendisi de bir kurgu olan, hakikate tekabül etmeyen ‘vatanın bölünmez bütünlüğünü canı, kanı pahasına savunmaya hazır, bu uğurda gencecik evladını şehit olmaya güle oynaya gönderen’ kitleye, savaşın ‘vatanı bölmeye çalışan bir avuç hain teröristle’ yapılmadığını göstermiş olacaktı.
 
Alanı dolup taşıran yüz binlerce insanın ‘bir avuç hain ve onların tehdidiyle toplanan zavallı bölge insanları’ olmaktan çok daha farklı bir kitle olduğuyla yüzleşmek, bu ülkede yaşayan insanları hakikatle yüzleştirecekti.
 
Olmadı. Olmayınca ve hele de hükümetin açıklamalarına bakınca sanki barış girişiminin daha kirli bir savaş taktiği olabileceği kuşkuları yeşeriyor.
 
Eğer barış umudu da kirletilirse, hepimizi bekleyen gelecek, geçen otuz yıldan çok daha acılı olabilir.
 
Barış isteniyorsa ihtiyaç duyulan ilk ilke ahlak. Bu ahlakın sorumluluğunu alabilmek için hakikatin halklara anlatılması zorunlu.

Etiketler:
nefret