17/07/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Barış için ‘fırsat’ olarak algılanan dönemler var Türkiye’de. Bazıları için deprem sel gibi felaketler; bazıları içinse Ramazan gibi ‘manevi’ süreçler.

Barış için “fırsat” olarak algılanan dönemler var Türkiye’de. Bazıları için deprem sel gibi felaketler; bazıları içinse Ramazan gibi “manevi” süreçler. Bugünlerde “Denge Demokratik Oluşumu” da yayınladığı bir bildiriyle “Ramazan sürecinde şu silahları susturalım” çağrısını yaptı. “Parmaklarınızı tetikten çekin” çağrısı sanıyoruz ki “vicdanlara seslenen” çağrılar serisinin bir parçası; AKP’li ve BDP’li vekillerin yanı sıra eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’in de imzasını taşıyan metin için söylenecek bir şey yok, silahların taleplerin gerçekleşmesi ve özgürlüklerin eksiksiz alınması halinde susacağı aşikar; ancak bizi asıl ilgilendiren bu çağrının zamanlaması…
 
Özellikle son yıllarda Ramazan ayının yaza da denk gelmesi vesilesiyle karşılaştığımız bu “Müslüman vicdana seslenen” çağrıların sosyolojik karşılığının olup olmadığı tartışmalı. Öyle ki Türkiye’deki hakim “Türk-İslam”, daha da ötesinde “Sünni-Hanefi Türk” mantığının ciddi anlamda bir devlet geleneği haline geldiği ortada. Dahası, “Müslümanlar”ın kutsalı vesilesiyle yapılmış bu çağrının ulus devlet lanetini zihninde ve pratiğinde hala taşıyan ve “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” nüfus üzerinde etkisi ne olacaktır tartışmak şart.
 
Örneğin memleketimizin “demokratik e-mecrası” ekşi sözlük’te 14 Temmuz Öcalan mitingine dair yapılan çağrılardan biri de oraya bir kimyasal yahut nükleer silahla saldırmaktı ki bu başlığın en beğenilen grilerinden biri buydu. Aman canım, bir tane delinin çıkıp söylediği şey nasıl olur da tüm toplumu temsil eder demeyin, birçoğu “medya okuryazarı” olan bu yazar tipinin ne düşündüğü Türkiye’de “barış” sözcüğünün altını iyi doldurmak bakımından çok önemli.
 
Ramazan ayının Müslümanlar için önemi tartışılmaz; ancak 11 Ayın sultanı diye anılan ayı barış politikalarının merkezine oturtmak ve her yıl periyodik olarak silahların susması için dini duyguların vesile edilmesini beklemekten bıkkınlık gelmedi mi sahiden?
 
Kürtlerin mücadelesinin basit bir talep mücadelesi olmadığını anlamak için Türklere “düşünmek” gibi önemli bir rol düşüyor; uzun yıllardır bu eylemden noksan kalmış çoğunluk Türk nüfusu için mesele fazlasıyla sert, barışın bir vicdan değil, bizzat siyasi bir mesele olduğunu görmeleri için çaba sarf etmeleri gerekiyor. Keza Kürt sorunu, sol merkez ve sağ siyasetin ağzında çiğnediği vicdan sakızı olmaktan çok uzak.
 
Sezgin Tanrıkulu’nun vaktiyle yaptığı “anayasal yurttaşlık” dahil ortaya devlet geleneğinin yeni ve eski temsilcileri (AKP ve CHP) tarafından konan çözümler yetersiz, fazlasıyla liberal ağızdan çıkma, Öcalan’dan ve yol haritasından bihaber…
 
Kürt halkı seçilmişiyle ve kitlesiyle Öcalan olmadan çözüm olmayacağını söylüyorlar; neredeyse 1 yıldır tecrit altında tutulan önderleri Kürtler için içi boş barış söylemlerinden çok daha fazla anlam ifade ediyor. O bağlamda bu Ramazan “Allah rızası için” barışılıp Bayram’la birlikte vatan sağ olsun diye cinayet işleneceğine iletişim kanalları açılsa çok daha iyi olur; keza diyalog dediğimiz illa ki “dinler arası” olacak değil; demokrasilerde “halklar arası” olanı da mümkün.
 
Eğer illa ki “barışmak” için oruç tutmaya ya da kutsal törenlere ihtiyaç duyuluyorsa; en kutsalımız olan yaşama hakkından başlamakta fayda var. İki taraftan günde ortalama bir kişiden fazla kayıp verdiğimiz bu savaşta barış kelimesinin gramajıyla oynanmış ramazan pidelerine dönüştürülmesinden korkan yalnızca biz miyiz yoksa?

Etiketler:
İstihdam