13/08/2012 | Yazar: Atalay Göçer

üreme temelli olduğu varsayılan cinselliğin gerek bazı biçimlerinin teşvik edilmesi, gerekse diğerlerinin engellenmesi, mekânların kurgulanmasında etken bir faktördür.

akp’li ünye ilçe tanıtım ve medya başkanı süleyman demirci, “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, ya satılıktır ya da kiralık”, dediğinde evi ve aileyi dışarıdan koruyan fallus’un yasasına vurgu yapmaktadır. öyle ki kapatılma zarurîdir; aile ve kadın için mahremiyetin önkoşuludur. geleneksel anadolu evlerinde sokakla ilişkisi kesilen ev, avlu duvarlarıyla saklanırken kadının alanı evin tasarımıyla kısıtlanırdı. dolayısıyla bu bakış açısı, analojiden ziyade kadın ve ev arasında adeta bir özdeşlik kurmaktadır. her ne kadar oldukça farklı gerekçelerle de olsa benzer bir yaklaşım, 19. yy’nin ilk anarşist kuramcılarından proudhon tarafından da getirilmişti. o, kadını ev içi etkinliklerle, erkeği ise ev dışı etkinliklerle ilişkilendirmişti. ancak ev, belirli etkinliklere kesin olarak adanamadığı gibi baştan sona tek bir biçim veya heteroseksüel aile gibi tek bir “kimlik” tarafından da yapılandırılamaz. öyleyse farklı uzam ve zamanlarda yaşam bulan, birbirinden oldukça farklı bu düşünce gelenekleri nasıl oluyor da kadın söz konusu olduğunda ortaklaşabiliyor?

üreme temelli olduğu varsayılan cinselliğin gerek bazı biçimlerinin teşvik edilmesi, gerekse diğerlerinin engellenmesi, mekânların kurgulanmasında etken bir faktördür. 15. yy. fransasında işçi isyanlarının bastırılması için yürürlüğe konan ayrımcı cinsel politikalar gereği fahişelik kurumsallaşırken, maruz bırakılanların alt sınıftan kadınlar olması koşuluyla, pratikte tecavüz suç olmaktan çıkarılmıştır. genelevler, toplumsal protesto ve eşcinselliğe karşı bir çare olarak görülmüştür. öte yandan askeriye, yatılı okul, hapishane, hamam gibi homososyal mekânlar cinsellikten arındırılmış görünseler de (genel)ev gibi türlü cinsel pratik ve ilişkinin hayata geçtiği mekânlar olarak düşünülebilirler. queer yaşam ve dürtüler, heteroseksüel olanlara kıyasla farklı bir toplumsal veya fiziksel mekân işgal etmezler; aksine, ilişkisel ve koşulludurlar. cinsellik, cinsiyet ve aile gibi istikrarsız normatif sistemlere sonsuz narsisist doğrulama sunmak için tasarlanan konvansiyonel mekânların bir ucundan öbür ucuna, onları dönüştürecek şekilde devinirler.

mekânı dönüştürmeye muktedir bu devinimler, bedenleri bozan, şekillendiren ve yeniden kuran devinimlerdir aynı zamanda.  mekân ve beden arasındaki bu eşgüdüm alanını chora olarak adlandırmak mümkün. platon’un varlık ve oluş arasındaki hareket alanını anlatmak için kullandığı chora kavramı, biçimin, babanın ve üretimin uzamı olarak yorumlanagelmiştir. dolayısıyla belirlenemezlik, doğurma ve anne uzamı olarak chora aşağılanmış; dipsiz, yoksun, gizemli, örtülü, ayartıcı, doymak bilmez, tehlikeli ve düzen bozucu bir boşluk olarak temsil edilmiş, isimsiz ve yurtsuz bir halde sürgün edilmiştir. calvino’nun görünmez kentleri de adeta birer “kayıp kıta” olagelen kadınların isimlerini taşımasıyla bu geleneği izler. erkeklerin inşa ettiği bu kentleri keşfedecek olan yine erkeklerdir: kadınların erkeklerin kavramsal evrenlerine kapatılmaları ile kadınların erkeklerin fiziksel mekânına hapsedilmeleri arasında hiçbir fark yoktur.
ilk kez izlenimcilerde kurucu bir nitelik kazanan mekân, bir dengesizlik ve belirlenimsizlik mekânı olarak, rastlantısal ama üretici bir süreç olarak temsil edilmektedir. puslu, sisli, dumanlı, ışık dolu arka plan özneyi çerçeveleyerek, ressam ve izleyiciden eşit statü ve dikkat talep ediyordu.  kübizm ise daha sonraları her ne kadar mekânı geometrik biçimle bezese ve maddi nesneyle arasında bir geçişlilik düzenlese de kapalı bir belirlenim sistemi tasarlamıştır. kübist resim modernizmin en mükemmel temsilidir, fallogosantrizmin ve kapitalizmin ekonomik mekânının görsel sanatlardaki izdüşümüdür. oysa izlenimcilerin mekânının modernizmin içindeki fazlalık noktalarından birini temsil ettiği söylenebilir. bu pozitif chora’msı içkinlik ve olasılık imgesinde cinselliğin mekânı ve genitalbozuma maruz bırakılmış kent mekânında ikamet etme şekillerini değerlendirebiliriz.
 
chora, chronosis ve chronology kelimeleri ile aynı kökten olup, özünde zamansallığı ya da tarihselliği ifade eder. bu, bir anlamda zaman ya da tarih içinde ard arda gelişi veya yer alışı dile getirir. cinselliği sabit mekânsal bir birim olarak betimlemenin alternatiflerinden biri cinselliği zaman ve değişim terimleriyle tahayyül etmektir... bu, uzamsal bir cinselliğe sahip olma ve bunun bir hak olarak ele geçirilmesinden yeğdir. kadın cinselliğinin mekânı dolayısıyla işgal eden saldırgan penise kıyasla sabit, hareketsizleştirilmiş bir girinti olma nosyonundan koparılabilir. bunun tersine kadının cinsel mekânı dolu, değişken, çoklu, belirsiz ve rastlantısal olarak tahayyül edilebilir. ayrıca grosz’un da belirttiği gibi “erkek bedenini fallikleştirme ve bedenin geri kalanını penisin işlevselliğine, yani cinsel etkinliğin en azından ideal olarak cinsel duhul ve erkek orgazmıyla sonlanmasının değerine tabi kılma süreci, kısmi olarak, mühürlenmiş, kapalı beden inşasını içerir. belli bir fallikleştirilmiş erkekliğin tiksindiği şey belki de akıntının kendi değildir; daha ziyade akıntının hareket ettiği veya iki yönlü hareket edebileceği veyahut da belirlenemeyen yönlerde hareket edebileceği fikri, akıntının taşınmasında etken bir fail olmanın yanı sıra edilgen bir kap olma fikri dehşet uyandıracaktır”. zira “birçok eşcinsel erkek sadece dışarı akıntı salmaya değil, aynı zamanda akıntıyı içeri almaya ve fallik işlev tarafından seçilen uzuvdan başka bedensel bölgelerini bu sürece katmaya hazırdır”.
 
bu yeni bedensel mekânsallığın kentte kadınlar için yeni coğrafyalar yaratmadaki katkıları neler olabilir? kadınların talep ettiği çoğul kentsel alanları, sadece tüketim arzusu veya yeniden üretim işlevlerine sıkışmadan belirlememize yarayabilir. bu noktada lezbiyen mekânın heterotopyalarını, fahişeliğin mekânını, konken ve klüp alanını, hamamları, fittness ve aerobik mekânlarını, huzurevi mekânını, hobi mekânını düşünebiliriz. ancak bu tür bir yeniden yazımın kentteki kadın mekânının yüceltilmesine dönüşmemesi için, kuramsal çalışma ikili toplumsal cinsiyet hiyerarşisini sürekli yerinden etmelidir. ofis mekânında, finans alanında, perakende satış alanında, etnik küçük işletmelerde, sanayi alanında ve daha pek çok mekânda kadınların fail olduğunu görebilmekteyiz. dolayısıyla kadın mekânlarını haritalandırmak, –calvino’nun  marco polo’sunun aksine– halihazırda tesis edilmiş bir kimliğin konumu ve keşfiyle değil, gezilmesi ve icat edilmesiyle ilgilidir. marco polo’nun anlatımıyla “doğu” kentleri ancak venedik’e referansla kendi gerçekliklerini bulabilirler. icat etmek içinse fallusun gölgesinden kaçmak gerekmektedir.
 
chora’nın tüm bu dönüştürücü etkisine rağmen sermayenin kimliği nereye dönsek karşımıza çıkmaktadır. hep kapitalist bir uzamda mı ikamet ediyoruz? kapitalist değer sisteminin dışını düşünebilecek miyiz hiç? bu soruya deleuze ve guattari’nin cevabı şu şekildedir:
 
“karar verilemez olan, devrimci kararların en mükemmel tohumu ve mevkiidir. küresel köleleştirme sisteminin yüksek teknolojisinden dem vuranlar var: ama yine de ve özellikle, bu makinemsi köleleştirme, karar verilemez öneri ve hareketlerle dolup taşar, ki bunlar yeminli uzmanlara ayrılan bir bilgi alanına ait olmaktan çok uzak, herkesin/her şeyin oluşuna, radyo oluşa, elektronik-oluşa, moleküler-oluşa katkıda bulunacak bir o kadar araç sunarlar... her mücadele tüm bu karar verilemez önermelerin bir işlevi olup değer sisteminin bağlanma bileşkelerinin karşısına dikilen devrimci bağlantılar kurar.”
 
kapitalist değerler sistemi, toplumsal alanı –tamamıyla işgal etme anlamında– kapatır ve tanımlar (bu kübizmin kapalılığı ve tanımlılığını çağrıştırır); ancak yine de devinim içerisindedir, oluş ve karar verilemezliğe alan açar. bu alan/mekân izlenimcilerin kurucu (gebe) mekânını hatırlatır. sis ve buharların, hareket ve olanağın, her an öne çıkabilecek bir arka planın –modernizmin doluluk ve kapalılık mekânındaki “fazlalık” ve belirsizliğin– mekânıdır.
 
burada artık chora’yı yeni bir kültürel farklılık siyasetinin ifade bulacağı bir uzam olarak görebiliriz. bu mekânda sermaye akışlarına tabi olmayan ekonomik pratikleri teşhis edebiliriz. geriye; heteropatriyarkal kapitalizmin gerilme alanlarını yırtıp taşan özneleşme deneyimlerini haritalandırarak, aralarındaki olası choral (b)ağların kurulma potansiyelleri üzerinden yeni ilişki ve koşulların yaratılması kalıyor. (kadınların kurtuluşu)
 
kaynakça
 
federici, silvia; caliban ve cadı; kadınlar, beden ve ilksel birikim, otonom yayıncılık, 2012 
j.k. gibson-graham, (bildiğimiz) kapitalizmin sonu, metis yayınları, 2010

Etiketler:
İstihdam