01/02/2012 | Yazar: Süreyyya Evren

Emrah Serbes’in polisiyelerinden Serbes’in senaryolaştırmaları ve Serdar Akar’ın yönetiminde çatılan Behzat Ç. dizisinin sinema için çekilmiş ekstra bir bölümü gibi görünüyor aynı ekibin Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ü, kendi başına bir filmden çok.

Emrah Serbes’in polisiyelerinden Serbes’in senaryolaştırmaları ve Serdar Akar’ın yönetiminde çatılan Behzat Ç. dizisinin sinema için çekilmiş ekstra bir bölümü gibi görünüyor aynı ekibin Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ü, kendi başına bir filmden çok. Dizi sevenlerini neden tatmin etmediğini, hatta rahatsız ettiğini de anlıyorsunuz. Kalbime Gömdüm, dizi ile yarı süreklilik yarı kopukluk ilişkisi içinde tuhaf bir düzlemde duruyor. Dizinin birinci sezonunu zaten takip etmiş izleyiciye mi salt seslendiği, yoksa “yahu neymiş bu Behzat Ç. acaba, bir bakalım” diyerek sinemaya gidecek seyirciye mi odaklandığı belli olmuyor. Erdal Beşikçioğlu’na da en iyi oyuncu ödülünün bu film için mi yoksa bu film vesilesiyle dizideki oyunculuğu için mi verildiğini soruyor kişi. Diziler için de prestijli ödül sistemleri gerek belki bu tür yan ödüllerin gereksizleşmesi için.
 
Benim öncelikle merak ettiğim nokta, filmin televizyon sansüründen kurtulunca sinemada halkçı siyasetini daha da açıktan politik bir seviyeye taşıyıp taşımayacağı idi. Korkarım bu tam gerçekleşememiş, hoş çok film tadı vermemesi, dizinin bir yan ürünü gibi görünmesi ve dolayısıyla diziyle göbek bağının kesilmemişliği de dikkat çekiyordu.
 
Kalbime Gömdüm’de 90’larda siyasi amaçlarla derin devletin, Gladio’lar kurup radikal sol öğeleri yargısız infazlarla evlerinde öldüren devlet çetelerinin gündeme getirildiği, afişe edildiği ve hedef gösterildiği bir konu ile karşılaşıyoruz. Popüler bir sinemanın böyle bir ana konuya dayanması Behzat Ç.’nin dizide gördüğümüz halkçı etkisinin bir uzantısı. Dizinin bir parçası olarak çekilmiş olsaydı, Hrant Dink bölümü gibi bir bölüm olabilirdi kolaylıkla Kalbime Gömdüm de. Ancak aynı yerde duruyor: öldürülen ailenin siyasi olduğunu, siyasetini açıktan söylemiyor. (Mesela kuşkucu bir izleyici müfettişin öldürlmesi benzeri bir iç çatışma cinayeti olduğundan da kuşkulanabilir kolaylıkla.) Yalnız bu milliyetçi devlet çetelerinin lüks içindeki hayatlarını halkçı bir biçimde deşifre ederek milliyetçiliklerini boşa düşürüp bencil, çıkarcı devlet erkini sömüren katil kişiler olarak onları gösteriyor; ki bu kısmı gene halkçı ve başarılı. Ama intikamcı oğulun hiçbir politik ülkü taşımaması ve bir tür manyak olarak gözükmesi mesajı bulanıklaştırıyor, her ne kadar o katil devlet çetelerince manyaklaştırılmış bir kurban olarak lanse edilse de ve her ne kadar popüler bir diziyi siyasi bir intikama oturtmak elbet neredeyse imkansız olsa da. Bakın gene dizi diyorum çünkü Kalbime Gömdüm bağımsız bir film gibi hiç değil, ikinci sezon öncesi meraklı seyirciye bir ekstra gibi. Behzat Ç.’nin kızına ne olduğu filmde hiç açıklanmıyor, adamın başına ne geldiğini, neden delirdiğini bilmiyoruz. Ben sinema salonunda “ne oluyor” diye dönüp bana soran yanımdaki habersiz seyirciye “kızı öldü ondan böyle” diye fısıldamak zorunda kaldım mesela. Ama komik detay şu: kızı intihar etti de ondan mı desem, yoksa kızını diğer kızının öldürdüğünü öğrendi mi desem bilemedim. Film hangi zamanda geçiyor, o anda Behzat Ç. hangi gerçekliğe inanıyor emin olamadım. İkinci Sezonun ilk bölümünü de filme gitmeden hemen önce internetten izlediğim için iyice kararsız kalmıştım. Sonunda ’kızının intihar ettiğini sanıyor olabilir, öldürüldüğünü biliyor da olabilir” dedim. İkinci sezon başlangıcını da seyrettiğim için oradaki ’delirme’ ile filmdeki ’delirme’nin farkları aynı zaman diliminde olduğumuz konusunda kuşku uyandırıyordu. Öte yandan Hayalet ile Hortlağın (Akbaba yerine bir an ağzımdan çıktığı gibi) Harun’dan bahsederken yaz boyu kilo verdiğini söylemeleri, bütün yaz Behzat Ç.’siz kalmış tiryakilerin zaman algısına seslenmeleri, filmin dizinin devamı olduğunu düşündüren diğer detaylardı.
 
Cansu Dere’nin Behzat Ç.’ye katılmasına, hatta denebilir ki Savcı Hanım’dan (Canan Ergüder) rol çalmasına dizi fanlarının isyan etmesinin mantığını da filmi görünce anlıyorsunuz çünkü Cansu Dere karakteri dizi akışı içinde çok aykırı duruyor. Dahası Cansu Dere’nin filmde Behzat Ç.’ye hayran olmasının, aşık olmasının veya sevişmek istemesinin hiçbir açıklaması yok. Dizide kadınların Behzat Ç.’ye aşık olmaları için bir sebepleri oluyordu seyirci için, çünkü bu adam anti-kahramandı, doğruyu arayan bir şövalyeydi, kural tanımazlığı bencil devlet çetelerinin kural tanımazlığı gibi değil de biraz Kirli Harry çirkinliğinde olmakla birlikte sıklıkla devlet-bürokrasi-siyaset engellerini tanımayan, onların üzerine cesurca ve kişisel kariyer kaygısı duymaksızın giden bir serseri mayındı. Kişisel trajedisinin tiplemeye kattığı melankoli tiplemenin asiliği ile birleşiyordu. Bir yanıyla kurallara ve sisteme son derece bağlı olan, o sistem ve çark içinde güçlenmiş ve güçlü kalmasını da bilen ve önemseyen Savcı Hanım gibi bir karakter aynı sistemin boşluklarına direkt sorgusuzca dalan bu kontrol edilemez ama doğruyu aramak dışında bir hırsı da olmadığı için çekici öğeye arzu duyduğunda seyirci bunu anlayabiliyordu. Ama filmde Cansu Dere gibi bilgili, eğitimli, kuralları doğru uygulayarak yükselmek isteyen bir polis kızı polisin sadece kabasabalığına, haydutluğuna ve dahası beceriksiz ve başarısız polisliğine tanık olduğu Behzat Ç.’ye ilgi duyması sinema klişesi gibi eğreti bir şekilde duruyor. Sanki “aa başrolde siz mi oynuyorsunuz öyleyse ben de sizi seviyorum” demiş gibi. Behzat Ç.’nin Cansu Dere’nin güzelliğini onayladığı sahneler de gene fanları irrite edecek türden. Sanki Contempt’teki Brigitte Bardot ile karşılaşmışcasına güzelliğine hayran kalması, rüyalarda onu abartılı kıyafetler içinde bir köşede güzelliğini sergileyen bir manken olarak görmesi hep oturmamış detaylar. Hayır, madem Cansu Dere’nin muhteşem güzelliğinden Behzat Ç. ile birlikte bizim de etkilenmemiz isteniyordu o zaman a)hayranlık sahnesi Contempt’e biraz daha benzeseydi, bir gönderme tadı ile birlikte hayranlığı tam içe çekseydik b)hem de Poe’nun Annabel Lee için söylediği gibi, genç güzel kadının erken ölümü en acıklı, en dokunaklı tema ise şu hayatta Cansu Dere karakteri biraz daha sahici kılınıp son sahnede tabutta görünce izleyicinin gözyaşlarına engel olamaması sağlansaydı. Şakayla karışık “ya Çağan (Irmak) gel şu son sahneyi sen çek, tabutun kapağı açıldığında bütün salon ağlasın, ben de sana sonra lazım olunca bir polisiye sahne atarım” diyebilirmiş Serdar Akar.
 
Cansu Dere ve Rıza Kocaoğlu’nun Ezel dizisinden transfer edilmiş gibi durmalarının da filmi zayıflattığını söyleyebiliriz. Çok sık başvurulan komedi trükleri ise vasatı aşmamaları dolayısıyla Behzat Ç’nin iç melankolisinin inandırıcılığını ve Behzat Ç. dörtlü çetesinin ortak karamsarlığının atmosfere egemen olmasını engelledikleri gibi görebildiğim kadarıyla pek kimseyi güldürmeyi de başaramıyorlardı. Vasat bir mizahı kullanmaya ihtiyacı olan bir diziymiş gibi davranmaları gereksiz, kara mizahı kaldıracak bir yapıya alıştırılmış durumda yaygın izleyicisi dahi Behzat Ç.’nin.
 
Tabii siyasi karşılık meselesine dönecek olursak, 90’lardaki siyasi cinayetlerin davalarının görüldüğü, gazetelerde itirafların sık sık yayımlandığı, meselenin büyük ölçüde afişe olduğu bir dönemde bir polisiye filmin böyle bir konuya sahip olması o denli sarsıcı olmuyor izleyici için. Aynı konu ile bu film on yıl önce çekilse çok daha radikal tınlardı kuşkusuz. Şimdi daha fazlasını, daha somut göndermeleri talep edebilecek durumda izleyici. Lüks malikanede yaşayan tıknaz kötü adam klişesinden fazlasına yer ver artık.
 
Özetle, Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm, Behzat Ç. dizisinin düzenli takipçilerini de ilk kez Behzat Ç. ile karşılaşmak için sinema salonuna gelenleri de eli boş gönderme eğiliminde. Tüm bu defolara karşın politik polisiyelerin kara anlatı ile hedefe gitme becerilerinin başarılı bir egzersizi toplamda Behzat Ç. projesi. İkinci film daha iyi olacaktır.

 


Etiketler:
nefret