31/12/2015 | Yazar: Ulaş Sona

Ayıp olur bayadır politik hattım. Cenazeye gitmemek ayıp olur, basın açıklamasına gitmemek ayıp olur, fazla ağlamak ayıp olur, Ayten’i aramazsam ayıp olur.

“Ben buraya bebe hakkı için geldimdi;

ben kimdim unuttum, bebeler kimdi.”

(Soneler IV- Metin Altıok)

Bir yılın son günleri. Bir masayı sıra gibi çekiyorum önüme. Sınıf dolaplarında kitli, sadece bazı zamanlarda önümüze çıkarılan defterler gibi bu halim. Bir toplantıdaki bir kadın başını kaldırıp selam veriyor, ben de ona selam veriyorum. Sonra gülümsüyor, ‘nerden tanıyorum seni bilmiyorum’ diyor, ben de gülümsüyorum ben de bilmiyorum diyorum. O kadar eminiz ki birbirimizi bildiğimizden, bütün masa dönüp bana bakıyor, ben de bütün masayı süzüyorum ama hayır bir tek onu tanıyorum, o da beni.

Telefona yarın cenazesi kaldırılacak bir ölüm haberi daha düşüyor. Sonra telefonum çalıyor, sonra ben başkasının telefonunu çaldırıyorum. Çok bir şey konuşmuyoruz. Duydun mu diyorum, duydun mu diyor. Son iki yıl içinde ölüm haberlerinin cümlelerimi nasıl kısalttığını düşünüyorum. Ölümün bu kadar yakınımıza, yamacımıza, üstümüze üstümüze gelmesine karşı kelimelerimiz azaldı gibi geliyor.

Sonra bir kuş camdaki saksıya dal getiriyor. Dalı bırakıyor tekrar gidiyor. Onun yanına bir kuş daha geliyor. 2015’in son kötü haberlerini kısa cümlelerle alalım ve bitsin istiyorum. O tanımadığım ama aslında hep tanıdığım kadının masasında altı kadın daha oturuyor. Bulunduğum masadan hepsi kadın şeklinde gözüküyor ve anladığım kadarıyla da kadın toplantısı. Basın açıklaması konuşuyorlar.

Buranın bin yıllık abisi gelip ne istersin diye soruyor. Ben hayatımda ilk kez sıcak süt istiyorum. Bir bakıyor bana ben de ona bakıyorum. Bu mudur der gibi bakıyor, ben de geldiğim nokta bu mu olacaktı diye bakıyorum. Gidiyor sonra. Yanına bal ister misin diyor. O kadarı fazla olurmuş gibi geliyor. Şeker diyorum, çokça şeker. Buraya niye gelmiştim hatırlamaya çalışıyorum. O tanıdığım ama tanımadığım kadının toplantısının bitmesini bekler gibiyim. Bana söz vermiş ama toplantısı uzamış ben de onu beklediğimi hissetmeyeceği mesafedeki bu masaya öyle ilişmişim de bakıyorum gibi.

O iki kuş getirecek dal bulamadıklarından gidip gelme yapmıyorlar artık. Rüzgardan tüyleri havalanıyor. Dışarda rüzgar var sanıyorum. Sonra o bin yıllık abi gelip başıma dikiliyor. Onu hep tanıyordum o da beni tanıyordu, onu hiç tanımıyordum o da beni hiç tanımıyordu. Sıcak süt istemenin bir mesele var demek olduğunu, o isimsiz hitapla geçen yıllarda oluşacak bir bilgi olduğunu fark ediyorum. N’oldu diyor. Daha ne olsun diye bağırmaya çalışıyorum, bunu istiyorum ama ayıp olurmuş gibi geliyor. İnsanlar harıl harıl eylem planı çıkarıyor ben istekler içinde kıvranıyorum. Ne kadar zaman oldu bir kadın toplantısına gitmeyeli, bir trans toplantısına gitmeyeli, bir karma toplantıya gitmeyeli... Ben bir süredir sadece halı saha maçlarına gidiyorum. Hızlı koşmayı öz savunma sanıyorum.

Öyle bakışıp kalınca abiyle ben bir sigara almaya gideyim, diyorum. Dışardan bir şey ister misiniz, diye de soruyorum. Ben buraya niye gelmiştim? Ölüm uzun cümlelerimi aldı diye, uzun uzun dağa taşa cümle kuruyorum. Ben o kadını bir panelden mi tanıyorum acaba? Avukat ya da akademisyen sanırım. Benim akademiyle de bir ilişkim yok ki artık. Bilemiyorum. Uzun uzun yasaları anlatıyorlar birbirlerine. Süte hiç dokunmuyorum. Mekandan kaldırmasınlar diye dokunulmayan çaya dönüştü. Beyaz tabağı, beyaz fincanı, beyaz porselen kaşığı arasından gözüken süt. Ne kadar beyaz! Beyazı hiç sevemiyorum. Bir an bütün hırsımı fincandan çıkaracakmışım gibi geliyor. Sol elimin tersiyle ittirsem, bütün ihtişamını kaybederken beyazlık, yerler süt olsa, masada oturan toplumsal hareket irkilerek yere baksa, korkunç bir kırılma sesi çıksa, ben yalandan utanıp affedersiniz desem, şaşkınlık içinde peçete peçete yok mu diye yere çömsem, garsonlardan daha çok silme yarışına girişirken affedilsem ve doğrulsam yerimden. Ayıp olur haklı sebeplerime diye vazgeçiyorum. Ayıp olur bayadır politik hattım. Ne yapacağımı bilmediğimde yönlendiriyor beni. Cenazeye gitmemek ayıp olur, basın açıklamasına gitmemek ayıp olur, fazla ağlamak ayıp olur, Ayten’i aramazsam ayıp olur.

O tanımadığım ama tanıdığım kadının toplantısı bir türlü bitmiyor. Savaş, barış, twitter, facebook, hastag, farkındalık, örgütlenme, yeni yıl, üçüncü dünya savaşı, 2016, 2015, Roboski, Suruç, Ankara, Paris, Suriye, Rusya, Kobane, İran, Irak, petrol, limon, doğalgaz, Ortadoğu, kürtaj, katil, cinayet, unuttuklarımız ve asla unutmayacaklarımız... Bir an duruyorum. Benim kalkıp boks eldivenlerini bırakmam lazım diyorum. Ben buraya eşya almaya geldim, buradan da eşya bırakmaya gidecektim.

Sol elimle gözlerime bastırıyorum. Biraz öyle duruyorum. Gözyaşı siler gibi hareket ediyor parmaklarım ama hayır ağlamıyorum. Avuç içiyle göz ovuşturmak lazımmış. Elimizin en temiz kısmı orasıymış ama ben öyle yapmıyorum. Elimi tekrar masaya koyduğumda bu oturduğum masada bir gün biriyle Hitler’i tartıştığımızı anımsıyorum. Hitler’in tartışılacak neyi vardı acaba, ne konuşmuştuk, yok şöyle olmuştu o bana Almanya’daki insanların özellikle o döneme tanık olan insanların ve hala yaşayan insanların konuşmak istemediklerini anlatmıştı. Unutmak istiyorlarmış. Hangi taraf hatırlamıyorum ama öldürülenler mi yoksa öldürenler mi? Bir de bütün diktatörlerin sonlarının nasıl olduğunu konuşmuştuk o gün. Bu andan kesinlikle daha umutluydum o an.

Ayıp olmayacak kadar umutluyum bugün. O zaman bu bir masaydı şimdi bir sıra. O toplantıya saygı gösterecek, dinleyecek, kalkıp öneri sunmaya niyetlenecek kadar umutluyum belki, belki de bizle savaşa karşı maç yapın diyecek kadar şapşal. Daha fazlasını her zaman yapamıyorum. Çünkü sol bacağımı incittim ben, sol bileğimi de, sol kalbimi de.

Sonra ittim önümdeki sıramı. Toparlandıkça toparlandım. Kat kat giyinip kasaya gittim. Kasanın yerinin değiştiğini o an fark ettim ama üzerine bir şey konuşmadım. Afiş yerinde duruyor mu diye baktım sadece. Duruyordu, aynı yerinde, orada: !ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi! yazıyordu hala. O kadının bana tebessüm ettiği gibi ben de bir şiirin mısrasına tebessüm ediyorum şimdi. O içmediğim ve kırmadığım bembeyaz sütün parasını öderken, o tanıdığım ama tanımadığım kadınla bir an göz göze geliyoruz: içimden diyorum ki dünya hala ikiye ayrılıyor bizim için: birbirine başımız sağ olsun diyebilenler ve birbirine başımız sağ olsun diyemeyenler. Masanın altından elini kaldırıyor yarım bir el sallama gibi ben de kafamı öne ve aşağıya doğru uzatıyorum.

*sabaha kadar süren başlık tartışmasına noktayı koyan: Salih Canova

İllüstrasyon: Rüzgâr Buşki


Etiketler:
İstihdam