07/11/2012 | Yazar: Hande Çayır

Onu her gördüğümde kahkahasını duymayı bekliyorum. Çılgın, içten ve katmerlenerek çıkan kahkahasını… Oktavı artıyor. Bağrına basıyor. Bir şey oluyor. İyi ki oradayım. İyi ki sesini duyuyorum dedirtiyor.

Onu her gördüğümde kahkahasını duymayı bekliyorum. Çılgın, içten ve katmerlenerek çıkan kahkahasını… Oktavı artıyor. Bağrına basıyor. Bir şey oluyor. İyi ki oradayım. İyi ki sesini duyuyorum dedirtiyor. Atmazsa, o gün, ona bir şey olmuş oluyor. Geçmesini ve o kahkahanın geleceği anı beklemeye başlıyorum bu kez. Sesine, haftada en az iki kez ihtiyaç duyduklarımdan…
 
Dondurma aldık. O portakallı ve kavunluyu seçti. “En kıyıda köşede kalmışlardan alacağım” dedi. On bin kez teşekkür dansı yapsam da yetmez! Dondurmayı seçme kararının altındaki var oluş beni çok heyecanlandırıyor. Yaşasın, satır araları!
 
Rakı-balık ve kemirdiğimiz rokalar… Islak parmaklarımız ve Müzeyyen Senar…
 
Ben çekim yaptım, o da bana kendi sesi olduğuna inanamadığım son-tasarım şarkısını dinletti. Adını sormayı unuttum.
 
Yerde kırpık kâğıtlar vardı. Tüm dergileri kırpık kırpık yapmış. Onlara basarak girdim içeri. Bu kez ayakkabılar çıkmıyordu evde.
 
Parmağımla yediğim tatlı, sevgili muhabbetleri ve rüzgâr vardı.
 
Beni yazar-ressam şapkası ile karşıladı. Çıkardı. Neden çıkardığını sordum. “Süstü, senin için, şimdi geçti” dedi.
 
Sesinde eski bir dosttan kalan hatıra var. Bir ünleminde yani… Hmmm derken beliriyor. “Onun gibi yapıyorsun” deyince hüzünleniyor. Belli ki onu özlüyor.
 
Duvarda asılı sözler var, el yazısı ile… Bir de saat… Kıyıda bir saat… Dün de derste eşyaların dilini konuştuk. Hani, kırlarda yürürken mesela tek bir ayakkabı ile karşılaşınca gelen o his vardır ya… Onun gibi… Terk edilmiş eşyalar… Mekânlarını değiştirmişler ve acaba nereye gitmişler?
 
“Hani, derler ya, bir film izleyince, şurasını anlamadım diye, ben onu istemiyorum” dedi. Ben de istemiyorum. Zaten anlasa anlardı. Sanki anlattıkça didaktik… Sanki anlamayınca kopuk…
 
Coursera’yı buldum. Herkese tavsiye ediyordum. Ona da ettim. Dedim ki, “sıkıcı mı oluyorum”, dedi ki, “o da lazım!”
 
İç sesim bir deli. Üçüncü göz olup kendime dışarıdan bakmak hem bir oyun, hem de batırılacak iğnelerin en büyüğü…
 
Akademi her yanımı sardı. Nereye girsem, içime alıyorum. Oynadığımız rolleri düşünüyorum. Mimesisi… Sonra yeniden Cehov karışıyor araya: Sevgili kız kardeşlerim, biraz daha sabretsek biraz daha zaman geçse bileceğiz gibi geliyor bana. Neden yaşıyoruz? Neden acı çekiyoruz?
 
Efkâr, Müzeyyen Senarlı rakı-balık gecesinde kalsın. Ve işte Armağan’ın şarkısı: http://soundcloud.com/armagan-zorundam/uyusana-2
 
Onun bu şarkı ile nasıl dans ettiğini bilmek -bir statü olacaksa eğer yeryüzünde- benim en süper ayrıcalığım!
 
Ondan bir şey rica ettim. Artık bana Zeynep diyecek. İstediğim insanlarla bu oyunu oynamaya karar verdim. Hem alışkanlıklarımızı da biraz zorlar, sıkılınca da buluyoruz bir şeyler, iyiyiz yani :) Bir de şu didaktiklik olmasa… Ondan sonra da üçüncü gözden kendini yemek… Gereksiz kibarlık ve bilinçaltı…
 
Sahneyi yeniden Armağan’a bırakıyorum: http://soundcloud.com/armagan-zorundam/1-60
 
Zeynep

Etiketler:
İstihdam