30/06/2014 | Yazar: Emre Korlu

Sana hep öğütler verirler. İnsanlar, dinler gibidir.

Beni habersiz bırakmayıp yazdığın için teşekkür ederim. Bir demet kâğıt! Kim bu kadar yazabilir! Ayrıca bir stili de yok değil. Teşekkürler, görüyorum ki beni seviyorsun. Dün için kendini üzme ve Tanrı aşkına yarın gel!
Dostoyevski
 
Niçin cezalandırıldığımı bilmiyordum zira bu ceza gün geçtikçe ruhumu yok ediyor ve bana ziyadesiyle zarar veriyordu. Diğerlerine tanınan yüzlerce şanstan bir tanesine bile sahip değildim.
 
Size oda kapısının beyaz kolunu onlarca kez indirip kaldırdığım sabahlardan bahsetmek isterim. Meryem’in kirli saçlarının holde bıraktığı o rutubet kokusundan...
 
İnsanların sürekli mutluluk oyunu oynamasından sıkılmıştım. Beş dakika süren sekslerin ardından bebek telaşına düşen porno aktörlerinin çevremde orgazm olup durması aile kavramının sevişmeye odaklı merkezi sisteme sahip olduğunun büyük bir kanıtıydı. Bay İshak, böyle olmaya devam edersem cehenneme gidebileceğimi söylüyordu. Karısıyla kendisine ait bir cennetin hazır tutulduğunu mu düşünüyor? sorusunu aklımdan geçirdikçe, o esaretin altındayken bile, gülümsüyordum.
 
Kendime süslü bir hayat satın alabilmem için içinde bulunduğum durumdan kurtulmam gerektiğini savunan insanların arasında büyüyor olmak, bir hayli korkunçtu / I bought a fancy life should get rid of the situation I’m in for Defense is growing among people, to be quite scary. 
 
Yaşamımı kimsenin eline teslim etmek istememiştim. Bağlı bulunduğum bu kalorifer borusundan daha uzakta bir yerde özgür olabileceğime inanmıştım. Musa kanunlarına itaat eden Ortodoks Yahudisi bir ailenin çocuğu olmak ve eşcinsel doğmak benim suçum değildi. Bu konuda kimse beni esarete mahkûm kılamazdı zira kolay lokmaydım.
 
Geceleri genç denemeyecek kadar küçük erkeklerle birlikte olan Papaz’ın eşcinselliğimden istifade edip, kalçama dokunmak isteyişinden kimseye bahsetmeyecektim ve bu durum gittikçe komik bir hâl almaya başlayacaktı. Günahlarımdan arınayım diye getirildiğim ayinlerden birinde karşı koyamadığım birinin dokunuşlarına hedef olacaktım.
 
Papaz, o gençle yakınlaşmamıza tanık olacak ve beni İshak’a gammazlayacaktı.
 
Aptallar, temizlik konusunda hassastır. Çevresindeki insanların da kendileri gibi meleklerle şarkı söylediğine inanırlar. Tıpkı benim gibi / Idiots, cleaning delicate. The surrounding people like themselves, they sing with the angels. Just like me...
 
Mutluluğumu elimden almaya çalışmaları tuhaftı. Benliğimi tenime yapışan bir sakızmış gibi üzerimden çekip çıkarmaya çalışıyorlardı. Günah işlediğimi düşünecek kadar ahmaklardı.
 
Meryem’in bağlı tutulduğum odanın kapısında, tevrat okuduğunu duyabiliyordum.
 
O evde yaşıyor olmak büyük bir işkenceydi. Sana Tanrı’nın cezasıymışsın gibi davranıyorlardı / He lives in the House was a big torture to be. They act like you’re God’s sentence.
 
Sana hep öğütler verirler. İnsanlar, dinler gibidir. Kimi aforoz edip, kimi sevmen gerektiğini öğretir. Toplum kendisine uymayanı kabul etmez; her zaman kendi gibi olanı sever.
 
Ben başka biri olmaya zorlandım.
 
Ta ki, o papazla sevişinceye dek...
 
Size yazacağım Jülyet. Size yazmaya devam edeceğim. Lütfen uyumayın!
 
Bugün çok açık bir şekilde görüyorum ki, siz, uzun kollar için tasarlanmışsınız, zira size ulaşmak ne mümkün!
Dostoyevski  
 
Papazın yüzüğü
 
Uslu bir çocuk olmaya karar verdiğim günün akşamı günah çıkarmak için karşısında durduğum Papaz’la aynı yatağa girip seviştiğimin haberi duyulsa idi, İshak çoktan intihar etmiş olurdu.
 
O zavallı din adamının sonunu merak dahi etmek istemiyorum. Burada kâfi miktarda tükürük üretip, ağızlarından hızlıca ve bir çırpıda çıkaran kaç çocuğun hırsına kurban giderdi kim bilir!
 
Almon, sürekli beni istediğini söylüyordu. Pencereden kovsam bacadan girecek cinstendi. Eşcinselliği yerden yere vurup, beni neden bu denli istediğini anlamayacak kadar kör olamazdı. Almon, cinsel yönelimini açıkça yaşayamayan biri olmaya zorlanmıştı ve bu yüzden kendi gibi olanlardan nefret ediyordu. Kalçama kadar kayan ellerini, hızla inip çıkan göğsünü, tüm bunların hepsini, bir sır olarak içimizde tutmamız gerektiğini söylüyordu. Bensiz olamayan fakat en az o kadar da benden nefret eden biriydi. Meryem’e değişmem için çeşitli dualar öneriyordu.
 
Din adamlarının tuhaf fantezileri işte!
 
Ona uzun aralıklarla küs kalıyordum. Yalvarmaları gözümün önüne geldikçe, o komik haline gülüyordum ve bu durum zamanla çok hoşuma gitmeye başlıyordu. 
 
***
 
Gün geçtikçe duygularına ket vurmak istiyorlar. Karanlıktan korktuğunu bile bile gözlerini yummanı ve güzel şeyler düşlemeni diliyorlar. Bir sabah uyandığında onların istediği gibi biri olacağını umuyorlar. Zavallı yaratıklar!
 
Zavallı Almon! 
 
Şekilciliği bilir misin? Hep sanki bir şeye benzemeye çalıştığına inanırlar. Gey isen eğer, bir gün mutlaka kadın olduğunu haykırmaya başlayacakmışsın gibi ağzının içine bakarlar. Ha çıktı, ha çıkacak diye.
 
Nasıl bu kadar aptal olabildiklerine inanamıyorum.
 
İnsanlar ayindeyken Almon’u yalamakla meşguldüm. O bakirliğini teşhir ederken ben tüm gücümle siyanür gazı yutmuş gibi davranıyordum. Sevmediğim birinin et parçasıyla saatler geçirmek saçmaydı. Âşık olmak için uğraşmadım. Hayatımı yaşamak bile bir olasılık iken, tam da o sırada, karşıma geçti.  Dinini ayaklarımın altına serdi ve üzerinde birbirinin içine geçmiş o iki üçgeni taşıyan yüzüğü titreyen avuç içinde tutarak önümde diz çöktü...
 
Elbet devamı da var. Sanırım hayattaki en sıkıcı şeylerden biri seninle konuşamayan bir sayfanın dakikalarca beynini ütülemek.
 
Jülyet, bugün uyuyabilirsin; birazdan sabah olacak. 
 
***
 
Ama, Bankes gözlerinin önünde uzayıp giden şu kum tepeleriyle arasında geçen bu sessiz konuşma arasında Ramsay’e olan sevgisinin hiç eksilmediğini söylüyordu yine; işte orada, tıpkı yüzyıldır balçık içine gömülü bırakılıp da, dudakları kan kırmızı taze kalan bir gencin bedeni gibi, onun arkadaşlığı da tüm yeğinliği ve gerçekliğiyle körfezin ötesinde kum tepeleri arasında olduğu gibi korunmuş yatıyordu.
Virginia Woolf
 
Bekleyeceğine söz ver!
 
Hatırladıkça yazıyorum ya da anlatıyorum mu demeliydim? İkisinden biri işte!
 
Almon’a âşık olup olmadığımı merak ediyor olabilirsin. Bu arada birbirimize yabancılaştıkça hiç yakınlaşamadığımızı fark ettiğimden bu yana “siz” hitabından çekinir hale geldim. Umarım sana karşı inceliğimden, bir şey kaybetmiş olabileceğimi düşünmezsin.
 
Kimseye âşık olmadım, Jülyet. Senin gibi kaybetmekten korktuğum için acizliğime yenilmeyi tercih ettim. Aile ve toplum baskısının sırtımda oluşturduğu kamburluğun üzerine bir yük daha bindirmek istemedim.
 
Yoksa Jonathan’ı yanında gördüğümde kendiliğinden kırmızı dudaklarını aklıma ve kalbime bir nakış gibi işlediğimde, onunla kurduğun gelecek planlarına burnumu sokmaya başladığımda, biraz daha ileri gidip şansımı deneyebilirdim.
 
Matem günlerinden birinde annemin saçma sapan çiçeklerle bir bahçe havası kattığı balkonumuzda birbirimize yaptığımız itirafları göremeyecek kadar duyarsız insanlara yakalanmak istemiştik. 
 
Zira onların bu kâinatta yaşadıklarına inanmıyorum. Şimdi şu kalorifer borusuna kelepçeliyken Jonathan’ı elinden almam mümkün değil, Jülyet.
 
Neredeyse her gece penceremin altına gelip bana deniz ezgisini mırıldanan Jonathan da biliyor ki, nasıl utangaçtık; onun yanaklarında kiraz ağacı, benimkinde kuşlar vardı ve sorusu olmayan bir yanıt gibi kaldık o beyaz çarşafın içinde.
 
Bana soytarı dediğini duyar gibiyim. Ne de olsa herhangi bir enerji algılamasına benzetiliyor aşk. Kendimize en süslü hayatları satın alamadıksa da bizimki bekleyeceğine söz verenlerden...
 
Gittikçe inceliyor bileklerim!
 
Suçsuzu da dinlemelisin, Jülyet!
 
"Ve oyun biter; perde tekrar açılır. Benjamin, Jonathan’ı beklemektedir. Jülyet, Benjamin’i kelepçeyle bağlı tutulduğu o kalorifer borusundan kurtarmaz. Buna yeltenmez bile... Mevsimler geçer. Bir adama milyonlarca dize düşer."    

Etiketler:
İstihdam