22/03/2014 | Yazar: Rahmi Öğdül

Görüntü ile ses arasındaki fark, iktidarın foyasını meydana çıkarıyor. Görüntü kaplan, ama sesi öyle demiyor.

Görüntü ile ses arasındaki fark, iktidarın foyasını meydana çıkarıyor. Görüntü kaplan, ama sesi öyle demiyor.
 
Ben Elias Canetti’nin yalancısıyım, o da Hintlilerin. Hindistan’da eşeğini sürekli başkalarının tarlalarındaki tahıllarla besleyen adamın masalını aktarıyor kitabında (Hayvanlar Üzerine, Sel Yayıncılık). Kaplan postu giydirdiği eşeğini gece olunca başkalarının tarlalarına sokar ve kaplan sandıkları için hiç kimse hayvanı kovmaya cesaret edemezmiş. Ancak sonunda bir bekçi boz bir gocuğun altında saklanmış ve elindeki yayı ve okuyla yırtıcı hayvanı öldürmek için beklemeye koyulmuş. Kaplan postuna sokulmuş eşek, boz renkli gocuğu görünce dişi bir eşek sanarak anırmaya başlamış ve eşek olduğunu sesinden anlayan avcı onu öldürmüş. Bir tarafta kaplan görünümlü, yırtıcı bir iktidar, öte yanda her gün yenileri eklenerek çığ gibi büyüyen ses kayıtları. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu masalın evrenselliğine hayran oldum. Görüntü ile ses arasındaki fark, iktidarın foyasını meydana çıkarıyor. Görüntü kaplan, ama sesi öyle demiyor.

Hayvanlara hırs, hırsızlık, yağma gibi tamamen insanlara özgü olan özellikleri yükleyerek haksızlık yapıldığının farkındayım, ama simgelerin parçalanarak aramızdaki bağların yok edildiği bir dönemde simgesel düşünceye duyulan ihtiyaç açısından bu masalı simgesel düzeyde ele almadan da edemiyorum. Eşeğe kaplan postunu kimin giydirdiğini ve tarlalarımıza musallat ederek ekmeğe dönüşecek tahıllarımızı kimin yağmalattırdığını sorarak başlayabiliriz işe. Hiç kuşkusuz yanıtınızı duyar gibiyim: Uluslararası finans kapitalin üstünde oturanlar ve bunların yerel neo-liberal işbirlikçileri. Özenle hazırladıkları kaplan postunu eşeğe giydirerek, doğayı ve toplumu yağmalatmak için aramıza salıverdiler.

Sonra bir yaz sabahı ekmek almak için fırına giden Berkin Elvan’ın kaplan görünümlü, yırtıcı iktidar tarafından vurulduğuna tanık olduk. Öldürülmeseydi Berkin’in elinde, sofrada paylaşılacak fırından yeni çıkmış, sımsıcak ekmek olacaktı. Tahıllarımızı yağmalayanların, ekmeğimize göz dikenlerin aslında sofrada ekmeğin paylaşılmasıyla aramızda kurulacak toplumsal ilişkilere de düşman olduklarını ve bu uğurda bir çocuğu bile öldürmekten çekinmediklerini gördük. Ekmek tüm toplumlarda toplulukların kurucu öğesidir ve kutsaldır. Çocukken babaannemin bana öğrettiği, “yerde ekmek görürsen üç kere öpüp başına koyduktan sonra yüksek bir yere kaldır” öğretisinin ne denli önemli olduğunu daha sonra anlamıştım. Ekmeğin kutsallığı tek tanrılı dinlerin hiyerarşik aşkınlığında değil, toplumsallığın içkinliğinde yatıyor.

Ekmek sofrada paylaşıldıkça topluluklar kuruluyor. Hıristiyanlıktaki İsa’nın eti ve kanını simgeleyen ekmek ve şarabın paylaşıldığı komünyon ayini bir cemaat oluşturmak için belirleyicidir. Geleneksel toplumlarda sofra simgesel düzeyde topluluğu birbirine bağlar. Ekmek yeryüzünün ruhudur ve bölüşerek yatay bir ağ gibi kuruyoruz kendi topluluğumuzu. Modern toplumlarda bireylerin atomlaşarak ayrışmasını, sofradan kopmayla da açıklayabiliriz. Aynı sofrayı paylaşarak, ekmeği birlikte bölüşerek aralarındaki toplumsal bağları pekiştiren geleneksel toplumların aksine, kendi tabağını alıp bir köşeye çekilen ve televizyonun karşısında yiyen modern insanlar artık toplumsallığı da aralarında bölüşemez oldular.

Sofranın biçimi de çok önemli; hiyerarşik de olabilir demokratik de. İmparatorlukların nasıl bir yeryüzü hayal ettiklerini sofralarından anlayabiliyoruz, örneğin. Sanırım Melih Cevdet Anday’ın bir makalesinde geçiyordu; üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu, ordövr tabağı üzerinden çözümleniyordu. Tabak, merkezindeki ana karayı temsil eden sığır eti ve onun etrafında sömürgelerden gelen besinlerden yapılmış yemeklerden oluşacak şekilde düzenlenmişti. İmparatorların yemek masalarındaki protokole göre düzenlenmiş oturma düzeni tabaklarına da yansımıştır; iktidarın sofrası, hiyerarşik, merkezi bir yapıyı yansıtırken, halkın yer sofraları tüm protokolleri alt üst ederek yatay ve merkezsiz bir düzlemde insanları birbirine bağlıyor. Anti-kapitalist Müslümanların öncülüğünde geçen yaz düzenlenen yeryüzü sofralarında ekmeği birbiriyle bölüşerek aralarındaki toplumsal bağları pekiştiren insanlar, iktidar sofralarının aksine, hasretini duydukları yeryüzüyle de yatay ilişkiler kurmuşlardı. İktidar, insanların ekmeklerini birbiriyle bölüşerek doğa ve toplumla kuracakları ilişkilere düşmandır.

Yaşama düşman olan iktidar, genç filizleri öldürmekten çekinmiyor. İktidarın katlettiği Berkin, o sabah alamadığı ekmeğini uzatıyor bize, yeryüzü sofralarında bölüşelim, çoğalalım diye. Hint masalı kaplanların göründükleri gibi olmadıklarını anlatıyordu, korku imparatorluğunun sonunda yıkılacağını. Ben masalın yalancısıyım,  ama ekmeğin gücüne inanıyorum.

Etiketler:
nefret