12/11/2018 | Yazar: Tunca Özlen

Kapitalizmin partiarkal yüzü, kadının maruz kaldığı çifte sömürüdür. İşçi sınıfı erkeklerden ibaret değildir.

Kapitalizmin partiarkal yüzü, kadının maruz kaldığı çifte sömürüdür. İşçi sınıfı erkeklerden ibaret değildir. 

Türkiyeli sosyalistlerin üzerine en fazla kafa patlattığı konular arasında kadın sorununun yer aldığını düşünebilirsiniz. Her sene 8 Mart veya 25 Kasım arifesinde yuvarlanan taşların büyüklüğüne bakarak, sosyalistlerin kadın sorunuyla yatıp kalktığı izlenimine kapılabilirsiniz. İçlerinden birisiyle bu konuyu yüz yüze konuşana kadar bekleyin.

Bilmiyorlar ama konuşuyorlar…

Ortalama bir sosyalist için, başlı başına “kadın sorunu” olarak tanımlanacak, diğer kritik başlıklardan, örneğin emek-sermaye çelişkisinden veya dinci gericilik meselesinden ayrı (bağımsız değil) bir başlık olarak görülecek, kendine has dinamikleri ve gündemleri olan bir başlık yoktur.

Kadın sorununa, “geçerken” değinilir. Bu yüzden yazılanlar, feministlere karşı üretilen karşı tezler, sözüm ona “sınıfçı” tutumu savunmak için argümanlar sığ kalır. Kadın sorunu, her zaman kendisinden daha yakıcı görülen bir konunun eklentisi, mütemmim cüzü olarak ele alınır.

İşyerinde kendisinden daha beceriksiz bir erkeğin altında çalışmak zorunda olan kadın mühendisin yaşadığı haksızlıkla, sendikalı oldukları için kovulan taşeron erkek işçilerin yaşadığı haksızlık aynı düzlemde ele alınır. Sözüm ona “sınıfçılık”, sınıfın büyükçe bir bölmesinin yaşadığı özgün sorunları görmezden geldiği ölçüde aslında sınıf körüdür.

Sigortasız, parça başı ve evde çalışanlarla beraber sınıfın yarısını oluşturan kadınların, sadece kadın oldukları için yaşadıkları, erkek işçilerin maruz kalmadıkları haksızlıkların tarihsel arka planına bakılması gerekir. Bu tarihsel arka plan, patriarkadır.

Kapitalizmin partiarkal yüzü, kadının maruz kaldığı çifte sömürüdür. Sömürünün bu boyutunu erkek işçilerin tecrübe etmemeleri, işçi sınıfının böyle bir gündemi olmadığı anlamına gelmez. İşçi sınıfı erkeklerden ibaret değildir.

İster fabrikada, ister hizmet sektöründe, ister plazada çalışsın, kadın işçiler erkek işçilere kıyasla daha katmerli bir sömürüye maruz kalır. Kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alır, zam veya terfi hak etmeleri için erkeklerde aranmayan ek koşulları yerine getirmeleri gerekir ve doğum gibi vesilelerle ilk fırsatta üretim sürecinin dışına itilir. Bu koşullar, onların niyetinden ve bilincinden bağımsız olarak, erkek işçilere bir takım avantajlar sağlar.

Diğer taraftan, partiarka erkek işçiler her zaman kadın işçilerin üzerine basarak yükselme, sınıf atlama imkânı anlamına gelmez. Kadın işçilerin daha düşük ücret alması, erkek işçilerin ücretleri üzerinde de baskı kurar. Kadınların istihdamdan uzaklaştırılması, hane gelirini düşürür ve erkek işçileri ek iş bulmaya iter.

Meselenin çok boyutlu ve dinamik yapısını “patriarka” kavramını kullanmaktan imtina ederek kavramak mümkün değil. Tarihsel bir yapıyı ifade eden patriarka, kapitalist üretim ilişkilerine entegre olmuştur ancak kapitalizmle birlikte tarih sahnesine çıkmış değildir. Engels’in tarifi eşsizdir: "Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana rastlar. (…) Aile içinde erkek burjuvadır, kadın proletarya rolünü oynar”. [1]

Çoğu sosyalist patriarka ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi kavramaktan oldukça uzaktır. Onlara göre kapitalizm tüm toplumsal çelişkileri ve farklı sömürü mekanizmalarını bünyesinde toplayarak ortaya tek bir düzlem çıkarmıştır: Emek-sermaye çelişkisi.

Bilmiyorlar ama yazıyorlar…

Bir tarihsel yapı olarak patriarka kapitalizmi öncelediği için, kapitalizmin tasfiye edilmesiyle birlikte “kendiliğinden” ortadan kalkması beklenmemelidir. Sosyalist devrimlere sahne olmuş ülkeler, “artık özgürsünüz” demekle yetinmemiş, kadınlar üzerindeki katmerli sömürüyü ortadan kaldıracak ekonomik ve siyasi mekanizmaları devreye sokmuştur. Ne kadar başarılı oldukları başka bir yazının konusu.

Bugün aklı başında hiçbir sosyalist, sosyalist devrimin, sadece cis kadınları değil, eşcinseller veya trans kadınlar dâhil olmak üzere ezilen farklı toplumsal kesimleri bir anda özgürleştireceğini savunmuyor. Patriarkayı, homofobiyi, ikili cinsiyet rejimini ve toplumsal cinsiyet normlarını tasfiye etmeyi programına dâhil etmeyen hiçbir devrim, kadınları ve LGBT’leri özgürleştiremez. Sosyalist devrim bir tür kamulaştırma hamlesinden ibaret değildir; aynı zamanda burjuva toplumundan kalan tüm yabancılaşma biçimlerinin tasfiyesidir.

Aşağıda betimlenen kadın modelini, “devrimin kadınları” diye diye kutsayanların ise sosyalizmden bunu anlamadıkları aşikâr:

“Ancak eklemek gerekiyor, kocalarına her durumda destek olma misyonunu yaşam felsefesi olarak seçen ve bunu gerçekten hiç tereddütsüz yerine getiren birçok kadın, mücadelede eşitlik iddiasıyla yola çıkan ve ek olarak bir de bunun kavgasını veren kadar olmasa da, işçilerin davasına hizmet etmişlerdir. Birilerinin sayısını arttırmak için yeni yollar aramalı ama ötekileri büsbütün değersizleştirmemeli…” [2]

Yazarın hayal gücünü kullandığı sanılmasın. 2. Dünya Savaşı’nda on milyonlarca insanını yitiren Sovyetler Birliği’nde nüfus artışını teşvik etmek uğruna tek eşli heteroseksüel aile ve doğurganlık özendirilmiş, eşcinsellik yasaklanmış ve cinsel devrim tamamen gündemden çıkarılmıştır. 1944 yılında alınan bir kararla 10 ve daha fazla çocuk yetiştiren annelere “Kahraman Anne Madalyası” (Мать-героиня, Mat'-geroinya) verilmiştir.

Hayatını, hangi dava uğruna olursa olsun, hiç tereddütsüz kocasına veya çocuk yetiştirmeye adamış bir kadınla karşılaştığında, bir sosyalist ona böyle bir yaşamın kendisini özgürleştirmeyeceğini anlatmakla yükümlüdür. Kadınların esareti uğruna gerçekleşmiş bir “devrim”, burjuva toplumundan devraldığı toplumsal ilişkileri tasfiye edemez. Sosyalist devrim bir tür iktidar değişikliğinden ibaret değildir; aynı zamanda yeni bir toplumun ve yeni insanın inşasıdır.

Sosyalist devrim, üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetten doğan antagonizmayı çözerken, yapı ile diyalektik bir ilişki içinde şekillenen toplumsal ilişkileri de alt üst eder. Kadınları ve LGBT’leri sömürüden ve esaretten kurtaracak olan cinsel devrim, “hele bir iktidarı alalım, kamulaştırmalara başlayalım da…” yaklaşımının insafına bırakılamaz.

Devrimin kadınlara ve LGBT’lere vurulmuş prangayı parçalamasının yegâne teminatı, devrimci mücadele içerisinde yer alan kadınların ve LGBT’lerin, kendilerine özgü sorun ve talepleri bugünden gündeme getirmeleridir. “Hele bir devrim yapalım da…” kibrinin panzehiri, sosyalist ideoloji ile feminizm ve kuir teori arasında sağlam köprüler inşa etmektir.

Kadınların kurtuluşunu “devrimden sonra”ya erteleyenlerin ise, iflah olmaz feminizm düşmanı olmasından daha doğal ne olabilir?

“Liberalizmin en sinsi varyantlarından feminizm ‘önce içinizdeki erkeği öldürün’ derken, ahlaki görünse de aslında çok zararlı bir şey söylemiş oluyor: Özgecan’ın kanını yerde bırakın ve mea culpa (benim hatam) nidalarıyla kendinizi kırbaçlamaya başlayın!” [3]

Bir tarafta yaşam felsefesi olarak hayatını kocasına ve çocuk yetiştirmeye adamayı seçen devrimin kadınları, diğer tarafta sinsi, liberal, mazoşist feministler! Bu listede ne eksik? Elbette “erkek düşmanlığı”…

“Kurtuluşumuz ne kadını aşağılayan şeriatta, ne erkek düşmanlığı yaparak bu düzende de kadının kurtulabileceğini savunan feminizmdedir.” [4]

Pekiyi, anti-feministler kadınlara ne öneriyorlar? Kadınların sorun ve taleplerine “yancı” muamelesi yapanların çözüm önerisi nedir?

“Kadın mücadelesinde feminist olmayan yol!

Kadının kurtuluşu nerede sorusuna samimi bir yanıt aranıyorsa düzenin sınırlarının ötesini işaret etmeyen, sorunun tarihsel kökenlerini güncel yansımalarının gölgesinde nadasa bırakan, süreklileşmiş bir mağduriyeti propaganda eden yaklaşımların bizleri fenersiz bırakacağı aşikâr.” [5]

Bilmiyorlar ama yazıyorlar…

Henüz sosyalistlerin böyle bir gündemi yokken kadın sorununu ve tarihsel kökenlerini gündeme taşıyan, kadına yönelik her türlü şiddete (fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik) dikkat çeken, eylemler düzenleyen, on binlerce kadınla temasa geçen, öz-örgütlenmeler kuran feminist hareketi, el yordamıyla liberalizme yedeklemek cehalettir. Dedik ya bilmiyorlar, hatta meydanı boş bulunca da atıp tutmaya başlıyorlar.

“Feminizm eşittir liberalizm” denklemi, çeperde tutulan kadınların kadın hareketiyle, feminizmle etkileşime girme “tehlikesine” karşı oluşturulmuş bir çarpıtmadır. Anti-feminizmin, bu konuda şerbetli gibi görünen yapılarda dahi kadın düşmanlığına uygun bir zemin yarattığını hiçbir çarpıtma gizleyemez.

Kadınların kurtuluşuna dair farklı çözüm önerileri olan feminist ekoller mevcut. Liberal feministlerin kadınların mevcut sistem içerisinde haklar kazanmasına ve güçlenmesine odaklanırken, sosyalist feministler kadınların kurtuluşu için somut başlıklar üzerinden mücadele etmek gerektiğini ancak kapitalizm yıkılmadan bu mücadelenin zafere ulaşamayacağını savunuyor. Yani feminizm liberal feminizmden ibaret değil, ülkemizde feminist hareketin motor gücü bile değil.

Tarihsel Türkiye Komünist Partisi’nin kadın örgütlenmesi İlerici Kadınlar Derneği’nden günümüze uzanan değerli bir mirasa sahibiz. Bu mirasın yaratılmasında aslan payı sosyalist feministlere ait. Bu topraklarda feminizm, sosyalizmin toplumsal desteğinin son derece sınırlı kaldığı koşullarda bile bir bütün olarak liberalizme yedeklenmemiştir.

Sosyalizmle feminizm arasındaki tartışmalardan, etkileşimden, harmanlama girişimlerinden asıl nasibini almayanların sosyalistler olduğunu söylemek zorundayız.

İktidarın kadın düşmanlığı ile solun feminizm düşmanlığının ortak beslenme kanallarına sahip olduğunu itiraf etmemiz gerek.

Bağımsız kadın hareketinden, ciddi bir külliyat oluşturan feminist yazından, sosyalist-feministlerden öğrenecek çok şeyimiz var.

Biliyorum da söylüyorum…

[1] Friedrich Engels, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 78, 87, Sol Yayınları, 2010.

[2] Kemal Okuyan, “Ne Yapmalıcılar Kitabı, Yazılama Yayınevi, 2016, s. 191.

Kitabın gözden geçirilmiş bu baskısına yazar bir takım notlar eklemiş. Okuduğunuz bölüm de bunlardan birisi, yani oldukça güncel ve “gözden geçirilmiş” bir bakış açısını yansıtıyor.

[3] Nevzat Evrim Önal, “Utançla yaşamak mı, onlara benzemek mi?”, 19 Şubat 2015, soL Haber Portalı. Alıntıdaki vurgu bana ait.

[4] Halkın Kurtuluş Partisi’nin bu yılki 8 Mart açıklamasından.

[5] Nuray Yenil, “Kadın mücadelesinde feminist olmayan yol!”, 10 Kasım 2018, Gazete Manifesto.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
2024