27/03/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek

gücüm kalmadı demiyorum, bitsin artık öleyim demiyorum ama bu kadar şeyi kaldırmak gücüme gidiyor.

merhabalar merhabalar, uzun oldu yine. arayı açtık delilerce. bu sırada çok şey oldu, ülke gündeminden söz etmiyorum. çünkü ülke gündemi söz edemeyeceğim kadar boka sardı. şöyle bi kafanızı kaldırıp bakınca neredeyiz? türkiye’de değiliz. depresyon’dayız. evet hep birlikte. buna yüksek yüksek tape’lere kalan 30 milyon avroya ev kurduran başbakan da dahil, hepimiz depresyon’dayız. şu çift terapileri gibi bi ülke terapisine ihtiyacımız olduğunu seziyorum. çünkü artık havaya sulandırılmış lsd atıldığını bu kafaların hep bunlardan geldiğine eminim. gayrısı ihtimal dahilinde bile değil. olamaz da zaten. emin olamıyorum ama büyük ihtimalle deniz seki’nin hüsnü şenlendirici’ye aşık olduğu seneye kadar hepimiz bir şekilde idare ediyorduk, lakin deniz seki’nin platonikliği akabinde kendini bırakışıyla sonra dönüşü olmayan bi koyvermişliğe girdik. o zamandan beri toparlanamıyoruz (deniz seki ise bir                                                 facebook reklamında verdiği kilolarla karşımıza çıkıyor, hayat hayli acayip).

size tükenmişlikten bahsetmek istiyorum. bi yerde biten insanlardan. "bak ben her an tükenebilirim" diye bağıranlar (amaişinkötütarafıbubağırıştançok) senin bu tükenebilirliğe hiçbir etkin olmayacağını peşin peşin kullanma kılavuzunda belirtenler. tek kullanımlık telefon kartları gibi, içindeki tuz bitince bir daha içine tuz konulamayan "tasarım" tuzluklar gibi (e tuz bitince süs yaparız?), şarj kapasitesi belli ve bir daha şarj olmayacak elektronik aletler gibi. şansın varsa 10 fotoğraflık analog fotoğraf makinesi gibi olanlarına denk gelirsin ama onun içindeki 10 fotoğrafı almak için de o makineyi parçalaman gerekir. yani o makine fotoğraf çekmez bi daha. 10 fotoğrafıyla yetinirsin. onu kırmayı sen istememişsindir. o makine 10 fotoğraftan sonra fotoğraf çekmeyeceğini baştan belirtmiş ve eğer o 10 fotoğrafı istiyorsan kendisini kırman gerektiğinden seni haberdar etmiştir. sen de bu gerçeği bildiğin için o 10 tane fotoğrafların 8’i yanmış da olsa anlam yüklemesi yaparsın. şanstır işte. fotoğrafları istemiyorsan kırmazsın, gider. fotoğrafları istiyorsan kırarsın. makine döner dolaşır içindeki fotoğraflarını dökerek seni daha çok kırar sonra. böyle işte. bir yerde biten insanlar. tüketim toplumunun (buraya dikkat) tüketmeye alışmış, kendisine tükenme süresi koyan, bunu belirten insanları hep bir tükenmişi arayıp onun üzerinde daha büyük tükenebilirlik sendromları yaratırlar. tükenmişler ve tüketmeye alışmışlar diye ikiye ayrılırlar. insanın kapasitesini bilme meselesi değildir bu, insanı iyiden iyiye çıldırtan boşver iştelere, takılmadımlara, canım önemli değillere getirtirler. çağımızın en büyük kaoslarından biridir. kimileri susar. kimileri görmezden gelir. ve bu görmezden gelmelerin arkasında hep eksiye düşen tükenmişler ezilir. düzen budur işte. tükenme ihtimali olanlar da bu ihtimali telefon kartıymış gibi, tasarım tuzlukmuş gibi biraz daha şanslıysanız belli sayıda fotoğraf kapasiteli makineymiş gibi, -mış gibi, yaparak sizin tükenmişliğinizin üzerine oynarlar. bıkmışlık budur işte. sokakta bulmadığınız sevgilerinizi kaldırımdan toplamaktır. asıl tükeniş budur işte.

özlem duyduğum şeyler var ve bazı şeyleri kaldırma gücüm, gücüme gidiyor. gücüm kalmadı demiyorum, bitsin artık öleyim demiyorum ama bu kadar şeyi kaldırmak gücüme gidiyor. benim tasam bundan zaten. bir şeyleri alma verme ama hiçbir şeye can verememe üzerine trajikomedi gösterisi oynamak güzel bir şey mi?

bi insan, bir insanla bitmişliğini bile paylaşamayacak kadar bencil olmayı nasıl başarır?

yaşantılarımızı mı yarıştıracağız, peki o zaman neden sözleşmeli çalışmıyoruz? en azından her şey baştan belli olur, anlaşma feshedilir daha. güzel mi böyle? hoş geldi mi? birbirimizi birbirimizin hayatına ilişki cv’sine bakarak alırız. almayacağımız insana da şöyle deriz belki. "ben sana daha sonra aranacağım" arayacağım değil. aranacağım. şöyle de deriz belki "üç ayrılık yaşadığını yazmışsın, acılarını tahminen kaç ay çektin?" nasıl? geliştirilebilir. mülakat yaparız. sorular falan olur. "bu ilişkiye ne kadar ömür biçersin? biçer misin?" biçer misin’i bilerek sona koyarız ki katakulliye gelir. ha-ha! (hikmet benol’a saygıyla!) ve en sonuna da şunu ekleriz "bu ilişkisellikten ne bekliyorsun?" sorulara verdiği cevaplar kayda alınır, bir çeşit imza öpücüğü atılır. söyledikleri aleyhinde delil olarak kullanılır. böyle anlattım diye saçma geldi değil mi? sırf bi odaya geçip karşılıklı konuşmadık diye bunlar hiç olmuyor değil mi? kimse kimsenin aleyhine kullanmıyor sözcükleri davranışları. şöyle şöyle bi ilişki yaşamıştım. ama ben daha da şöylesini yaşamıştım. ben var ya onu da geçmiştim. ben. BEN. BEEEEN! diye bağıra bağıra kulaklarımızı sağır ettik şimdi birbirimize olan sevgi cümlelerini duymuyoruz. aferin. böyle güzel. böyle hoş.

perdeleri çekip camdan dışarı bakacağımıza perdelere bulutlar, efendime söyleyeyim ağaçlar çizer olduk. arada balkona çıkıp sigara içerken fayansları inceledik. çamaşır iplerine baktık, geçmişimizi astık. mandalla değil. çamaşır iplerinde astık. odalara geri döndük duvarları inceledik. tablolara bakıp şurada şunu anlatmaya çalışmış dedik. şurada şunu anlatmaya çalışmış. o kadar eminiz. kesin onu anlatmaya çalışmıştır o da zaten ve kesin onu yaparken sana ne anlatmaya çalıştığını bil, herkes de aynısını bilsin istemiştir inan. inan aynı böyle inan.
 
hep birlikte sonsuzluğa susalım. balkon mermerinden kafamızı sarkıttığımız günlere özlem duymak olsun bunun adı. balkonlara kilit vuralım tabi öncesinde. önce kilit vuralım sonra özlem duyalım. acıdan haz almak öyle de hepimizin hoşuna gidiyor, öyle de güveniyoruz ki acılarımıza. ("öyle de" derken gözleri hafif kısmak ve dudakları biraz kasmak başı hafif öne uzatmak)

kümül kümül (yazar burada kümülatif demek istedi, felsefeye -kendince- samimi bi bakış açısı getirdi, tabula rosa’ya da tabula teyze demeyi tercih ediyor, evet yönelmiyor tercih ediyor) getirdiğimiz yaralarla, öncekinin/lerin darbelerini savur savur bi kaldık. o kadar uzun parantez açtım ki, kümül kümül tükendim. neyse (bu kelimeye de hastayım) ilişkisellikler bireysel başlayıp genel bitiyor, genel başlayıp bireysel bitse bu kadar üzmeyecek beni. karşısındaki insanın inceliğini görüp, dönüp dönüp o inceliğinden kırmak. üstelik o incelik şahsa münhasır bi incelikken. bana bak, bu benim ağzım. senin kulaklarımdan kart sokmaya çalışıp ağzımdan fiş beklediğini görüyorum fakat bak bu benim ağzım. bunlar da kulaklarım. buradan içeri banka kartı girmiyor anladın mı? bu ağızdan işlem fişi de çıkmıyor. senin gözüme bakarak bana sarılarak istediğin miktarı seçebileceğin ve bu hesaba ömür biçebileceğin yeri gelince o banka kartını yutturabileceğin bir ATM değilim ben.  

kafanızı yine ziyadesiyle şişirdim.

yeni ev yazısı yazacağım diye söz vermiştim ama yazmayacağım. ev kime göre yeni neye göre yeni? diyomuşum. şaka şaka. o kadar olmadı. felsefeye samimi bakış açısı dediysek daha da değil.

giderayak sizi bi ülke gerçeğimizle üzmek isterim. vaktiyle bu ülkede tüm gündüz kuşağı gece kuşağı programlarında stüdyolara HALI serildi. bunu bir hatırlayın üzülün istedim. reklam yapacağız diye koskoca stüdyolara halılar atıldı üzerlerinde ince topuklularla gezildi. bunubi hatırlayın. hatırladınız mı? tamam.

hoççakalın.   

Etiketler:
İstihdam