13/06/2013 | Yazar: Emre Korlu
Gezi Parkı’nı topçu kışlasına dönüştürme inadıyla uyanan bir başbakanın, 15 gün boyunca Taksimde direnen halkı kürsü başında ya da meclis arsasında kışkırtma politikası akıllara zarar bir davranış şeklidir.
80’lerin çocuklarına ağacı sevmenin gerektiği ve gerekliliği tohumların fidana; fidanların ağaca, ağaçların ormana dönüşmesiyle ne de güzel anlatılmıştı. “Yurdumda” şiiri yılların içinde taşına taşına günümüze kadar ulaşmayı başarmıştı. Zira bir gün bir tek dal kırıldı ve ormansız kalmadan her insan bir fidan dikmeli yurdumda deyip Taksim’in tek parkını devletin iş makinelerinden korumak isteyen insanlar nöbet tuttukları, o parkta bundan 15 gün önce sabah 5 sıralarında polis saldırısına uğradı.
Halkın isteklerini duymak istemeyen ve kendini %50’lik insan diliminin başbakanı olarak gören birinin, almış olduğu kararların karanlığında ve kararlılığında hiçbir uzlaşmacı tavır takınmadan çevrecilere saldırması olayların daha da büyümesine zemin hazırlamıştı.
Medya nasıl bir gizlilik emri altında kaldıysa ilk saldırıların gerçekleştiği günlerde Taksim ve Gezi Parkı’nda yaşanılanlar medyanın umurunda bile değildi. Kırmızı elbiseli; yüzüne biber gazı sıkılan o kadının fotoğrafı da olmasa; belki de dünya basınına bir ağaç için verilen bu mücadele ve mücadelenin kahramanları günler sonra yansıyacak; yaşanılanlar bir süre gölgede kalacaktı.
***
Gezi Parkı’nı topçu kışlasına dönüştürme inadıyla uyanan bir başbakanın, 15 gün boyunca Taksimde direnen halkı kürsü başında ya da meclis arsasında kışkırtma politikası akıllara zarar bir davranış şeklidir. Yalnızca İstanbul’da değil, Ankara başta olmak üzere; bir çok ilde ve dünya ülkelerinde gösterilen eylemleri halen siyasi bir rant olarak görmeye çalışması ise kendi otoritesini gizlemeye yönelik bir tutumdur.
Gezi Parkı’na gelinceye kadar halkın yaşantısına uygulanan tacizlere baktığınızda sabrın bir yerde taştığını görebilirsiniz. Yasakların insanların üzerinde bıraktığı sinirsel deformasyon özgürlük eylemini tetikleyen nedenlerdendir.
Halka söz söyleme hakkı tanınmadığında iktidarın diktaları işlemeye başlar. Cumhuriyet yerini iktidarın diline teslim eder ve halk lal numarası yapmaya itilir.
Direniş, kendini güçlü zannedene karşı gösterilen bir tutumdur.
İnsan üzerinde hüküm süreceğine inanmış bir başbakanın şu an giyindiği giysi ise diktatörlükten başka bir şey değildir.
Günlerdir meydanlarda gördüğümüz insanlar, yapıcı olmayı boşlayıp yıkıcı olmaya programlanmış hükümetin kuklaları olmayı seçmemiş direnişçilerdir. Polisin orantısız gücüne rağmen birbirine kenetlenmiş insanlardan bahsediyorum burada…
Başına gaz bombası kapsülü isabet etmiş, biber gazından ötürü baygınlık geçirmiş, plastik mermiyle yaralanmış, coplarla şiddetin her türlüsüne hedef olmuş kahramanlardan söz ediyorum.
%50’yi sokaklarda hakkını savunan koskoca bir kalabalığın üzerine tehdit unsuru olarak gösteren bir adamın kendi çıkarları doğrultusunda nasıl zavallı bir karakter analizine dönüştüğüne dikkatinizi çekmek istiyorum.
%50’lik Tayyipçi kesim, Türkçe Olimpiyatlarını izleyip, belediyenin tahsis ettiği otobüslere doluşup AKP mitinglerine katıla dursun; sokaklardaki özgürlük mücadelesine yabancı kalmayı seçmemiş televizyon kanallarına ceza getiren RTÜK iyi bir şey yapmış gibi koltuk altına koyduğunu böbürlene böbürlene gizlesin...
Bu mücadele ne kadar zaman sonra kazanılmış bir zafer olacak, orasını kestiremiyorum. Lakin siz "Mutlaka çocuklarınıza, özgürlüğün mücadelesini veren bu kahramanlardan bahsedin! Mayıs’ın sonuydu; bir ağaçla başladı her şey. Yeni doğmuş bebeklerin bile tuvalet deliklerine terkedildiği bu 21. Yüzyılda, tek bir fidan için ciğerlerini hiçe sayanlar vardı deyin. Gözünüzü seveyim, onlara gargamellerden söz etmeyi unutmayın!
Etiketler: