16/01/2012 | Yazar: Rahmi Öğdül

4/12: Bir Ev’in Topoğrafyası başlıklı sergisinde sanatçı her ne kadar evin geometrik mekânında beden-ev makinesinin topografyasını çıkarmaya çalışsa da söz gibi titreşen bedenler katı sınırları ihlal ederek kendilerini durmadan çoğaltıyorlar.

“Batı’da ağaç kendisini bedenlerimizin içine dikmiştir” diyordu Deleuze, dikine gelişen hiyerarşik merkezi kurumların nasıl da her yere sızdığını vurgularken. Yatay bağlantıları kopararak kendini merkeze ve zirveye yerleştiren, erki kendi ellerinde yoğunlaştırarak kendinden başka her şeyi erksizleştiren merkezi iktidar yapısını sanattan politikaya, cinsellikten toplumsal ilişkilere dek yaşamın her alanında görmek mümkün. İşin tuhafı bu yapıları dışarıda arama kolaycılığına düşmeden, doğrudan kendi bedenlerimize bakmamızı öneriyor Deleuze. İktidarın tohumlarını içimize özenle yerleştiren ve sulayıp büyüten bir toplumsal örgütlenmede en büyük kırılma, içimizdeki ağacı köküyle, gövdesiyle birlikte söküp atmaktan geçiyor galiba. Modern öznenin bir ağaç gibi tek ve hür yaşama söylencesine karşı, her yöne yatay uçlar vererek birbirine bağlanan ve birbirine bağlandıkça hep birlikte erklenen rizomu, ağsal yapıyı bir yaşama modeli olarak koyuyor önümüze.


Batı düşüncesinde tohumla ve ağacımsı bitkilerle ilgili metaforlar çok sık çıkıyor karşımıza. Sokrates bile ister yazılı ister sözlü olsun söylemi yani logosu, alıcının zihnine ekilmiş bir tohuma benzetiyordu. Sokrates’e göre bir bilginin büyümesi, dışsal uyaran olan tohum yani logosla (yani dinleyicinin ya da okurun zihnine ekilen kavram ya da fikirle) bağlantılı. Bir tohum gibi zihnimize ekilen kavramlardan iktidar yapısının modeli olan ağaçlar büyüyor içimizde. Birbirine bulaşmadan, dokunmadan dikilen ağaçlardan oluşan bir ormanın ne kadar kardeşçe olabileceğini de sorgulamamız gerekiyor.
 
Ama öte yandan Sokrates’in hakkını da yememek lazım. Yazılı metni değil de sözlü iletişimi yeğliyordu filozof. Sokrates’e göre sözlü söylem dayanıklı, sağlıklı filizler üretir, oysa yazılı metinlerin filizleri kısa ömürlü ve kırılgandır. Yazılı metnin suskunluğundan, cansızlığından dem vururken, sözü ise canlılık anlamına gelen enargeia terimiyle tanımlıyordu. Canlı anlamına gelen enargés’e Homeros’un metinlerinde rastlanıyor; tanrıların göze görünmesini tanımlamak için kullanıyor bu terimi Homeros. Sözlü diyalektiğin düşünceleri ve argümanları mükemmel bir berraklıkla, tıpkı Homeros’un tanrıları gibi adeta bedenleriyle gözlerimizin önünde beliriveriyor. “Sokrates’in, sözlü söylemin yazılı metne üstün olduğuna dair argümanı, insanın hayal gücünü bir bahçıvanın arazisine dönüştüren öğretmeye ve öğrenmeye dair bir anlayışa dayanır. Burada şeyler hatırlanmaz; yaşam bulur ve büyürler. (bkz Danielle Allen, Platon Neden Yazdı, çev. Ayşe Batur, İletişim Yayınları).

Bu arada tüm bahçıvanların, bir tür rizom olan ve toprağın altında yanlamasına gelişerek bahçeyi istila eden ayrık otlarından nefret ettiklerini biliyoruz. Tohumdan başlayarak geliştirdiği ağacımsı türleri istediği biçime sokabilir bahçıvan, oysa ayrık otları her türlü biçimlendirmeden kaçarak toprağın altında bambaşka bir örgütlenme yaratırken ağacımsı formları da içten içe çökertirler. İçselleştirilmiş bir yazı yasanına göre biçimlendirilmiş bir bahçede, sözün bir tür ayrık otu gibi sağlam ve dayanıklı filizlerle herkese bulaşabileceğini ima ediyor Sokrates. Bağlantıyı koparan ağacımsı formun aksine her yöne doğru başka bedenlerle bağlantı kurmak için hâlâ sözün canlılığına ihtiyacımız var. İktidarın tohumlarını içlerinde büyüten bahçıvanlar olmaktan kurtulmak, sözün bulaşıcı, dönüştürücü özelliğinden geçiyor. Söz içimizde değil, bir rizom gibi hep arada büyüyor, başka bedenlerin arasında yaşam bulup çoğalıyor.

Bedenleri katı konturlardan değil de tıpkı söz gibi titreşen, tınlayan kümelere dönüştürmüş Çağrı Saray. Yankılanan bir ses gibi yayılıyor resim düzleminde bedenler. 4/12: Bir Ev’in Topoğrafyası başlıklı sergisinde sanatçı her ne kadar evin geometrik mekânında beden-ev makinesinin topografyasını çıkarmaya çalışsa da söz gibi titreşen bedenler katı sınırları ihlal ederek kendilerini durmadan çoğaltıyorlar. Kabına sığmayan, her yöne titreşerek mekânın geometrisini bozan bedenler bahçıvanın ya da mimarın cetveline boyun eğmiyorlar. Tınlayan ses kümeleri olarak birbirine karışan, bulaşan bedenlerin kasırgası, içimizdeki ağaçları kökünden sökecektir, hiç kuşkum yok.

Etiketler:
nefret