01/07/2011 | Yazar: Salih Canova

Bugün komşudaki cenazeyi görmeyerek düğüne devam ettiğimiz evin yarın cenaze evine dönüşmeyeceğini kim bilebilir ki?

Amerikalı siyah travesti Marsha P. Johnson New York’ta yaşayan LGBTT’lerin (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel)uğrak yeri Stonewall Inn adlı bara düzenlenen polis baskınlarından bıkıp, 28 Haziran 1969 gecesi elindeki şişeyi polise fırlattığında bu şişenin özgürlük mücadeleleri tarihinde önemli bir yer edinecek bir isyanın işaret fişeği olacağını bilemezdi elbet. 28 Haziran gecesi New York’ta başlayan isyan dünyayı öyle derinden sarstı ki, o güne kadar “hasta” kabul edilerek insan olma “onur”ları ellerinden alınan LGBTT’ler, dünyanın hemen her yerinde, farklı biçimlerde olsa da “iade-i itibar” için mücadele etmeye başladı ve bir çok ülkede de onurlu bir yaşam için haklarını kazandılar. Hal böyle olunca her yıl Haziran ayının son Pazar gününü de LGBTT Onur Günü olarak kutlamayı ihmal etmediler. 

Türkiyeli LGBTT’lerse bu mücadeleyi verebilmek için 90lı yılların başlarını bekleyecekti. Dönemin İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi’nde kurulan Eşcinsel Hakları Komisyonu’nun feshedilmesi olacaktı bu sefer işaret fişeği. Dost meclislerinde sohbetlerle başlayan, öğrenci evlerinde ve kuytu bar köşelerinde fısıldaşmalarla devam eden Türkiyeli LGBTT’lerin mücadelesi 2000’li yılların hemen başında sokağa taşacak ve nihayetinde 20-30 kişilik bir grupla başlayan Onur Yürüyüşü 2011 yılında binlerin katıldığı bir şölene dönüşecekti.
 
Her yıl daha büyük bir coşku, daha kalabalık bir katılım, daha az güneş gözlüklü ve şapkalı katılımcıyla büyüyen Türkiyeli LGBTT’lerin onur yürüyüşünde bu yıl; ailelerden, çocuk sahibi LGBTT bireylerin çocuklarına oldukça renkli bir katılımcı profili vardı. Geçmiş yıllara göre bir fark da üç blok milletvekilinin gökkuşağı bayrağının bir köşesinden tutmasıydı. Blok vekilleri Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder ve Ertuğrul Kürkçü yürüyüşün hemen başında yüzlerinde telaşlı bir ifadeyle Taksim Meydanı’na gelip gökkuşağı bayrağını bir ucundan tuttu ve kalabalığı varlıklarıyla hem gururlandırıp hem de coşturdular.
 
LGBTT Hareketi Türkiye’de varlığını hissettirdiği günden bugüne bir yandan LGBTT’lerin kendileriyle barışmasını ve daha insanca bir yaşam için onurlarına yeniden kavuşmalarını sağlamaya çalışırken, diğer yandan yaşadıkları ülkenin ırkçılık, kadın hakları, militarizm gibi temel sorunlarına da gözlerini yummayarak bir çok alanda faaliyet gösterdi. Bunları yaparken yanyana durdukları kişi ve kurumları dönüştürmek de bu mücadelenin önemli parçalarından biri oldu hep. Özellikle özgürlükçü olduğu iddiasıyla yola çıkan sol hareketlerin söylem ve pratiklerine çoğu zaman yerinde eleştiriler getirerek bu hareketlerin tüm ezilenleri kapsayan bir bakış açısı edinmeleri ve özgürlük taleplerini hiyerarşiden arındırmaları konusunda önemli bir işlev gördüler. LGBTT Hareketi’nin diğer muhalif gruplara getirdiği eleştirel söylemlerin yarattığı dayanışma sadece diğer gruplar cephesinde değil LGBTT içinde de gerekli karşılığı buldu ve LGBTT’nin de diğer grupların öznel alanlarına dair duyarlılığını arttırdı. İlk Kürtçe LGBTT dergisi olan Diyarbakır merkezli Hevjin Dergisi, Kaos GL’nin geçtiğimiz yıl Diyarbakır’da düzenlediği cinsiyetçilik ve homofobi karşıtı bir dizi söyleşiyi “Li wir kes heye / Orada kimse var mı” adıyla Kürtçe ve Türkçe kitaplaştırması bu dayanışmanın en somut ürünlerindendir.
 
Bu pazar düzenlenen onur yürüyüşüne katılan blok vekilleri de böyle bir dayanışma arzusuyla LGBTT’lerle birlikteydi. Milletvekillerinin katılımından az önce, kalabalığın bir anda neye uğradığını şaşırırcasına soluduğu biber gazı, “sıra şimdi de eşcinsellerde mi” homurtuları arasında yuhalanırken, bu gazın onur yürüyüşüne özel olmadığını, 100 metre geride, Elmadağ’da Hatip Dicle’nin düşürülen milletvekilliğini protesto eden BDP’lilere sıkılan ama rüzgarın taşıyıp getirdiği gaz olduğunu ancak Twitter ve Facebook’tan yürüyüş fotoğraflarını paylaşırken, BDP yürüyüşünde olan insanların gönderdiği iletilerden anlaşılabilecekti. Böylelikle özellikle Sebahat Tuncel’in yüzüne yansıyan telaş/kaygı/öfke karışımı ifade de anlamlanmış oldu. BDP yürüyüşü ciddi bir polis müdahalesiyle karşılaşmış, yürüyüş sonunda birçok insan hastanelere taşınmıştı. LGBTT’ye verdikleri sözü tutmak için, sonradan öğrendiğimize göre polis barikatını aşmak zorunda kalan ve bu barikatı aştıkları için de kitlenin bir kez daha polis müdahalesiyle karşı karşıya kalmasını göze alan milletvekilleri Sebahat Tuncel ve Sırrı Süreyya Önder de yürüyüşten ayrılıp BDP eylemine devam ettikleri günün sonunda hastaneye kaldırılanlar arasındaydı. LGBTT’ler ise bir kez daha içlerini geleceğe dair umutla dolduran, yaşama mücadelelerine anlam katan uzun yürüyüşün ardından yorgun argın evlerine döndüler. Tam da bu noktada önce BDP eylemine katılıp ağır gaz soluduktan sonra onur yürüyüşüne yetişen ve oraya da destek verenlerden bir kısmı şu soruyu sordular; “Peki onur yürüyüşüne katılan LGBTT bireyler o gün neden yanıbaşlarındaki BDP eylemine destek vermedi?”
 
Türkiye gibi bir ülkede onur yürüyüşü gibi bir yürüyüşü örgütlemenin zorluğu, konu LGBTT olunca katılımcıların çeşitliliği, yürüyüşün beklenmedik biçimde binlerce kişilik bir kalabalığa ulaşılması gib etmenler doğrudan BDP eylemine destek vermeyi -en azından- fiziksel olarak mümkün kılamadıysa da burada önemli bir durum, çok daha ağır koşullar içinden gelerek yürüyüşe destek olan üç vekilin katılımıyla “diğer tarafta” ne yaşandığını öğrenmiş olan LGBTT bireylerin olan bitene dair birşeyler yapmamış olmasıydı. Elmadağ’dan kaçarken onur yürüyüşü kalabalığına karışan 30-40 kişilik BDP’li grupla birlikte “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı atılmış olsa da bir süre sonra Taksim Meydanı’ndan yürüyüş başladı ve tüm İstiklal Caddesi boyunca devam edip Tünel’deki eğlenceyle sona erdi.
 
"Anayasa’da Cinsel Yönelim" - Salih Canova
 
Bu durum elbette LGBTT’nin olan biteni umursamadan, göbek ata ata Tünel’e doğru yürüdüğü ya da LGBTT hareketin aralarında görmekten gurur ve mutluluk duyduğu vekillerinin başka kaygılarına ortak olmadıkları anlamına gelmez. Ama pekala çoğu zaman çevresini ve diğer muhalifleri dönüştürme çabasını ortaya koyan, mücadelesinin bir parçası olarak dili de davranışları da değiştirmeye çalışan ve bunu sürekli gündeminde tutan LGBTT bireyler ve LGBTT hareketinin zaman zaman kendine de dönmesi ve o gün orada neden bir şey yapmadan yürümeye devam ettiğini sorgulaması gerektiği anlamına gelir. Çünkü söz verdiği gibi LGBTT’nin yanında olmak için onca zorluğa rağmen yürüyüşe katılan blok vekilleri de en az LGBTT bireyler kadar onları kendi yanlarında görmenin gururunu yaşamak ve yıllardır neredeyse tabanlarına karşı sahip çıktıkları anti-homofobi mücadelesinin yarattığı dayanışma duygusunu onlar da tatmak isterdi herhalde.
 
Hal böyleyken Türkiyeli LGBTT’lerin belki de yöneltilen bu eleştiriden hareketle, onur yürüyüşünün adına daha da yaraşır biçimde devam edebilmesi için bir özeleştiri vermesi gerekir. Nasıl ki diğer sol/muhalif yapıların birçoğu cinsiyetçilik ve homofobi konusunda değişip dönüşmeye çabalıyor, kendilerine yöneltilen eleştirileri değişim dönüşüm için birer fırsat olarak değerlendiriyorsa, Sebahat Tuncel nasıl seçim broşüründe LGBTT bireylerin haklarına da yer veriyor, vekilliği boyunca LGBTT Hakları konusunda da çalışmaya dair sorumluluk duyuyorsa, Sırrı Süreyya Önder nasıl cinsiyetçi diline dair özeleştiriyazabiliyorsa, Ertuğrul Kürkçü nasıl “solun heteroseksizmle yüzleşmesi gerektiğini” söylüyorsa LGBTT hareketi de bu talihsiz rastlaşmadan sonra yoluna ters yönde devam etmiş olmanın özeleştirisini yapmalıdır.
 
Türkiye LGBTT Hareketi bu özeleştiriyle bir şey kaybetmeyecek aksine bu talihsiz rastlaşmanın, her iki mücadelenin emekçileri için de yeni ve anlamlı bir tartışma alanı yaratmasını sağlayacak, daha gerçek ve sağlam bir dayanışmanın nasıl örgütlenebileceğine dair önemli bir kapıyı aralayacaktır. Çünkü “birimizin bile özgür olmaması durumunda hepimizin tutsak olduğu” bir dünyada, zulmün farklı ilmeklerinden geçenler, ancak birbirlerine daha fazla yaklaştıkça, birbirlerini daha fazla dinleyip anlamaya çabaladıkça iktidar sofrasında  küçük lokmalar olmaktan kurtulabilirler.
 
Bugün komşudaki cenazeyi görmeyerek düğüne devam ettiğimiz evin yarın cenaze evine dönüşmeyeceğini kim bilebilir ki? (http://azadalik.wordpress.com)
 

 


Etiketler:
İstihdam