20/01/2014 | Yazar: Selçuk Candansayar

Çalmakta özgürsün ama yakalanırsan sistemin bekası için gözünün yaşına bakmayız

Ayakkabı kutusu, ‘davulu delen jaguar’dan daha önemli bir simge oluverdi. Rüşvetin belgesi var mı, diye efelenen Sağlık Bakanı’nın, ‘var’ yanıtıyla ağzının payını alınca ayakkabı kutuları diye pişkin gevelemesinden belli.
 
RT Erdoğan’ın ne yetkisi ne de görevi olan Bakırköy’deki arazinin imar durumunun değiştirilmesine karşılık olarak Ağaoğlu’ndan oğlunun vakfına Ataşehir’den 20 dönüm arazi istemesi, yasadışılığını bir yana bırakın olağan koşullarda ciddi bir utanç kaynağı olması gereken bir hal...
 
Ama daha beteri var. Ergenekon, Balyoz gibi davalardan cezaevinde bulunan ve yargılanma süreçlerinin adilliği hakkında nerdeyse herkesin ciddi şüphesinin olduğu onlarca insan RT Erdoğan’ın oğlu ve kendisini kurtarmak için tuttuğu rehineler durumuna geldi. Yeniden yargılama sürecinin önünü açıp açmamayı kendisine yönelik girişimlerin engellenmesi koşuluna bağlıyor.
RT Erdoğan, bir yandan Anayasa’ya aykırı olduğunu sağır sultanın ilan ettiği HSYK tasarısının yasalaşma sürecini işletirken aynı anda ‘benim istediğim anayasa teklifini kabul edin, yasa tasarısını çekeyim’ diye şantaj yapıyor.
 
Aynı rüşvet, şantaj, rehin tutma üçgeni Kürtlere yönelik olarak da uygulanıyor. KCK tutukluları içerde ve RT Erdoğan’ın rehineleri. Milletvekillerini bir anda serbest bıraktırabilmesiyle Kürtlere ipler benim elimde benimle iyi geçinirseniz, beni korursanız isteklerinizi/ özgürlüklerinizi lütfedebilirim diyor. ‘Çözüm süreci’ denilen muamma da bir şantaj aracı olarak kullanılıyor. Dahası Kürtlere, hakları hep bir pazarlıkla, bir şeyler koparıldıktan sonra bir tür rüşvet karşılığı verilmiş gibi yapılıyor.
 
AKP iktidarının siyaset yapma tarzının özellikleri ortada;
»haklarını beleşe alamazsın avantamı vermelisin;
»bana çıkar sağlarsan sana her tür kıyağı geçebilirim;
»isteklerimi yerine getirmezsen elimdeki gücü sana karşı kullanırım;
»bana dokunmaya kalkarsan seninkileri bırakmam;
»çıkarım için her tür işbirliğine girebilirim ve her sözleşmeyi anında satabilirim;
»kuralları canımın istediğine işletirim, istemediğine işletmem.
 
Aslında Doğan ve Koç gruplarına yapılan uygulamalar da aynı değil mi? Doğuş grubunun içine düştüğü zavallılığın ardında yatan farklı mı?
 
İyi güzel de kendimize sormamız gereken temel bir soru var; bu iş tutma hali sadece AKP siyasetine mi özgü, yoksa diğer siyasi partilere de yansıyan ama daha önemlisi gündelik hayatın olağan ilişkilerini de belirleyen bir ilke haline mi gelmiş durumda. Aşkta ve arkadaşlıkta farklı mı olan biten?
 
»Bir kere gücü ele geçirdiğinde onu yalnızca kendi çıkarı için sonuna kadar kullanmaktan kaçınmama;
»isteklerini elde etmek için hiçbir ilke, kural, ahlak tanımama;
»söz konusu çıkar olduğunda hiçbir söze bağlayıcı değer yüklememe;
»karşındaki sana muhtaç olduğunda ondan alabileceğin her şeyi almadan yardım etmeme;
»eğer ucu sana yarayacaksa en ters düştüğünle hemen ortaklık kurabilme;
»sana dokunacaksa en dost ilan ettiğini anında satma...
 
Bu ‘karakter’in sürdürülebilir yanı yok. Mutlak duvara toslayacaktır. Ama bu toslama bir ahlak aydınlanmasıyla sonuçlanmayacak. Tersine herkes tam da bu karakterde olduğunda işler o kadar içinden çıkılmaz hale gelecek ki bir kurallar dizgesi oluşturulmak zorunda kalınacak.
O da çalmakta özgürsün ama yakalanırsan sistemin bekası için gözünün yaşına bakmayız ilkesinin yerleşmesi olacak.
 
Çoğu insana garip gelebilir ama RT Erdoğan, Türkiye coğrafyasının ‘nihayet’ yetiştirebildiği en saf, en hakiki ve yerel ‘kapitalist birey’ olarak tarihsel bir figür oluyor.
Tarihte böyle anılacak olmaktan kendisi memnun olur mu bilinmez ama durum bu.

Etiketler:
nefret