27/03/2020 | Yazar: Göze Orhon

Kitapçı raflarında eşcinsel yazarların kitaplarına ya da ansiklopedideki “homoseksüellik” maddesine utangaçça göz atan insanların, tabir-i caizse henüz rüşeym halinde olan politik bir hareketin failleri haline geldiklerini, ortak söz ve eylem ürettiklerini izliyoruz

Birlikte hatırlamak: Topluluk belleği üzerine düşünceler Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Gündelik hayatta pek de üzerine düşünmeden kullandığımız kelimelerin kökleri üzerine düşünmek, bazen düşünme eylemine beklenmedik bir derinlik katar. Türkçe’deki bellek ya da hafıza kelimelerinin kökleri üzerine söyleyebileceklerimiz de öyledir, ama ben başka bir yerden başlamak istiyorum.

İngilizce’deki “remember” (hatırlamak) kelimesi üzerine düşünmek, bu yazıda anlatılacaklar açısından anlamlı şeyler söyleyebilir. Modern Batı dillerinden, kadim başka pek çok dilde hatırlamak ve etrafında üremiş kelime dağarcığının kaynağı Proto-Hint Avrupa dillerindeki “(s)mer-” köküne dayanır. “(S)mer-” kökü, çift anlamlıdır: hem hatırlamak hem de bir şeyden payını almak, ortak olan şeyi paylaşmak anlamlarına gelir. Yani, bireysel bir edim kadar, bir ortaklığa ve kolektiviteye de gönderme yapar. Benzer biçimde, İngilizce’deki “remember” (hatırlamak) ve üye (member) kelimeleri arasında görünüşte bir kök ortaklığı yoktur ama bu ilginç sessel ortaklık, tıpkı “(s)mer-” kökü gibi, bize hatırlama ediminin, ait olmak, ortak olmak, birlikte kurmak ya da oluşturmak edimleriyle ve dolayısıyla topluluk olmak fikriyle en azından bir ruh ortaklığı olduğunu düşündürür.

Toplumsal ya da kolektif bellek bir süredir hem sosyal bilimlerin hem de farklı toplumsal hareketlerin jargonlarının en pırıltılı kavramlarından biri. Aksinde ısrarlı olanlar olsa da, hatırlamanın kişisel bir şey olamayacağı, aileden ait olunan irili ufaklı toplumsal gruplara kadar bireylerin etkileşim yoluyla oluşturdukları çerçevelerin hatırlama ediminin niteliği açısından belirleyici olduğunu uzunca bir zamandır biliyoruz. “Re-member” metaforun bize anlattığı gibi, baskıcı, totaliter ya da özgürlükçü vasıflar taşımalarından bağımsız olarak, grupların belleklerini onlara ait bireyler ve bu bireylerin birbirleriyle olan gerçek etkileşimi kurar. Hatırlamak/unutmak ile aidiyet ve etkileşim arasında böyle bir ilişki varsa şayet, kim olduğumuzla ne hatırladığımız ya da neyi unuttuğumuz arasında da hayli sıkı bir bağ olmalı o halde. Kimlik ve bellek arasındaki bu hayli vaat edici ilişki, politik ya da sosyal topluluklar söz konusu olduğunda özellikle önemli hale geliyor.

Bellek üzerine bu düşünme temrinine kısa bir ara verip, gerçekte bu ilişkinin nasıl işlediğine bakalım. Kaos GL bir süredir bir sözlü tarih projesinin bileşeni olarak, Türkiye’deki eşcinsel hareketin tarihine tanıklık etmiş, o tarihin faili olmuş kişilerle “Renkli Ekran Söyleşileri” gerçekleştiriyor. Her biri, sadece eşcinsel harekete dair değil, bu hareketin faili olmuş kişilerin deneyimlerine, bu deneyimlerin hareket içinde nasıl yoğrulduğuna, neye dönüştüğüne ve neyi dönüştürdüğüne dair de fikir veren bu söyleşilerden birinde, LGBTİ+ aktivisti, feminist avukat Yasemin Öz’ün söylediği şu sözler, buraya kadar anlattıklarımızın gündelik hayatta nasıl somut, elle tutulur bir şeye dönüştüğünü de anlatıyor aslında:

“Kendimi ifade edebilmeyi öğrenebildim. Bu büyük bir güç veriyor insana. Kendini ifade etmeyi öğrendiğinde ve bir kolektiften güç aldığında, haklılığına ikna olduğunda, senin işte sapık, yasak, anormal, acayip olmayıp tamamen kişisel bir özelliğin olduğunu kendine söyleyebilir hale geldiğinde, bunu başkalarına da söyleyebilir hale geliyorsun. […] Ben zaten kimliğimi biliyordum ama bunun sözcükleri yoktu bende. Ve toplumun gözüyle bakmaktan kurtuldum kendime: kalbimin gözüyle bakmak ve beni seven insanların gözüyle kendime bakmak.”

İster ulus kadar geniş olanlarından ister daha küçük ve homojen gruplardan bahsediyor olalım, toplulukları olanaklı kılan şeyin ortak hatırlama (ve dolayısıyla unutma) edimi olduğunu biliyoruz. Her ne kadar ilk bakışta, özellikle de ulus örneğinde, ortak hatırlama pratiği homojenleştirici, kapatıcı, aidiyeti dayatan anlatılar üretse de, kendini çoğulluk ihtimaline kapatmayan bir ortak bellek pekala özgürleştirici, güçlendirici ve politik/sosyal kimliği pekiştirici de olabilir. Yukarıda Yasemin Öz’ün anlattıkları tam da böyle bir özgürleşme ve güçlenme deneyimine işaret ediyor. Renkli Ekran söyleşilerinin büyük bölümünde ortak temalardan biri, 1990’lı ve 2000’li yılların belki de en dinamik toplumsal hareketlerinden biri olan eşcinsel hareketin faili olmuş bu insanların hikâyenin başında kendini içinde buldukları yalnızlık hali. “Dünyada benden bir tane var” ya da “Ben bir tek Zeki Müren ve ben varız sanıyordum” diyen, kitapçı raflarında eşcinsel yazarların kitaplarına ya da ansiklopedideki “homoseksüellik” maddesine utangaçça göz atan insanların, tabir-i caizse henüz rüşeym halinde olan politik bir hareketin failleri haline geldiklerini, ortak söz ve eylem ürettiklerini izliyoruz sonrasında. Bu şüphesiz bir ortak güç bulma/yaratma hikayesi. Ama birer bellek anlatısı olarak da başka nitelikleri var bu anlatıların. Geçmiş deneyimin içinden süzülen şey, aynı zamanda bugün Türkiye’de eşcinsel/politik kimliğin nasıl kurulduğunun da hikayesi. Dolayısıyla, bir kimlik hikayesi. Bir kimliğin hangi dönemeçlerde ne şekilde ortaya konmuş politik ve duygusal tepkilerle, ortak bir duygusal evrenin içinde bu faillerin birbirleriyle konuştuklarıyla, yapıp etmeleriyle nasıl zaman içinde berraklaştığının ve dönüştüğünün hikayesi. Kimliğin çoğu zaman verili değil, inşa edilen bir şey olduğu fikrinin altını çizen hikayeler aynı zamanda. O halde eş zamanlı olarak, hem geçmişi hem şimdiyi izleyebildiğimiz hikayeler bunlar. Anlatılan geçmişi deneyimlemeyenler, belki sonraki kuşaktakiler açısından anlatılan saf geçmiş. Hatta tarih. Bu, yanlış bir çıkarım da değil; belleğin, özellikle de kolektif belleğin tarihin bir nevi taslağı vazifesini gördüğünü söylersek, yazılmaya başlanmış bir tarihin de ilk satırları dinlediklerimiz.  

Kolektif bellek pek çok şekilde tanımlanageldi ve bu tanımların kimi ortak yanları var. Kolektif belleğin ne olduğu kadar, ne olmadığı da sıklıkla dile getirilir; kolektif bellek belki en çok kişisel anlatıların basit bir toplamı değil. Yani, bir topluluğun belleği tek tek kişilerin geçmişe dair hatırladıklarından ibaret değil. Söz konusu olan, ortaklıkla yaratılmış, anlatılara yön ve şekil veren çerçeveler, yani bir etkileşim halidir. Renkli Ekran Söyleşileri’nde kişilerin anlattığı ayrı ayrı hikayelerde ortak olan kimi geçmiş parçaları, tarihsel gerçekliğe bire bir sadık kalıp kalmadıklarından bağımsız olarak (çünkü tarihin de gerçeği yansıtmak konusunda ciddi bir itibar sorunu olduğunu uzunca bir süredir biliyoruz), Türkiye’de eşcinsel hareketin yeni yeni dile gelen kolektif belleğini biçimlendirecek çerçevenin de ipuçlarını taşıyor. 1990’ların ortasına doğru kolektif bir yapıdan yoksun Türkiyeli eşcinsellerin kendilerini nasıl hissettikleri, hangi şartlar altında bir araya geldikleri, bu memleketin kültürel formasyonuyla yetişmiş insanların Batı’daki muadil hareketlere baktıklarında nasıl çelişkiler ve uyuşmazlıklar gördükleri, yanı sıra bu çelişkilerin ve uyuşmazlıkların yarattığı ortak ruh hali, ilk toplaşma ve eyleme girişimlerine ruhunu da veren yoksulluk ve imkansızlık halleri, aşağı yukarı bütün anlatılarda ortak olan kimi kerteriz deneyimlere işaret ediyor. 1990’larda hilafsız bir yokluktan, büyük bir toplumsal harekete dönüşebilmiş Türkiye eşcinsel hareketinin, sadece bugün nasıl hatırlandığının değil, gelecekte nasıl hatırlanacağının da ipuçları bunlar. 

Politik bir topluluk içine hatırlamak aynı zamanda etik ve ahlaki boyutları da olan bir eylemdir. Çünkü politik topluluk içinde ve o topluluk için hatırlamak aynı zamanda şahitlik etmektir; bir diğerinin varlığına, varoluşuna, o varoluşun karşısına dikilen politik ve sosyal engellere, faillere, onlara rağmen var olma mücadelesine şahitlik etmek. Kolektif hatırlama ediminin bireyleri birbirine bağlayan ve güçlendiren, toplulukların topluluk olma vasıflarını pekiştiren de, özel herhangi bir sosyal uzlaşmaya gerek duymaksızın, şahit olmaya/şahitlik etmeye gönüllü olmaktır. Renkli Ekran söyleşilerinde, bir yalnızlık hikayesi olarak başlayan deneyim anlatılarının bir güçlenme ve güçlendirme hikayesine doğru akmasını sağlayan da bu olsa gerek.

LGBTİ+ aktivisti Can Yaman, 2003’te yapılan, kendi ifadesiyle “5-10 kişinin katıldığı” Onur Yürüyüşe’ne dair şunları söylüyor: “Bizim yanımıza ilk gelenler Taksim’deki zihinsel engelli insanlar oldu. Çok ilginç...[...] O zaman anladım; biz hakikaten delilik yapıyoruz. Bu başka bir şey değil”. Ancak delilikle hizalanabilecek bir politik eylemi, aradan geçen on yıl içinde on binlerce insanın katıldığı görkemli bir yürüyüşe taşıyan da, bu güçlenme ve güçlendirme hikayesinin, ısrarla peşine düşünülen topluluk anlatısının, geçmiş ile bugün ve gelecek arasında kurulan sahici bağların hem faili hem şahidi hem de anlatıcısı olanlar olmalı. 

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin “Bellek” dosya konulu 169. sayısında yayınlanmıştır.

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam