19/02/2016 | Yazar: Bora Şahinkara

Daha çok yazacağız! Hitler’in karşısında ‘Heil Hitler’ diye elini kaldırmayan cesur insanlar gibi yazacağız!

Günümüz Türkiyesi’nin İzmir’inde yaşayanlarındanım an itibariyle ve kendimi yeteri kadar ifade edemeyişimin karın ağrısı yükselmekte bir tetikleyiciyle karşılaştıkça. “Bir derdim olduğunda n’aparım ben?” diyorum. “Seçeneklerimden biri yazmak” diye yanıtlıyorum. İçinde yaşadığım coğrafyanın batısında ‘insan tacirliği’, doğusunda ‘iç savaş stratejisi katliamları’, kuzeyinde ‘doğa katliamı’, güneyinde ‘bir dünya savaşı hazırlığı’ ve her yerinde, içinde ‘ölümler’ dahi olan hangisinin öncelikli başlık olduğunun tartışılmasını doğru görmediğim onlarca sistematik problem konusu.

“E işte bunlar canımı sıkıyor, bu sebeple kendimi yazarak ifade etsem” demeye kalkışıldığında ‘gündeme dair yazmak’ için zorlu bir dönem olduğunu görüyorum.. Bireysel yaşamdaki gündelik işleri hallederken, bir yandan da inanılmaz büyük başlıklarla dolu gündemi, analizleri, üstelik bu kolayca ulaşılabilen, araştırılabilen internet dünyasında hızla akan yorumları ve bilgileri etraflıca takip etmek, başımıza neler geldiğini anlamaya gayret etmek henüz bahsi geçen olayların fiziksel olarak ortasında olunmuyorsa da bunun sıkıntısını çekmek ve derdi olan herkes gibi -herkesin kendine has bir yöntemle yapacağı şekilde- bunu bağırmak istemeyi beraberinde getiriyor ama dediğim gibi ‘gündeme dair etraflıca bir şeyler söylemek’in kolay olmadığı gündemlerin içinde olduğumuzu düşünüyorum.

Fakat yazmayıp da/söylemeyip de ‘susan insan’a dönüşmek daha da acı verici olurdu.

Bari bireysel dünyama dair gündemlerinden birini mi ifade etsem ve bunu bir benzetmeyle gündeme mi bağlasam, susan insan olmamalıyım, diye düşündüm biraz. Aklıma son zamanlarda ‘tek sesli müzik’ ve ‘çok sesli müzik’ kavramları üzerine bolca kafa yoruşum geldi. Bunu anlatıp, bir analojiyle falan gündeme mi bağlasam diye düşündüm, olabilirliği vardı ama ısınmadım da bu fikre.

‘Bi’ şey yazmalı!’, ‘hey!’, ‘bi’ şey yazmalı!’, ney?’ diye düşünüp dururken son günlerde kendi kendime, Kaos GL ve Taraf yazarı ve tiyatro oyuncusu Esmeray’ın, yazılarından ötürü iki takım elbiseli kişi tarafından durdurulup ‘devlet karşıtı yazılar yazmaya devam edersen sonun iyi olmaz’ tehditini öğrenince “Tamam” dedim; yapacak bir şey yok; yazacağız! Daha çok yazacağız! Hitler’in karşısında ‘Heil Hitler’ diye elini kaldırmayan cesur insanlar gibi yazacağız!

                                                  Rusya'da savaş sırasında bale dersi

Kürt bölgesindeki katliamların ‘aslında yanlış bir şey olduğunu, korkunç bir şey olduğunu’ gizlemek, manipüle etmek konusunda öyle telaşlı bir hal var ki; yaptığı korkunç şeylerin anlaşılmasının hayatını korkunç bir şekilde sonlandıracağını bilen ve zaten anlaşıldığı takdirde idam edilecek olan bir katilin yaptığı korkunçlukların anlaşılmaması için sürekli bir başka cinayet işlemesi durumu söz konusu. Kendi korkunçluğunu gizlemek için her gün bir başka cinayet işleyen katile, ‘katil’ diyen değil, diyecek gibi olan, sözünün anlamı oraya çıkacak olan insanların bile bir saniyede boğazını kesmeye hazır siyah bir silüet ile karşı karşıyayız. Öyle bir ortamdayız ki; ücretsiz bir şekilde edindiğimiz bir internet hesabıyla, ortaya bir yere; veya bir köşe yazarı, gazetesindeki köşesine bir gün sadece “diktatör” diye tek kelimelik yazı yazsa kıyametin kopması için yeterli olur zaten.

“Barış” yazsak yeter, “diktatör” yazsak yeter, “Ulan!” desek, “Hangi birini bağırayım? Sadece birkaç günde bir ölüm olduğunda dip not gibi haber yapan o ana akım medyada yer alan mülteci insanlarımız, her gün ve her gün kendisine hayatlarını kurtarmak karşılığında yüklü paralar isteyen belki de dünyanın en ahlaksız insan tipleri, bu insan tacirleri, bunu bilenler, normalleştirenler, Batı kıyılarında yanı başımızda yaşıyorlar!” diye yazsak daha konunun devamını bile yazmasak mesela, somut bir şeye etki edebilmeye yarar mı bilmem ama böyle bir ortamda ‘susan insan’ olmamaya yarar öncelikle.

Twitter gözaltıları; Facebook paylaşımından ötürü işten atmalar, sürgünler; umumi ortamda yüksek sesle ‘kral çıplak’ diyecek 3 kişi toplansa etrafında 30 tane çevik kuvvet, 2 TOMA, 10 polis kamerası ile darplı ve tacizli gözaltına almalar; Ekşi Sözlük’te ‘teröristleri’ destekleyen yazar listeleri hazırlayan sözlük yazarları, ‘terörü destekleyenlerin entry’lerini nasıl ekran görüntüsü kopyalarak emniyete falan şikayet ederiz’li başlıklar; ana akım medyanın manipülasyonları ve buna inananların ortamında, yani abartmıyorum, bu ‘savaş’ ortamında bir espri yapmaya, gülmeye utanıyoruz biraz.. Günümüz Türkiyesi’nin İzmir’inde yaşayanlardan biri olarak şu ortamda, fiziksel olarak savaşların belki henüz tam ortasında değilken yaptığımız hayata dair her olumlu rutinimizde, 2. Dünya Savaşı yıllarında, yıkılmış binaların ortasında bale dersini yapan çocukların siyah beyaz fotoğrafındaki gibi hissediyorum şahsen. İnsan böyle bir durumda suçlu hissetmeye meyilli oluyor ama şunu ifade etmek isterim: Karanlığa somut darbeler vurmak, onda delikler açmak, zayıflatmak, yıkmak için herkesin elinden gelen en iyi konuda isyan etmesi doğru bir şey. Kimisi üreterek isyan eder. Kimisi sessizce üreterek bağırır. Kimi zaman, sessizce üreten bu iyi yaptığı işi yapmak yerine sokakta bağırmayı seçse daha az olumlu katkı sunabilir toplumun müşterek problemlerine.

Sadece coğrafi konumumuz, bazen sınıfsal konumumuz, bazen kimliğimiz, bazen cinsiyetimiz belirliyor şu an fiziksel olarak bir savaş ortasında olup, olmadığımızı. Yapabildiğimiz sürece, bu ortamda bile değerli üretimlerde bulunmayı doğru ve önemli buluyorum.

Ve, doğa katliamı, savaş, ırkçılık, türcülük, kadın katliamları, cinsiyet eşitsizliği konularıyla iç içe olan ve her daim acil olan, her daim can yakan, heteroseksist sistem sayesinde her daim güncel olan bir konuda, ülkenin en önemli, en kapsamlı anti-heteroseksist çalışmalarından biri olarak gördüğüm, bu yıl da sekizincisinin zamanı gelen Baki Koşar Kültür ve Sanat Festivali’nden haberdar etmek istiyorum son olarak. Her yıl bir tema etrafında genellikle LGBTİ kurumlarının ve bireylerin yürüttüğü atölyeler, sergiler, paneller, tiyatro oyunları, film gösterimleri, sergiler içeren ve yaklaşık bir hafta süren bu festivalin bu yılki teması ‘ses’ ve broşüründe şöyle ifade ediliyor: “Uygarlık rahatsız edici sessizlikleri gizlemek için tasarlanmış bir gürültü komplosuysa, doğadaki sabitlenmemiş özgür tonların yerine ölçülü tonal müziği, uzaydan gelme bir virüs olan dili, temsili mümkün olmayan “çok” yerine hizaya getirilmiş “bir”leri tercih eden insanlık için ses nedir”. Bu organizasyonun önemi, içeriğinin kapsamı, içeriğinin niteliği (birkaç yıldır bizzat takip ederek bu izlenimimi aktarıyorum) ve dahi heteroseksizm ve ataerkinin her türlü dünya gündemi ile iç içe ve eşit önemde bir mesele oluşu sebepleriyle; İzmir’de, herhangi bir toplumsal konu paydası etrafında örgütlenmiş, vizyonunda adalet, eşitlik, özgürlük kavramlarına yer verdiğini iddia eden her kurumun ve bireylerin gündemine almasını, analiz etmesini, tartışmasını önemle tavsiye ediyorum.

Güncel ve önemli bir etkinliği, İzmirliler’e böylelikle duyurmuş olayım; daha güzel bir dünyaya dair bir şey demeye / bir şey yapmaya kalktığımızda, ‘ölüyoruz’ demeye kalktığımızda ağzımızı kapatmamız için başımıza silah bile doğrultsalar susan insanlardan olmayalım diyerek kürsümden inmek istiyorum.

‘Susan insan’lardan olmayalım. Bunu yapmak cesaret gerektiriyor olsa bile, susan insan olmayı kendimize yakıştırmayalım. Şu an tarihsel bir fotoğrafın ortasındayız. Ve tiyatrocu Mehmet Esatoğlu’nun bir sözü vardır sevdiğim, “Tarih fotoğrafımızı çekerken gözlerimiz kapalı çıkmayalım.”

İlgili haberler:

Esmeray’a tehdit: “Yazmaya devam edersen sonun iyi olmaz”

Baki Koşar Festivali’nin programı açıklandı


Etiketler:
İstihdam