31/03/2017 | Yazar: Beren Azizi

Benim meselem bu kadar yetkiyi ‘kocama bile’, ‘babama bile’ zırvalığı olmadan ne babama ne cumhurbaşkanına vermek…

Benim meselem bu kadar yetkiyi “kocama bile”, “babama bile” zırvalığı olmadan ne babama ne cumhurbaşkanına vermek…

Bu kadar yetkiyi babasına bile vermezmiş, babacığı da zaten istemezmiş. Ay ay ay sevsinler.

Utanmasalardı, şu topraklarda birazcık olsun feminizm olmasaydı “bu kadar yetkiyi kocama bile vermem” de yazarlardı bunlar. Hiç şaşırmazdım.

Şimdi açık konuşmak gerekirse bu kadar yetkiyi babamla cumhurbaşkanı arasında ikisinden birine vermek zorunda kalsam hiç de babama değil gayet cumhurbaşkanına verirdim. Şu son referanduma giden anayasada bile cumhurbaşkanı babamdan daha fazla denetleniyor.  

Benim meselem bu kadar yetkiyi “kocama bile”, “babama bile” zırvalığı olmadan ne babama ne cumhurbaşkanına vermek; ama o kısma girmeyeceğim. Siyaset yapabileceğim şuurda görmüyorum bu sloganı üretenleri ve her yere yaymayı başaranları.

Şimdi gelelim şu sloganımsı sanrıya.

Evladım, bak baban gibi konuşuyorum ki biraz beni ciddiye al, senin bu kadar yetkiyi babana bile vermeme meselene gelelim önce. Baba insanın ilk devletidir. Seçilmemiştir, öyle demokrasi falan yok... Tanrı-kral gibi bir şey. Bak daha düne kadar medeni kere medeni kanunumuzda baban ailenin REİS’i idi. Şimdi cumhurbaşkanına “reis” diyenlere kızıyorsundur belki; ama düne kadar baban ailenin reisiydi. Hâlâ bu “reis-baba” kuşağının babaları hayatta. Öyle yıllar yıllar öncesinden söz etmiyorum yani. Senin babanın senin referandumuna zaten ihtiyacı yok. Sen doğmadan bu kadar değil bundan çok daha fazla yetki çoktan veriliydi zaten babana. Yani bir demokratik alış-veriş durumu yok. Bunu geçtim.

Gelelim şu BİLE kısmına. Bu kadar yetkiyi babana bile mi vermezsin? Babalık demokrasi, özgürlük ve eşitlik kahramanlığına denk düşen bir kurum sanırım tarihte de biz bilmiyoruz. Nedir şu babasının kızı, oğlu haliniz? Baba denen şeyle şu toplumda ilişkini çiçek gibi tutmayı başardıysan sen lütfen bu anayasaya evet de. Otorite, tek adamlık falan filan… Bunlarla sen barışını çoktan imzalamışsın. Babasını, “BİLE”ler katmanında kendini teslim etmenin en tepesine koyabilmiş insanın devletle ne gibi bir derdi olabilir? Gerçekten neden “hayır” diyorsunuz? Yoksa senin babanın diğerlerinin babasını dövüp kendi iktidarını kuramaması mı canını sıktı? O halde özgürlük, tek-adamlık falan filan demeyeceksin. Derdini, otorite arzunu açık açık ortaya koyup anti-demokratik tek-adamlı bir parti kuracaksın ve öyle muhalefet edeceksin. Yoksa şu haliyle bu ne lahana turşusu ne demokrasi! Bileymiş… Babasına bile’ymiş… Sütten kesilmeyi öğren önce, sonra da babanın kızı, oğlu olmamayı öğren. Yoksa başkasının babası gelir senin babanı döver. Böyle olduğunda da ay demokrasi, ay tek adamlık diyemezsin. Avrupa’da solcu Türkiye’de sağcı partilere oy veren gurbetçiler gibi olursun ancak.

Şimdi gelelim şu “o da istemez zaten ehehehe” kısmına. Herhalde ömrünüzde ilk defa babanızı alttan alta da olsa eleştiren bir şey yazınca kalbi kırılmasın diye eklediniz bu kısmı. Hani babanız okuyunca bu afişi, “ya bana niye vermiyor, ben n’aptım ki” diye tam hafif bozulduğu anda, altta o küçük “o da istemez zaten” yazısını görünce yüzünde “gençler yaaaa” diye bir gülümseme oluşsun diye eklediniz o notu. Bir de nasıl çirkin eklemişsiniz öyle… İtalik, böyle hafif yumuşak köşeli, kıvrılan hatlı…

“Benim kocam yapmaz”cılığınızı, “benim babam  hiç öyle değildi”ciliğinizi göstermişsiniz. Onlar dediklerinizin babası da istemez sorsanız, özür dilerim. Mesele babalık savunmasıysa sizin kadar onlar da seviyor biricik babalarını, haberiniz olsun.

                                           Fotoğraf: ODTÜ #Hayır Şenliğinden

İçeriğine gelirsem bu küçük notun, o da istemez zaten demişsiniz de ÖYLE DE BİR İSTER Kİ… Nereye istemez? Ne bu sanrı, ne bu şirinlik? Evin şirin çocuğu olma halini, sürekli otoriteye şirin görünme halini bir kenara bırakınız. Hayır propagandası yapıyorsunuz, rica ediyorum.

İhtiyacımız olan birazcık olsun “baba”larla çatışmaktır halbuki; ama kendi babamız diğerininkini dövemiyor diye sade karşı tarafın babalarıyla çatışmak değil.

Bu küçük ama kitleselleşmiş babalı slogan örneğinden doğru diyebiliriz ki HER YERDELER.

Muhalif olan veya iktidarda olan her yerdeler. Hem muhalefeti hem iktidarı türlü türlü yollarla bir babanın çocukları haline getirmeye açık açık veya çok mütevazi geleneklerle çalışıyorlar. Bu diretme her yerde.

Otoriterleşme biraz da budur. Kutuplaşma bahanesiyle “kuşak çatışması” denen hediyesi sorun çıkaran ayıplar olarak atfederken “acemi, amatör” ya da daha açıkça “genç” seslerin hem muhalefette hem iktidarda kısılmasıdır.

Bazı heteroseksüel-cisgender 45-50 yaş üstü erkeklerin sözünü dinler, önerisini alır ve ne diyorsa onu tekrar eder haline getirilmeye çalışılıyor kitleleri. Evetçisiyle hayırcısıyla…

Bugün Marksizm veya sol veya sosyalizm falan filan denildiğinde BİLE aklımıza 45-50 yaş üstü hetero-cis adamlar geliyor. Hatta Marx denildiğinde bile ünlü koca beyaz sakallı fotoğrafı aklımıza gelir.

BİR HATIRLATMA: Marx ve Engels Komünist Manifesto'yu yazdıklarında 27-28 yaşlarındaydılar.

Bırakalım şu hocam hocam'cılığı ya da ünlü 45 yaş üstü hetero erkek düşünür ya da baba tapıcılığını. Bırakalım “büyüklerimizden” onay alma arzusunu.

“Büyüklerimiz daha iyi bilirler…” büyük bir yanılgıdır.

“Hocalarımız daha iyi bilirler…” büyük bir yanılgıdır.

Heteroseksüel-cisgender erkeğin yaşıyla doğru orantılı bilgisinin ve deneyiminin arttığını sanan mistik düşünce kırılmalıdır. Aile reisliğini yeniden üretmeyelim!

Bugün en muhalif üniversitelerde bile öğrencilerinden “çocuklar” diye bahseden ve üniversite öğrencilerinin ailelerini “veli” sanan akademisyenler mevcuttur.

İlkokulun devamı gibi lise ve gene ilkokulun devamı gibi üniversite eğitimleri otoriterleşmemizin sebeplerinden biridir.

Sizler için en iyisini bizler biliriz diyerek kuşak çatışmasını baskılamaktır.

Bunun sonucunda popülist liderler halkların başları ve babaları haline hatta bir noktadan sonra şefkatle anneleri haline dönüşmektedir. Türkiye’de neo-liberal dönemin en acılı hatalarından biri de köşe mahallelerdeki insanlara, bu dönemin kaymağını yiyen liberal olsun olmasın insanların kendi özgürlüklerini “benim babam senin babanı dövdü” şeklinde sunması ve “benim babam asla yapmaz”cı haliyle “ezilme senin sorunun” diyerek kötücül yaklaşımıdır ve bu hata diğerinin bugün babasına tapmasının biraz olsun sebebidir.

Her türlü çatışma karşısında siyasi liderler vatanın annesi, öğretmenler öğrencilerin ana-babası ve bundan en kaçınması gereken kurum olan üniversitelerde de akademisyenler üniversitelilerin bilgin hocaları-babaları konumuna geçerek “çatışmasız”lık yaratılır fikir dünyalarımızda. Atalet budur!

Atalet, kuşak çatışması karşısında bu çatışmayı yaratan yenileri ya da “genç” denen insanları acemileştirilmek, küçümsemek, babacan tavırlarla ve içi boş iddialarla “sözümüzü dinleyin lütfen”ciliği dayatmaktır. Bu ürkek babama bile’li ve o da istemez zaten’li afiş acı bir sorunun yansımasıdır.

Muhalefetten olsun iktidardan olsun apolitik denen kesimden olsun insanlara “gençlik” denilen dönemlerinde alçakgönüllülük, lafa girmemek, utanç ve kalenderlik sinsice öğütleniyor. Bu öğütler reel siyaseti aşan kemikleşmiş bir ataletin göstergesidir.

Kendini sevmek yavaş yavaş yerini kendini sevdirmeye ve kendini sevdirmek de yavaş yavaş yerini “büyüklerden” övgü almaya bırakıyor.

Atalara minnet duyuluyor, babalara ne olursa olsun anlayış ve saygıyla yaklaşılıyor, çok okumuş yaşlı hocalara ve öğretmenlere “sonuçta onca birikimi” var diyerek bakılıyor ve hep atalet, atalet, atalet!

Kişisel olanda, özel olanda, ailede, ikili ilişkilerde hiçbir muhalefet yok. Buna karşın ideolojik olanda muhalefet var sanıyoruz; çünkü muhalefetin nesnesi ideolojik-öteki güya. Geçiniz…  

Mesele gençlik ya da yaşlılık meselesi de değil, bu bolca soslanmış kurguları yutmaya hazır bir yığın gönüllüleştirilmiş romantik kitleler meselesi.

Söze girmek, itiraz etmek, lafını kesmek, hayır demek “cool” değil güya. Hiç de böyle sanılmasın. Bize düşen her zaman babayı öldürmek.


Etiketler:
nefret