08/02/2017 | Yazar: Bora Şahinkara
İhraç edilmeler sonrasında buna bizzat maruz kalanların haberin ilk şokunun yaşandığı günde bile gülüşmeleri...
Ve son olarak 7 Şubat 2017 tarihli KHK ile birlikte 330 akademisyen daha ihraç edildi. Neyse ki bu bir bombalı saldırı ardından yayınlanan isim listelerine telaşla bakmaktan çok daha farklı ve olumlu bir his. Bizler için travmatik olan diğer listelere telaşla bakma halini olumsuzlamak ve bu ihraç listelerini okuma halini de olumlamak için demiyorum ama benim gözlerim bu listelerden olumlu, renkli, bahar kokulu bir şeyler; yaşam fışkırdığını görüyor.
7 Ocak 2017 KHK'sı ile ihraç edilen yüzlerce akademisyenden biri olan Melek Göregenli'nin "Bizleri üniversitelerden atınca beynimiz, kalbimiz duruyor mu sanıyorsunuz? Aksine kaybedecek bir şeyi kalmayanlardan daha da korkun, buradayız."[1] minvalindeki tweet'leri mi gaza getiriyor beni artık, bilmiyorum.
Şahsen hiç üniversite öğrencisi olmadım. Lise yıllarımda, önce okumakta olduğum elektronik bölümünü sevmediğimi fark etmiştim. Önce "Liseyi bitireyim de üniversitede daha kendime uygun bir yerlere giderim artık" dedim, sonra 11. sınıfta 23 gün devamsızlıktan sınıfta kalınca "E, bari açıktan okuyup da bitireyim" dedim. Sonra bir takım olaylar olaylar ve açık liseyi de yavaş yavaş bıraktım. Bir yandan da ilgilendiğim alanlarda kendi akademiden yoksun yaşam yolumu çizmeye başlamıştım bile. Çeşitli arkadaşlarımın destekleri ile kilden kolye yapımıyla uğraşmaya başladım. Bir zaman, aileden ayrı eve çıkıp hayatımı bile geçindirdim bu uğraş ile. Tüm inceliklerini sadece uzun bir süre uğraşan yapıcılarının bildiği bir zanaate dönüştü. Ben ve kil işleri ile uğraşanlar çeşitli gençlik kamplarına, çeşitli toplumsal faydası olacak etkinliklere çağrılıp, atölyelerini verdik, birkaç yer gezdik, atölyeler esnasında bol bol muhabbet edip, çamur vesilesi ile sayısız konu üzerinde kendimizi ifade ettik, öğrendik, dayanıştık. Hala da, görüp de bu zanaatle uğraşmak isteyenlerle buluşup, bu deneyimimizi paylaşıyoruz. Öte yandan zaten yıllardır müzikle de ilgilenirdim. Gitar çalmayı öğrenmiştim, metal grubu kurmalara falan çalışmıştım ve pek olmayınca müzikle bağım kopmamıştı ama seyrelmişti. Derken 2014'te Ahura'dan sıkı bir def ve ritim bilgisi eğitimi almaya başlayarak ve sonra arkadaşlarımın nazik teveccühü ile Ahura Ritim Topluluğu'nda gitar çalmaya başladım. Yine bu süreç içerisinde melodi ve armoni bilgisi üzerine de kendi kendime çalışmaya başladım bir yandan, Kil İşleri'ni yavaş yavaş bıraktım ve öncesinde 'bunun için yeterli miyim' heyecanıyla 2-3 eşe dosta ücretsiz şekilde yaklaşık 6 ay boyunca düzenli gitar dersi vererek önce kendi kendime staj yaptım ve ardından da "Eh, yeni başlayanlar için gitar dersi verebiliyormuşum artık sanırım" diye düşünerek yeni başlayanlar için ücretli gitar dersleri vermeye de başladım. Benle gitar çalışan arkadaşlarıma deneyim bilgilerimi paylaşma haddini kendimde bulurum da, bir yandan da kendimi geliştirme gerekliliğini unutacak kadar hadsiz olabilir miyim? #Hayır. Otodidaktik yaşamım müzik, gitar, ritim, melodi, armoni alanlarında kitaplar okuyarak, video'lar izleyerek, kendi kendime çalışarak devam ediyor. Hatta geçtiğimiz haftalarda tanıştığım bir arkadaşımın yardımıyla, bir üniversitede, müzikoloji bölümünde derslerine misafir öğrenci kabul ettiğini öğrendiğim bazı akademisyenlerin (eğer 7 Ocak 2017 veya 7 Şubat 2017 KHK'ları ile henüz ihraç edilmemişlerse) derslerini de takip etme planımı programıma koydum.
Akademiden yoksun bir yaşam öyküsünden bir parça anlatırken maksadım bu hikayenin beğenilmesini sağlamak değil. Kendine ait koca bir yaşam öyküsü olan bir sürü insanız nihayetinde. Ve mevcut konvansiyonel akademik sistemi, yaşam öykümüz için çizilmek istenen en ana yollardan biri olan bu okul meselesini sorgularken veya 'böyleyken böyle oldu, OHAL'de şimdi ne yapsak?' sorusuna dair derin sorgulamalara girerken belki kimileri için bir detay faydalı olabilir, belki bir detay ilham verici olabilir, diye düşündüm.
Yeterince özgür, özerk olamayan koşullarda bile üniversitelerde harikalar yaratabilen 'o listeler'deki hocalarımızın belki alışık oldukları, kendi sistemlerini oturttukları alanlarının kapanması, aynı zamanda başka alanların açılması anlamına geliyor sanki. Bu listelere bakarken hissettiğim hissiyatın biraz da neden şöyle olduğunu anlatabilmiş olmak için bahsettim kendime dair bazı bilgilerden: Akademilerin nitelikli şekilde kullanılabilmesi ve bunun sonuçları görünüyor ki çok güzel; ama bir musibet vesilesi ile de olsa değerli hocalarımız benim memleketime geliyorlar. Yani alaylıların topraklarına taşınıyorlarmış gibi.. Musibete de sevinmek olmaz sanki ama bu inceden bir heyecan yaratmaz mı hiç? Beni ince bir mahcubiyetten kurtarmak için neyse ki DTCF'den Şamil Yılmaz'ınki gibi açıklamalar düşüyor gözümün önüne: "Bu akşamki KHK ile birlikte, tüm DTCF imzacıları olarak görevimizden ihraç edildiğimiz doğrudur. Merak edenler için; kimse özel olarak yıkılmış, mahvolmuş değil. Çoğumuz inceden rahatladı bile. O bölümler de onların değil, bizim bölümlerimiz. Tabii ki döneceğiz. Net."[2]
"O sokakta polis müdahaleye hazırlanıyormuş. Dikkat edin arkadaşlar" tweet'lerinden, "Tutuklandık", "İstanbul Havaalanı'nda gözaltına alındım", "İhraç edildik" tweet'lerinin atıldığı günlere geldik. Ve tam bugün, ihraç edilmeler sonrasında buna bizzat maruz kalanların haberin ilk şokunun yaşandığı günde bile gülüşmeleri, öğrencilerini teselli etmeleri, kimilerinin okul binaları dışındaki dayanışma akademilerinde çalışmalarına devam etmesi; zalimin yürüttüğü ve bir süredir bizleri birer nesne olarak sürükleyebildiği gündem sürecinde vardığımız malum evet-hayır ikiliğinde belki birbiriyle bazen uzak düşen argümanlarla da olsa ister istemez tek kelimede buluşup 'hayır' diyenlerin aynı zulmün çelmelerini, yumruklarını, kurşunlarını yerken birbirine tutunmak zorunda kalmaya başlaması, bize farklı argümanlarla aynı biber gazının altında kaldığımız bir süreci hatırlatmıyor değil. Bir süredir iyice nesneleşerek içinde sürüklenip gittiğimiz gündem, birbirimizle konuşmak için 'hayır'lı bir vesile yarattı. (Daha referanduma henüz vakit varken aramızda konuşmamız gereken ilk konulardan biri de şu kelime esprilerinden daha iyisini bulmak olmalı galiba… Ben okuyanları güldürmek için yaptım şimdi, bundan sonra yapmasak mı efendim.)
“Nerden baksam bahar geliyor. İlle de geliyor, mutlaka geliyor…”
Melek Göregenli[3]
[1] https://twitter.com/yasakMIS/status/829071810700394496
[2] https://www.facebook.com/samil.yilmaz.52/posts/10154640393687415?pnref=story
[3] https://twitter.com/yasakMIS/status/829103760937013254
Etiketler: