22/09/2015 | Yazar: Gaye Özdemir

Annem mahalle meclisimizin futbol maçını izlemeye giderken gökkuşağı bayrağımızı şikayet edenlerin olduğunu söyledi. Sonra tabii gökkuşağı bayrağını indirdiğini...

Nerden başlanılsa? Nasıl başlanılsa ya da?  “Yerel güce ihtiyacımız olan günler…” desem, yerel güce ihtiyacımızın olmadığı zamanlar var mıydı ki?

Sanırım en son gelininin Kabataş’ta saldırıya uğraması iddialarıyla başkanının da adı geçen bir ilçe Bahçelievler… Haritaya göre doğusunda Aydın Doğan İletişim Meslek Lisesi, batısında Zaman gazetesi, güneyinde görece daha burjuva denilebilecek Rum kokulu Bakırköy, kuzeyinde duvarları üç hilalli Bağcılar bulunan ilçe.

Burada doğup büyüdüm.  Taşınırken bile mahalle sınırlarını aşmamış bizim aile. Buranın yerlisi asla bilmem kaç göbek İstanbullu olamaz. Olan varsa henüz ben tanışmadım ( o kadar da muhtarca ahkâmlar kesmek istemem). Liseye giderken anaokulluk yaşımın geçtiği sokakları yürürdüm. Başka vesilelerle başka şehirleri de görebildim, başka semtleri de (şükür mü demeli bilmem)…

Ortaokulumu kurum kuruluş gezerek zenginleştirdim; HÖC, Tohum Kültür Merkezi, Halkevleri, EMEP… Gülebilirsiniz, bir çocuk için zenginlikten başka hiçbir şey olamaz ismini saydıklarım… Lisedeyken hep gitmek istedim buradan, burası değildi, olmamalıydı yerim, pencere önü çiçeği gibi…  Gittim… Geldim…

Sonra Meis sitesi olayları oldu. Enteresandı ki insanlar haftanın çoğu günü gidebildiğim Taksim’den Avcılar’a geldikçe “uzaklıklar”dan bahsetmeye başlamışlardı… Bu uzaklık benim aklıma gelmemişti daha önceleri…  Sonra Gezi Parkı olayları oldu (oh be ne güzel geçirmiştik tarihe jenerasyonumuzu, 68’leri, 78’leri dinleyip bir şey yapamamaları ne güzel hafifletmiştik)… Gezi Eylemleri etkisiyle her ilçede yavaş yavaş oluşan forumlar sıra Bahçelievler ilçesine geldiğinde kurulup dağılmıştı, nasıl olduğunu anlayamadan ben…  

Elim armut toplamamış gibi, gidemiyorsam uzaklara, uzakları buraya getirecektim işte… İki gülden güzel arkadaşımla devrim yapardık her buluştuğumuzda… Gittiler… Gelmediler…

Tüm bunlar olurken hem internet, hem Taksim’e (Amargi’ye, Lambdaistanbul’a, İstanbul LGBTT’ye) gidip gelmelerim biraz sakinleştirse de beni; Özgecan Aslan cinayetiyle halihazırda tekrar sokaklara dökülmek istencini yakalamışken bir şeyler yapmak istediğimde yalnız hissetmiştim kendimi… Bir şeyler yapmaktan kastım küçük yazılarla camilere, kıraathanelere kuşlama yapmaktan öte geçememişti. Yapamamıştım. Örgütlenmek istemiyordum herhangi bir şeyle, nasılsa görmüştüm, Gezi zamanı,  isyanın isme ihtiyaç duymayan halini… 

Oy kullanma hakkımı edindiğimde “BDP meclise girdikten sonra yaparım gene anarşikliğimi, başımıza bekçi seçmek için tanınana hak mı denirmiş” minvalindeki anlayışım,  nasıl, ne zaman devşirildiğini anlamadan bugünkü halini almıştı ve sürekli oy veren biri haline gelivermiştim…

7 Haziran seçimlerine hazırlık sırasında beklenmedik bir şeyler oldu Bahçelievler’de.  Halkların Demokratik Kongresi bileşeni olan Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi bu çalışmalarda diğerlerinden farklı olarak bir mahalleye odaklanmayı hedeflemişti, bizim mahalleye odaklanmayı...  Bu sayede Gezi forumlarının dağılmasıyla veya Özgecan Aslan olayıyla hissettiğim yalnızlığı kırmıştım. Gidip gelmeyen arkadaşlarımın yokluğuna üzülmeyi bırakarak bir şeyler yapmanın sevinciyle dolup taşmıştım.  Uğur Özkan’la o süreçte tanışmıştım. Seçimler oldu bitti, malumunuz. Gene bir beklenmedik olay oldu, seçim büromuz halk meclisi oluşturmak isteyen bir irade taşıyordu, seçimden sonra da bu iletişimi sürdürmek istiyordu. Nitekim dilek yerini buldu. Artık mahalle meclisinde kültürlerimizi paylaşabileceğimiz,  o dağılan forum havasını yakalayabileceğim bir topluluk vardı. Uğur Özkan benim mahalle meclisindeki LGBTİ komisyonunu temsil etmemi dilemişti, gel zaman git zaman politik görüşümüzden, kimliklerimizden ayrı bir arkadaşlık edinmiştik, arkadaşlıktan dahasını bile talep edebilmişti iletişimimiz…  Beklenmedik bir şey oldu Suruç’ta! Uğur Özkan’la tartışa-eleştiredurduğumuz “şehitlik” mertebesini şimdi ona biçmişlerdi… Cizre’yi, Uğur’un çocukluğunu görüp gelmiş, artık tartışmayı kesmiş, yas tutup, politik duruşumuzu sürdürerek Uğur Özkan’ı yer altında sevindirebileceğimiz inancına kapılırken beklenmedik bir olay daha çıkageldi; Boysan Yakar ve Zeliş Deniz’i bir trafik kazasında kaybetmiştik. Boysan Yakar’la Gezi sürecinde, Zeliş Deniz’le 2014 Onur Haftasına hazırlık sürecinde tanışmıştım.  Tanışmasak bile ilişkilendiğimizi hissettiğimiz insanlardı onlar. Benim Taksim’e giderken uzaklığına gık demememin birer açıklamasıydı.

Zeliş Deniş cenazesinde gökkuşağı bayrağının şikayet edilmesi bizi bizden almıştı, hemen gökkuşağı bayrağımızı balkonumuza asmıştık. Diğer yandan milliyetçi kesimin eş zamanlıca saldırıları vuku buluyordu, gözünü kestirdiğine… Komşusunu şikayet edene ödül, saray savaşı adına ölene kutsallık verilen bu günlerde, yaşamayı beklemeyeceğimiz tek şeydi herhalde Boysan Yakar ve Zeliş Deniz’in aramızdan gidişi…

Annem mahalle meclisimizin futbol maçını izlemeye giderken gökkuşağı bayrağımızı şikayet edenlerin olduğunu, iki tane sivil polisin elindeki telsizlerle kapıda durup ona memleketini sorduğunu, bayrağı neden astığını, anlamını sorduğunu paylaştı benimle… Sonra tabii gökkuşağı bayrağını indirdiğini…

Halbuki ben savaş çığırtkanlığının yükselmesi, yas yaşamaya fırsat tanınmaması halinden sıyrılmak için hiç de sevmediğim futbol maçı izlemeye  “kafa dağıtmak” manası yüklemiştim. Olmadı, gene bir negatif enerji çöreklendi omuzlarıma. Anneme bu gibi durumlarda ne yapması gerektiğini anlatsam, neden beni uyandırmadığını, kapıya gelenlerin kimliklerini sorup sormadığını, neden 155’i aramadığını sorsam da, nafile olduğunu gördüm. “ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü” geçiyor ya bir Livaneli türküsünde,  öyle gördüm işte annemle ikimizi, birbirinden farklı, ayıp olmayan iki şey olarak…

Korkmadığımız, sindirilmeyeceğimiz mesajını taşımak, gökkuşağı bayrağımızı tekrar asabilmek için ya annemin kalbinden başlamalı işe ya da annemden ayrı bir eve geçmeli diye düşündüm, tıpkı Bahçelievler’den gitmek veya oraya uzakları getirmek gibi…


Etiketler:
2024