25/09/2012 | Yazar: Evren E. Çakmak

Ankara’da deniz aramayacaksın. Yok! Ankara’da para aramayacaksın. Kazanamazsın! Çılgın seks partileri de yok, ne yazık ki. Ankara’nın bütün sırrı taşında. Hele bir al eline valla hayatın değişecek. İşte buna kefilim.

Sokağın hayatımdaki anlamı aslında özel alandan çok da farklı değildir. Ankara ile tanışmam “bir sokak” karşılaşması ile başladı. Bu şehre gelişimin 1. yılını henüz doldurmuştum. Bir gece çok da geç olmayan saatlerde arkadaşımla Selanik Caddesi üzerinden evlerimize doğru ilerlerken kimliği belirsiz (!) kişiler tarafından “küçük” bir linç girişimi ile hoşbeş ettik. Olay klasik bir olay olduğundan ayrıntıya girmeye lüzum yok. Bu hoşbeşin burnumda bıraktığı hatıra takından başka neleri tetiklediğini yüzümü o kara Ankara taşından kaldırımlara vuran biricik kardeşlerimizin hiç hayal edemeyeceğini düşünüyorum. Ertesi gün Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne gittiğimde o zamana kadar sadece simaen tanıdığım güzel insanlar karşıladı beni. Hemen bir dayanışma ağı örülü verdi. Buttler’in kuir yoldaşlığından daha bihaberken ben böyle bir dayanışmanın esintisini sadece ruhumda hissedebiliyordum. Ruhum farkında olmadan Ankara’yı hissediyordu. O zamana kadar sadece bir geçiş alanı olan orta bahçeyle, hemen üstünde bir seyir alanı gibi görünen çardakla tanışmıştım o gün. O gün orta bahçeyi kaplayan kara Ankara taşıyla, yüzüme yapıştırılan kaldırımın taşının aynı olup olmadığını sorgulamaya başladım. Bu taşı elime aldığımda kararmaya başladı ruhum. Havadayken ayrı bir güzel göründüğünü fark ettim taşların. Halı gibi, kitap gibi, çekiç gibi bir nesneydi artık o taş. İşte o zaman evimden farksız oldu sokaklar. Ankara sokakları...
 
Siyetıl veya Cenova nasıl birilerinin evi ise, ben de evimi bulmuştum. Salonumuz Yüksel Caddesi’nde yer yer müzik yapıyor, vakit buldukça büyük teras Sıhhiye’de zeytinlere dalan kargaları kovalıyordum. Ne farkı var ki kırk oda kırk salon evden bu sokakların. “Sadece bencilin evi küçüktür” diye bir laf duymuştum daha önce. Hakikaten de paylaşıma baş koyunca her yer ev, altın tepside sunulan “liberal yalnızlığı” takmışsan ayağına her yer hücre.
 
Aileden kaynaklı maddi sıkıntılar baş gösterince iş bulma umudu ile bavulumu alıp İstanbul’a gittim. Buldum da.
 
Haftanın 6 günü Tarlabaşı’ndan çıkıp kule dibine gidiyor, 13 saat sonra da tekrar eve varmış oluyordum. Bu kadar çelişkinin olduğu bir şehirde insanların bu kadar yalnız, bir o kadar da kaypak olması içimi yedi bu süreçte. O koca İstiklal Caddesi’nden geçerken her gün oturacak bir taş bulamadım hiçbir zaman. Tam pes etmiş, köye dönüyordum ki… Ankara’nın taşları, yoldaşları “gel” ettiler bana. “Ulan ibne! Dedik sana o kadar gitme ” diyeceklerinden korkumdan mı, yoksa inadımdan mı bilmem, Ankara beni çağırana kadar düşünmedim geri dönmeyi.  
 
Bu güzellemeleri de o gidişe borçluyum belki de. O kadar arabesk bir toplumda yetiştik, hiç hasretlik olmadan anlaşılır mı kıymet? İşte Ankara ile tanışmamışlara anlattım işin sırrını.
 
Ankara’da deniz aramayacaksın. Yok! Ankara’da para aramayacaksın.  Kazanamazsın! Çılgın seks partileri de yok, ne yazık ki. Ankara’nın bütün sırrı taşında. Hele bir al eline valla hayatın değişecek. İşte buna kefilim.

Etiketler:
İstihdam