22/08/2015 | Yazar: Yeşim T. Başaran

Nereden nereye değil mi? ‘Butch lezbiyenler ve HDPKK’ başlıklı bir yazıdan ataerkil siyaset biçimi ile barış siyaseti arasındaki farka geldik.

HDP’nin seçimlere barajı geçme hedefiyle girmesi ve % 13’le geçmiş olması, AKP ve destekçilerinin temel siyasi hatlarını belirlemeye devam ediyor. HDP’nin önceki politikalarının devamı olarak LGBTİ haklarını seçim bildirgesinde gündemine alması ve LGBTİ hakları aktivisti olan Barış Sulu’yu milletvekili adayı göstermesi, bu tartışmalarda LGBTİ’lere yönelik bakış açılarının da bir bir ortaya çıkmasına neden oldu. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan HDP’nin seçim beyannamesinde 9 defa LGBTİ kavramının geçmesini eleştirmek için “8 defa Kürt geçiyor beyannamelerinde, 9 defa da lezbiyenler falan geçiyor. Türkiye toplumu bu mudur?” demişti. Metinde lezbiyen kelimesi geçmemesine rağmen Akdoğan’ın bu kelimeyi tercih etmesini lezbiyenliği siyasetin dışında bir kavram olarak görmesine bağlamıştık. Şimdi de Suheyb Öğüt “Butch Lezbiyenler ve HDPKK” başlıklı yazısıyla bize yeniden ataerkil bakış açısını analiz etme imkanı sundu.

Yazarın, iki dönemdir mecliste olan ve son seçimde barajı geçmesini sağlayacak bir seçmen kitlesine hitap eden, mücadelesini şiddetsizlik ve barış üzerine kurmuş, bunun yollarını arayan bir siyasi partiyi karalamak için sosyal medya trollerinde gördüğümüz HDPKK ifadesini kullanmış olması, dergilerde, gazetelerde yazan çizen başka insanlarda da gördüğümüz için bir ilk değilse de, şaşırtıcılığını koruyan bir durum. Bu ifadeyle genel anlamda Kürt hareketini kastettiğini varsayıp yazının ana tartışma konularına bakalım.

Öğüt; yazısını butch-femme ilişkisi üzerine kurmuş. Ülkemizde yaygın bir butch lezbiyenlik, femme lezbiyenlik tartışmasından bahsedemeyiz, ama evet, bu kavramlar dünyada da, Türkiye’de de lezbiyenler arasında var olan kavramlar. Bu kelimeleri tarif ederek belli tanımlara sıkıştırmak istemiyorum, ama ilk defa duyanlar için butch erkeksi lezbiyen, femme de kadınsı lezbiyen anlamına geliyor diyebiliriz. Bu kavramlar kimsenin bir insana dışarıdan işaret etmek için kullanabileceği kavramlar değil, kişinin kendisi için kullanabileceği kavramlar. Kendisine butch demeyen birine “hayır sen butch’sun” demek, “butch da şöyle şöyle davranan, yaşayan kişidir” demek o kişinin iradesini yok saymak anlamına gelir. Bazı lezbiyenler kendilerine butch diyorlar, bu kavramı çok farklı şekillerde algılıyor ve yaşıyorlar.

LGBTİ mücadele deneyimlerinin ürettiği en önemli değerlerden birisi, insanların cinsellikleri, cinsiyet kimlikleri, yönelimleri, arzuları, vs. hakkında onlar adına konuşmama, başkalarının cinselliklerini, cinsiyetlerini tanımlamama değeri bana göre. Araba tekeri değiştiren bir kadın erkeksidir, maniküre giden bir erkek kadınsıdır, araba tekeri değiştirmek güçlülüğe ve cinsellikte hükmeden taraf olmaya işaret eder, maniküre gitmek bedenine özen gösterdiğin için kendini güç gösteren birine sunma ihtiyacı demektir, gibi tarifler üretme ihtiyacımız dünyayı cinsiyet rolleri ve aralarında mutlak olduğu varsayılan iktidar ilişkisi üzerinden okumaya dair alışkanlığımızdan kaynaklanıyor.

Yazı ataerkil bakış açısına göre yapılmış bu butch tarifi üzerine kurulu. Öğüt diyor ki, butch lezbiyen dışarıdan maço bir erkek gibi görünür, ama cinsellikte doğal bir organı olmadığı için bir erkek gibi zevk alamaz, amacı femme kadına zevk vermektir, “dolayısıyla butchlar o maço görüntülerinin aksine, söz dinleyen cici kızlardır”. Bu mantık yürütme şekli tam bir ataerkil düğüm. Kadınların erkekler karşısında mevcut toplum içindeki konumunu mutlak alan, bu konumu da erkeklerin bedenlerindeki bir organdan geldiği varsayılan bir güce bağlayan ataerkil düşüncenin en temel hali aslında. Feminizm cinselliğin bir iktidar alanı olduğunu ifade ettiğinde bu düşünce tarzını çözümlüyordu, bu düşünce tarzının değişmez doğruluğunu savunmuyordu. Cinselliği hükmeden-söz dinleyen ikiliği içinde hapsedip hayattaki rollerimizin de cinsel alandaki rollerimizden geldiğini söylemek, cinselliğin kendisine dair bir analiz değil. Aksine feminizm, cinselliğin ataerkil bir söylemle kuşatılarak eril iktidarın yeniden üretildiği bir alan haline getirilmesini eleştiriyor. Zihin dünyamızın tarihsel birikimindeki bütün yüklere, karmaşalara, iktidar kavgalarına rağmen cinsellik her zaman bu ataerkil tariften daha fazlası olageldi. Dünyada cinsellikle ilgili konuşan, yazan, çizen insanlara kulak verdiğimizde, ama bagajımızla birlikte değil, gerçekten anlamak için kulak verdiğimizde, cinselliğin her zaman ataerkil sınırları aştığını, aşındırdığını görüyoruz. Örneğin, tarih içinde tek tek insanlar, toplumda egemen olan cinsellik söylemlerine boyun eğmiş olsalardı, herhalde hiç kimse kendi cinsiyetinden birisini arzulayabileceğini fark bile edemezdi. Yazıda ana tema olarak ele alınmış butch-femme ilişkisinin varlığı da aslında yaşanan cinselliğin sınırlarının toplum normlarıyla çizilemediğinin bir kanıtı aslında.

Bu yazı vesilesiyle yıllar önce okuduğum bir makale geldi aklıma. 1950’li yılların Amerikası’nda kendi tarifleriyle butch-femme ilişkisi yaşayan kadınlarla yapılan bir sözlü tarih çalışması idi. Tıpkı bu yazıdaki gibi butch-femme ilişkisinini dışarıdan geleneksel heteroseksüel kadın-erkek ilişkisi gibi görünürken, ilişki dinamiklerinde femme tarafın geleneksel heteroseksüel ilişkilerdeki gibi ezilen bir rolde olmadığını, arzularının önemsendiğini, beklentilerinin dikkate alındığını söylüyordu makale. Öğüt’ün ataerkil mantık akışından farklı olarak durumu bir “doğal organ” eksikliğine dayandırmıyor, butch’ların ilişkide ezilen/söz dinleyen taraf olduğunu iddia etmiyordu. Feminist bir araştırma yöntemi kullanarak kadınlarla yapılan görüşmeleri aktaran, onların deneyimlerinin bilinir kılınmasına aracılık yapan bir makaleydi. Cinselliğin ataerkil söylemle dışardan bakılarak anlaşılabileceğinden çok daha fazlası olduğunu anlatıyordu. Toplumlarda o tarihlerden sonra cinsel özgürlük, feminizm gibi akımlar daha da geliştiği için, artık butch veya femme’le ilgili nereye baksanız, insanların çok çeşitli tarifler yaptığını, yaşamlarının ve cinselliklerinin boğucu iktidar ilişkileri içerisine sığmadığını ve onu aşındırdığını görebilirsiniz.

Her ne kadar Öğüt’ün yazısının ana teması butch-femme ilişkisi olsa da, bunu Kürt hareketine dair gözlemlerini açıklamak için kullanıyor. Kürt hareketinin maço bir erkek gibi görünüp, aslında söz dinleyen bir cici kız olduğunu, “Büyük Öteki'nin (Sekülerizm, İsrail, Kemalizm) keyfine hizmet etmek için hayatından bile feragat eden zavallı bir köle” olduğunu söylüyor. Büyük Öteki’nin tam olarak kim olduğundan, Kürt hareketinin bu kesimlere ne gibi somut konularda hizmet ettiğinden bahsetmiyor yazı. Dolayısıyla yazının butch-femme ilişkisine dair ne söylediğini net anladıysam da, bu Büyük Öteki mevzusunu pek çözemedim. Ama yazının lezbiyenlerle ilgili bölümü nedeniyle hatırladığım Yalçın Akdoğan demecinin diğer kısmı aklıma geldi: “HDP, seçim beyannamesinde, 'Din dersini kaldıracağım, Diyaneti kaldıracağım, şunu kaldıracağım, bunu kaldıracağım' diyor. Bunu CHP diyordu yıllardır. Kürtlerin CHP'si.” Böyle demişti Akdoğan. Demecinin amacı HDP’ye oy vermeyi düşünen inançlı insanların gözünde HDP’yi kötülemekti. Ezilenlerin partisi iddiasıyla ortaya çıkmış bir partiyi kendi sorunlarının çözümüne dair güvenilir bulmuş insanlara, HDP’nin başka ezilen kesimlerle ilgili politikalarını gösterip tam bir böl-yönet politikası güdüyordu yani. Herhalde Öğüt’ün yazısı da benzer bir saikle ele alınmış diye düşündüm. Farkı, lezbiyenliğin bu sefer Kürt hareketini “cici kız” olarak gösterip aşağılamak üzere kullanılmış olması.

Genel seçim çalışmaları, Dolmabahçe mutabakatı, Erdoğan’ın tavrı ve seçim sonrasında içine düştüğümüz savaş durumunu düşündüğümde, şiddet siyaseti yürüten bakış açısıyla butch-femme ilişkisine bakıp butch’dan köle çıkaran bakış açısının birbirine ne kadar paralel olduğunu hissettim. Cinselliğe ikili iktidar ilişkilerinin dar alanından bakmak, bunları mutlak doğrular kabul etmek, erkek olmanın güçlü olmak ve korku yaymak olduğunu, kadınlığın erkeğe ve onun korumasına muhtaç olduğunu düşünmek, siyaseti de benzer yöntemlerle yapma sonucunu doğuruyor.

AKP ve hangi politikayı güderse gütsün sekmeden onu savunan köşe yazarları, George Orwell’in 1984’ündeki gibi bir günde değişen siyasetlere göz bile kırpmadan ayak uydurduğunda, şiddet politikası ile barış politikası arasındaki çok temel bir fark gözümün önünde belirdi. Şiddet politikası çıkarlar örtüştüğü sürece kurulan ittifaklara dayanıyorken, barış politikası çıkar nedeniyle değil, etik nedenlerle barış istemeye dayanıyor. Çözüm sürecinde Tayyip Erdoğan’ın büyük bir lider olduğu için Türkiye halklarını barışa ikna ettiği konuşuluyordu. Gerçekten de Kürtlere yönelik nefret siyaseti güden birçok çevre barış konuşmaları yapmaya başlamıştı. AKP etik gerekçelerle değil, güç ve şiddet siyasetinde bir denge unsuru olarak barışı gündemleştirmiş olduğundan, iktidarındaki bir zayıflama nedeniyle bir günde, köşe yazarlarıyla birlikte siyasetini değiştirdi. Çözüm sürecinde “AKP ile barış mı olur” diye eleştiriler yapan, siyasetini AKP karşıtlığı üzerinden kurmuş olan kesimler, HDP AKP’yi eleştirince, HDP’yle yakınlaştılar ve şimdi ülkemizde farklı toplumsal gruplar barış siyaseti gütmeye başladı. Tabii ki, “HDP şimdi böyle diyor, ama onlara güvenmiyorum, meclise girince AKP ile müttefik olur onlar” diyenler de vardı. Güvensizlikleri şaşırtıcı değil, siyasetin şiddete dayalı ittifaklarla üretildiği ataerkil bir ortamda herkesin her an kendi çıkarı için bir günde politika değiştirebileceğini düşünüyor insanlar, bu doğal bir sonuç. Tüm bu tabloya baktığımda, barışın siyaseten istenebilir bir durum olduğu fikrinin yaygınlaşıyor olmasına güveniyorum. Siyasetçiler çoğunlukla kendi çıkarlarına göre barış ve savaş diyorlar, evet, ama bir fikir olarak barışın halkın gündemine girmiş olması, hep bahsedilen yeni siyasetin buradan filizleneceğine dair umudumu artırıyor.

Nereden nereye değil mi? “Butch lezbiyenler ve HDPKK” başlıklı bir yazıdan ataerkil siyaset biçimi ile barış siyaseti arasındaki farka geldik. Önceden biri bana “bir yazıda hem butch lezbiyenleri hem de barışı aynı anda savunacaksın” dese, nasıl bir bağlantı olacağını tahayyül edemezdim. Ama düşünüyorum da, hiç şaşırtıcı değil. Ataerkil zihniyet dediğimiz şey sadece kadınları ezen bir sistem oluşturmuyor, güç ve şiddet siyaseti de bu temelden besleniyor. Dolayısıyla tam da bu noktada feminist harekete ve LGBTİ hareketine hitap etmek isterim. Savaşlarda, evet, militarizm ve erkeklik güçlendikçe şiddetin hedefine bizler konuyoruz. Ama barışı savunma gerekçemiz savaşlarda bize yönelik şiddetin artması olmamalı. Savaşa ataerkil siyasetin merkezi hattı olduğu için, yaralanan, yaşamını yitiren kim olursa olsun karşı çıkmalıyız. “Bizden”, “onlardan” siyaseti yapmamalı, barışı bütünlüklü bir şekilde ilkesel olarak ele almalıyız.


Etiketler:
İstihdam