17/04/2012 | Yazar: Yıldırım Türker

Çevik Bir, üniformalıyken yeterince eleştirilebilseydi belki şimdi orta yerde böyle keyifle parça parça edilmezdi.

Çevik Bir, üniformalıyken yeterince eleştirilebilseydi belki şimdi orta yerde böyle keyifle parça parça edilmezdi.
 
1999 yılında Çevik Bir apansız Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamıştı. Ama artık hakkında yazılabiliyor, bir zamanlar karşısında el pençe divan durup her sözünde büyük irfan ve mizah gücü bulan basın erbabı kendisini usul usul eleştiriyordu. Hatta emekli paşayı dolduruşa getirip ortalığa sürenler de onlardı. Velhasıl ibretlik bir durum. 

Liderlik üstüne söylenmiş en özlü sözü bir daha hatırlayalım. O Kızılderi atasözünü: “Peşinden gelen kalabalık seni takip mi ediyor yoksa kovalıyor mu, asla emin olamazsın.” 
 
Şimdi toplumu sindirdikçe coşan, hayranlarının salyasıyla sarhoş muktedirlere bir hatırlatma olsun niyetiyle on üç yıl öncesine dönüverelim: 

Bir zamanlar marşlarıyla dünyayı fetheden mağrur Kızılordu korosunun Rus Ordusu Korosu adı altında verdiği konserlerin televizyon haberlerine yansıyan bölümlerini izlerken ben de birçokları gibi güleyim mi ağlayayım mı, bilemedim. Özellikle o hiç şakası olmayan üniformaları içinde ‘Oynama Şıkıdım’ı seslendirişleri dehşet vericiydi. Türk dinleyicisine şirin bir sürpriz hazırlamışlar, kendi geçmişlerinin yine kendileri dışında kimse tarafından kurgulanamayacak acımasızlıkta bir parodisi olarak çıkmışlardı karşımıza. Üniformalı adamların ürkütücü bir disiplin içinde ne kadar eğitimli ve başarılı olsalar da şarkılar marşlar söylemesinden hiçbir zaman hazzetmedim. Devrimin askeri bir zafer olarak portresi en fazla midemi bulandırdı. Oysa o dünyanın hemen her yerinde verdiği konserlerle ‘dünya müziği’ kategorisinde saygın bir yeri olan bu koronun şimdiki hali, gerçekliğin ZAZ komedi ekibinin bile hayal edememiş olduğu bir kırılma noktasının dışavurumuydu. Dünya değişmiş; bir karış Çeçenistan’la başa çıkmaktan aciz, kapitalizme yönelik en büyük tehditken şimdi kaba zulmünün özrü bir zamanlar savaşır gibi yaptığı dünyanın kabahatinden büyük bir üçüncü dünya ülkesi ordusunun acemi ‘monden’liği. Hamamda bayılmadan önce oynayan gelin taklidi yaptırılan zavallı ayıcıklar gibi el kol hareketleriyle şarkıcıya eşlik eden üniformalı, subay şapkalı Rusların şovunu unutmak ne mümkün. Deveye cilve yap demişler, yedi çadır devirmiş. 

Bir zamanların anlı şanlı Kızılordu Korosu, karşımızda kendi geçmişini, güldüremeyecek kadar kabaca alaya alırken yakın zamanın en çevik paşası, Cumhurbaşkanlığına aday olacağını açıklamaktaydı. Şu an en büyük derdimiz Cumhurbaşkanı açığıymış, o makam boş kaldıkça depremzedeler bir bir donarak ya da yanarak ölür; doğal kaynak sıkıntısı çözülemez, Enerji Bakanımız ‘Çamaşırı gece yıkayın’ talimatıyla banyolarımızdan kafasını uzatırmış gibi, memleket ayağa kalktı. Kimi kulis gülü medya mensubu, Meclis’ten umudu kesmiş olsalar da halka yalvarıyor, Çevik Bir’e destek olmalarını salık veriyorlardı. Köşelerinde Meclis dışından, SİVİL bir adayın bu makama yakışacağını haykırıyor, ‘Evet sivil toplum örgütleri, medya mensupları; lütfen Bir’e destek verelim’ diyen ‘halk’ mektuplarını yayımlıyorlardı. Bunlara rağmen hemen herkeste bu çıkışın insanın içini kıyan bir komedi olduğu duygusu vardı. Paşam, üniformayı çıkarmıştı ama henüz asorti siviller giymeyi öğrenememişti. Tamam, hakkında her söz alanın belirttiği gibi ‘karizmatik’ti ama ortaya çıkıp ‘Oynama Şıkıdım’ı söylemese de apolet iktidarının sağladığı nemrutluk lüksünden biraz olsun vazgeçmesi gerekirdi. Öyle uluorta yerde gazeteci azarlamak, burnumdan kıl aldırmam havasıyla asıp kesmek, her ne kadar söz konusu ‘gazeteci’ gocunmasa da tanık olanları irkiltiyordu. Zamanında tehditlerle gazete patronlarından sevmediği yazarların kellesini istediği ‘söylentisi’ henüz unutulmamışken işte paşa şapa oturmuştu. Gerçi akabinde incittiği gazeteciyi gereksiz bir muhabbetle kucaklıyor, yanaklarından şap şap öperek gönlünü alıyordu ama bu da maalesef tanık olanı mahcup ediyor, bu şarkının dansı böyle olmaz duygusu veriyordu. 

İktidara doymayan Demirel’in ‘hamili kart yakini’, Rumeli Beylerbeyi Ali Şen’in hazırlıksız sahneye itiverdiği Çevik Bir’in, kendine alkış tutan bir avuç davetlinin şişirmesiyle adaylığını açıklaması; artık olgunlaşıp halkının bağrından kopup düşeceği vehmine kapılması kanımca herkesi epeyi eğlendirdi. Sanki mükemmel bir dramaturg tarafından ‘Demirel’in İntikamı’ olarak tasarımlandırılmış gösteri, birkaç günlüğüne de olsa herkesi meşgul etti. Bu en laik, en külyutmaz, en sert asker, paşa paşa emekliliğine uğurlandı. Rumelili İşadamları Derneği’nin toplantısından doğru tarihi değiştirivereceğine inanan Bir, sahne aldığında önce sade suya tirit bir dünya tahliliyle olaylara ne kadar hâkim olduğunu göstererek işe başladı. Evet dengeler değişiyor, yakın gelecekte Türkiye’den şu bu beklenecek derken karşısında içtikleri içkinin de etkisiyle esnemeye başlamış gazetecilerin bir tuzağına düşmesi kaçınılmazdı. Gevrek Evren Paşa bile bu çıkışını zamansız buldu; tutuşmadan sönen bu serüven için hayıflandı. Çevik Bey, bütün mütekaitlerin ortak sorununa değinerek “Evde karımın başına dert olacağıma...” diye açıklamış Cumhurbaşkanlığı niyetini. Rumelililer Kıraathanesi’ne alternatif olarak gördüğü Cumhurbaşkanlığı köşkü ona yar olmayacak. Kendini ‘kristal ayna’ olarak tanımlayan Bir, belki bu metafor becerisini bir şair olarak sürdürür. Darbe sırasında Başyaverliğini yapmış olduğu Gevrek Paşa’nın el becerisi ona da geçmişse şiirlerini cilalı tahtalara dağlayarak yazıp Rumelililer gecesinde açık arttırmayla satar. Ortalığı fazla dağıtmadan çalışırsa karısının başına da fazla dert olmaz. Ama mesele bu değil ki.

Mesele, kendi ‘hikmetinden sual olunmaz’lığını memleketin hayati şartı olarak cebren kabul ettirmiş bir kurumun, ister hazırolda ister rahatta iyice bir düşünmesi gerektiğidir. Çevik Bir’in başına gelenler ve gelebileceklerden ders çıkarmak şarttır. Paşa, üniformalıyken yeterince eleştirilebilseydi belki şimdi orta yerde böyle keyifle parça parça edilmezdi.

Etiketler:
nefret