27/08/2014 | Yazar:
Mekân öyle güçlüydü ki, insanların oradaki mevcudiyeti varoluşsal bir soruya dönüşüyordu adeta.
Mekân bir sci-fi sahnesi gibiydi: İnsanlar, bu dünya-dışı varlığın midesinde, gerçekdışı görünüyordu. Mekân öyle güçlüydü ki, insanların oradaki mevcudiyeti varoluşsal bir soruya dönüşüyordu adeta.
-Ute Helmbold için-
Bulgar asıllı bir Amerikalı olan Christo Javacheff [1935] ile Fransız asıllı bir başka Amerikalı olan Jeanne-Claude Denat de Guillebon, paketleme işleriyle yola çıkalı yarım asır olmuş. İkilinin yolları 2009’da, ölüm çıkageldiğinde ayrılmış ancak. Yapıtıyla ilk ne zaman tanıştığımı anımsamıyorum; mimarlık öğrenciliğimin başları veya lise yıllarımın sonları olmalı: Demek ki, o sırada Christo ve Jeanne-Claude otuz yıllık bir efsaneydiler.
Christo’nun paketlemeleri, 1960’ların başlarına dayanıyor. Gazete gibi metalardan başlayarak kentsel nesnelere ve oradan da yapılara, kentsel anıtlara; hatta giderek devasa peyzajlara yayılan bu kırılgan örtmeceler, dünyada benzeri görülmedik bir ilginin odağında yer almaya devam ediyor.
Christo’nun 1961’de Paris’te bir foto-kolaj eşliğinde daktilo ettiği metni, paketleme işlemini kentsel bina ölçeğine taşıma girişiminin miladı kabul edilir. O tarihten günümüze, bu yapıt Avrupa’da, Japonya’da ve Amerika’da yirmiden fazla büyük ölçekli kentsel ve kent-dışı alanda varlık kazandı. Binalardan köprülere, parklardan kıyı şeritlerine, kamu yapılarından spor binalarına, hapishanelerden adalara, çölden endüstriyel anıtlara: Kentlilerin imgelemini kamçılayan, gerçeküstü estetiğin dümen suyunda yapıtlar bıraktılar. Christo ve Jeanne Claude’un modern-sonrası dönemde ortaya çıkan ekolojik yapıtları, yarım asırdır erken yirminci yüzyılın sanatsal mirası olan sürrealizmin kent sahnesindeki en önemli mimari temsillerini ortaya koymakta.
İkilinin yapıtı, çok-katmanlı bir üretime dayanıyor: Yerlerin belirlenip fotoğraflanması, yapıtın kolaj ve ilüstrasyon yoluyla yerleştirilmesi. Ardından, fikri gerçekleştirmeye yönelik bitmek bilmez bürokratik bir mücadele. Zaman zaman bu mücadele, anıtsal Berlin Reichstag işinde olduğu gibi, yirmi yılı aşan bir zamana yayılıyor. Abu Dabi’deki Mastaba işiyse [Mastaba, çölün ortasına yerleştirilen ve dört yüz binden fazla varilin bir strüktürün yardımıyla dizilmesinden oluşacak kesik piramit], 1977’den beri ‘proje’ aşamasında. Materyalizasyona yönelik maket ve malzeme çalışmaları yine geniş ekip işleri olarak karşımıza çıkıyor. İşler, yetkililerin tamamı ikna edilmedikçe uygulanamayacağı için, her kademeden yöneticiyle yapılan görüşmelerle süren baş döndürücü bir trafik de cabası. Fikre dair yapılan sunuşlara harcanan zaman, keza, azımsanamayacak bir mesai demektir. Uygulama aşaması da gerçek anlamda bir şantiye çalışması olduğundan, zorlu bir koordinasyon gerektirir. Uygulama esnasında yapılan dokümanter fotoğrafi çalışması yapıtın oluş haline ilişkin önemli bir evreyi temsil eder. Uygulama tamamlandığında ortaya çıkan yeni, benzersiz, kırılgan, geçici kentsel manzaraların fotoğraflanması, yapıtın yaşayacağı tek mecra bu görselleştirme olacağından, büyük önem taşır. İşin gerçekleşmesiyle beraber, kentlilerin, ziyaretçi yığınlarının ilgisine dair belgeleme, yapıtın yaşarlığına eklemlenir. Sürecin sergilenmesi, kitaplaşması ve önceki yapıtların oluşturduğu toplama eklemlenmesini de bunlara kattığımızda, çalışmanın nasıl bir emek birikiminin ürünü olduğu daha iyi anlaşılır: Christo ve Jeanne-Claude’un yapıtlarının, çekinmeden, son yarım yüzyılın en kalıcı ve en anıtsal mimarlık yapıtları arasında olduklarını söyleyebiliriz.
Yapıtlarının yarım yüzyıllık kronolojisini hızla kat etmeyi denediğimizde, şu uğraklarla karşılaşıyoruz:
1961’de, önce ilk bina paketlemesi görseli; hemen aynı yıl ilk ortak işleri; Köln’de bir liman alanda dizili varillerin örtülerle paketlenmesi. 1962’de, varillerle Paris’te ilk sokak işi ve bir kadının paketlenmesi! 1966’da bir ağaç paketlemesi ve ilk hava paketlemeleri; dünyanın en büyük pnömatik heykellerini inşa ederler. 1967’de Bern’de bir galeri binasının sarılması. 1968’de İtalya’da bir ortaçağ kulesi ve bir çeşmenin paketlenmesi. Aynı yıl Chicago’da bir sanat galerisinin paketlemesi. Yine aynı yıl Kassel’de bir hava paketi, bir koridor paketlemesi, varillerle bir mastaba ve saman yığını işi. Sydney’de bir sahil paketlemesi, varillerle bir mastaba ve bir otoban kapatması. 1970’de Milano’da paketlenmiş anıtların yanı sıra, içten ve dıştan paketlenmiş bir sanat merkezi. 1972’de Colorado’da bir vadiye perde işi. 1974’te Roma’da tarihi bir duvarın üstünün örtülmesi ve aynı yıl, Rhode Island sahilinin paketlenmesi. 1976’da California’da kırk kilometrelik, akan perde işi. 1977’de Arap Emirlikleri için mastaba projesi. 1978’de Kansas Missouri’de bir parkın yaya yollarının paketlenmesi. 1983’te Florida’da Miami adalarının etrafının denizden kuşatılarak örtülmesi. 1984’de Almanya’da bir sanat galerisi paketlemesi. 1985’te Paris’te ünlü Pont Neuf köprüsünün paketlenmesi. 1991’de Japonya’da ve California’da eşzamanlı gerçekleştirilen şemsiyeler işi. Japonya’daki şemsiyeler aynı yıl kaldırılır ama Amerika’dakiler on sekiz yıl boyunca yerlerinde kalacaktır. Yalnızca bu proje için, sanatçılar toplam yirmi altı milyon dolar harcamışlar ve bunu da tamamen kendileri finanse etmişlerdir!
1992’de Colorado’da Arkansas nehri üzerine gerili örtü. 1995’te Almanya’da bir müze paketlemesi. Aynı yıl majör yapıtları, Berlin’deki Reichstag’ın paketlenmesi. 1998’de İsviçre’de bir başka majör işleri olan paketlenmiş ağaçlar. 1999’da, Oberhausen gazometresinin içinde on üç bin petrol variliyle inşa ettikleri duvar işi. 2005’te, New York Central Park’taki anıtsal ‘Kapılar’ işi: 7500’den fazla çelik geçidin arasına gerilmiş perdeler.
Kumaşlarla halatlardan, boş varillerden veya şemsiyelerden, tüllerden, çelik çerçeve ve çelik kablolardan ibaret görünen yapıtlarını, 1960’lardan başlayarak boşluğun yeniden tanımlanması, yabancılaştırma yoluyla yeniden-üretim, peyzajı yeniden üretme, anıtsallığın sorgulanması ve yeniden üretimi gibi çeşitli anlamsal katmanlar bakımından değerlendirebiliriz.
Söz konusu yapıtlar, örterek gösterme, örtünün yeryüzü ölçeğindeki tanımlayıcı gücü, örtünün bizzat görsel bir işarete dönüşmesi, örtünün boşluğu kuşatarak hacimselleşmesi, örtünün parçalı bir tekrar içinde mekânsal gücü yeniden üretmesi, tekrar eden objelerin yeni bir topografya, bazı durumlarda çeşitli mimari sentakslar veya totaliteler oluşturması gibi mekânsal işlevler üretir.
Yapıtların yarım yüzyıllık serüvenini genelleyerek kavramak mümkün olmasa da, kaba bir çerçevelemeyle land art diye adlandırmak mümkün. İçerisinin, yani konvansiyonel sanat galerisinin ticari çerçeveleyiciliği her yapıtta yeniden sorunlaştırılır. Yapıt hiçbir yere sığamaz, sürekli barok bir taşma halindedir: Zapt edilemez büyüklükte ve hacimdedir; ölçülemez boyutlarda ve ağırlıktadır; gözün görebileceği bir hacmin çok ötesinde tümeldir. Aynı nedenle geleneksel görme ve algılama sınırlarını ihlal ederek ele geçirilmeyi de, görülmekle temellük edilmeyi de reddeder.
Yapıtlarını, en azından gerçekleştirilme yöntemi bakımından birkaç kategoride değerlendirmek çok zor değil: İlki ve en bilineni, nesnelerin, kentsel nesnelerin, zaman zaman kişilerin, anıtların, binaların; giderek daha büyük binaların, sahil şeridini oluşturan kayalıkların, denizdeki adaların çevresinin, bir parkın içindeki yolların veya bir parktaki ağaçların her birinin tek tek, çeşitli tekstil türleriyle, organik veya inorganik bağlayıcı halatlarla örtülmesi, paketlenmesi.
İkincisi, örtünün bir strüktür aracılığıyla bizzat varlık kazanması ve uzamı sonsuzlaştırması. Örtü bu durumda bir şeyi örtmez, kendi başına topografyayı biteviye dolanır ve yeni bir söz söyler.
Üçüncü yöntem, ikincinin sonsuzluk potansiyelini şemsiyelerin üstenmesinde görülebilir. Bir vadi boyunca, görünürlük alanının ötesine uzanan, birbirinin aynı objeler topografyaya yerleştirilmiştir.
Dördüncü yöntem, hava balonlarıdır. Bunlar, yine yardımcı strüktürler (vinçler, hava kompresörleri, çelik halattan gergi sistemleri) aracılığıyla hem bir anıtsal nesneye dönüşen hem de aslında bir tür maddesizliği ve geçiciliği imleyen yapılardır.
Beşinci kategoride, boş petrol varillerinin dizilmesine dayanan tümel yapılar yer alıyor: Bir engelleyici, bir duvar, bir bölücü veya devasa ölçekli, çöl ortasında, tarihöncesine ait gibi görünen bir anıt parodisi, bir mastaba. Kurucu unsurun varil olması, merkezdeki maddesizliğin bir başka tezahürü sayılabilir.
Christo’yu Ziyaret
8 Haziran tarihinde, aylardır hazırlıklarını yaptığımız ‘Lohberg için bir Halı’ temalı workshop için Lohberg’e gelmiştik Esogü mimarlık bölümü öğrencilerinden bir grupla. Braunschweig üniversitesi güzel sanatlar fakültesinden bir başka öğrenci grubu ve yürütücüleri Ute ile beraber, sanatla mimarlık ara-kesitinde işler kotarmak için bir araya gelmiştik. Grup Almanya’ya gelmeden bir gün önce, Pomi’nin önceki yıllarda ürettiği ahşap mobil stüdyo’yu demonte edip Eskişehir’de Espark AVM önündeki ‘Direniş Meydanı’na kurmuştu. Mobil, kütüphaneye dönüştü. Ama bir hafta sonra, dönmeden önce, alana giren dozerler ve kamyonlar tarafından alandaki bütün çadırlarla beraber paramparça edilmişti.
Christo’nun Oberhausen’deki anıtsal gazometrenin içindeki yeni işi olan Büyük Hava Paketi’nin alışılmadık bir yanı var. Çünkü Christo aynı mekanda ikinci sefer iş yapıyor. Gazometreyi 2013’ün başlarında ziyaret ettiğimde sergi hazırlık aşamasındaydı ve içeriye girme şansım olmamıştı. Bu kez, Haziran ortasında, sergiyi görebildim.
Bir önceki gece, Taksim’e polis nedensiz yere korkunç bir saldırı gerçekleştirmişti. On binlerce insanın, korku ve dehşet içinde, polisin tuttuğu sokaklara doğru hayvan sürüleri gibi sürülürken aşırı derecede gaz saldırısına tutulduğunu okuyarak büyük moral bozukluğuyla güne uyanmıştım. Bir otele sığınmak isteyenlere atılan gaz bombalarının, bu seferki hedefinde çocuklar da vardı. Bu gelişmeleri bir haftadır çalışmakta olduğumuz, Dinslaken’in Lohberg isimli madenci mahallesinden her gece izlemeye çalışmıştım.
Workshop, Alman ve Türk öğrencilerin, Lohberg’de yaşayan aileler tarafından bir hafta süreyle misafir edilmesi fikrine göre örgütlenmişti. Bu, bir anlamda, yarım yüzyıl önce Lohberg’e gelip yerleşen ilk göçmen Türk gençlerinin Alman ailelerin evlerinde bir süre yaşamış olmalarına atıfta bulunan, yakın ve sıcak bir fikirdi. Bir hafta boyunca Türkiyeli grup hep dışarıda, Lohberg’in Garden City yerleşkesi ile eski maden bölgesi arasındaki bir güzergahta birkaç ip enstalasyonu üzerinde çalıştı. Almanyalı grup ise bütün bölgeye yayıldı; zemin, cephe ve duvar işlerinin yanı sıra bir de sergi gerçekleştirdi.
Sürecin sonunda ailelerle düzenleyiciler, yürütücülerle öğrenciler bir otobüse binip Batı Ruhr bölgesinin endüstriyel sit alanındaki parkları gezecektik. Gezi başlarken Gerd, bir önceki gece Taksim’de yaşanan polis müdahalesinde yaralanan çocuklar ve aileler için üzgün olduğunu Almanca olarak belirtince bir anda ortalık karıştı: Yolcular arasında AKP’li olduğunu ve özel bir gezide politika yapılmasına müsaade etmeyeceğini söylerken bile çelişkiye düştüğünü idrak edemeyen Lohberg’li bir Türk, bir haftadır hepimizin kahrını çekmekten helak olmuş Gerd’e bağırıp çağırmaya başladı. Otobüste bulunan bir Alman hanım ise bu duruma cevaben, herkesin bir fikri olabileceğini söyleyerek itiraz etti. Sonraki saatler boyu gazometre, Landschaftspark, Zeche Zollverein gezilirken bu beyin yanına oturan Kürt ve Alevi bir başka bey arasında, Türkçe olarak hararetli ama saygılı bir politik konuşmaya tanıklık ettik hepimiz. Aklımız hep Türkiye’deydi.
Gazometre’yi ziyaret doyurucuydu: Girişteki retrospektif sergi, Christo ve Jeanne-Claude’un bir ömür boyu dokudukları yapıtın anıtsal görüntüleriyle doluydu. Büyük Hava Paketi için dört farklı mekân hazırlanmıştı: Giriş katındaki loş, merkezcil retrospektif; üst kottaki platformunun sunduğu, gazometre binasıyla yapıtın dış çeperinin yukarı doğru uzanan dairesel zeminli bakış aralığı; asansörle gazometrenin içinden, balonun yanı sıra yukarıya doğru yapılan ve seyir terasına çıkış imkanı tanıyan bir dakikalık yolculuk; son olarak da platform kotundan girilen, balonun içi.
Kuşkusuz kimse daha önce, dışı da içi de izlenebilen bu boyutlarda bir heykelle karşılaşmamıştı. Balonun içindeki mekânsal deneyim çarpıcı ve rahatsız ediciydi; mekâna girerken, beyaz yansımaların sardığı bu kumaştan kubbeye bakmakta zorlandım: Hayranlık verici olmakla beraber, baş döndürücü, dayanılmaz, rahatsızlık veren bir deneyimdi bu.
Mekân bir sci-fi sahnesi gibiydi: İnsanlar, bu dünya-dışı varlığın midesinde, gerçekdışı görünüyordu. Mekân öyle güçlüydü ki, insanların oradaki mevcudiyeti varoluşsal bir soruya dönüşüyordu adeta. Bu uhrevi deneyimin, bildiğim Christo yapıtlarıyla hiç mi hiç örtüşmediğinin farkına vardığımda, buranın bir yas mekanı, Jeanne-Claude’un ölümüne adanmış bir memento mori olduğu sonucuna vardım: Christo’nun simsiyah betonarme zırhın içine yerleştirdiği püripak hava balonu, alışılmadık bir sembolizm içinden, Jeanne-Claude için bir tür veda olabilirdi.
Etiketler: