29/08/2011 | Yazar:

Gilles Deleuze üzerine en yeni ve kapsamlı eleştirel üretimlerinden biri, Ian Buchanan’ın editörlüğünü yaptığı Deleuze Connections başlıklı kitap dizisi.

Gilles Deleuze üzerine en yeni ve kapsamlı eleştirel üretimlerinden biri, Ian Buchanan’ın editörlüğünü yaptığı Deleuze Connections başlıklı kitap dizisi.[1]
 
Mekân başlıklı ciltte (kimi birden çok yazarın ürünü olan) on üç makale yer alıyor. Bu yazıda bunlardan bazılarının üzerinde durulacak. Yazının uğrak yerleri: Yok-Yer Çağı (Ian Buchanan), Kıvrım Mimarlığı (Paul E. Harris), Barok Ev (Hélene Frichot), Yoğunluklar ve Virtüellik (Manuel De Landa), Terk etmek ve Düşünmek) (Branka Arsic) gibi temalar olacak.[2]
 
Canavar Doğurtmak
Güçlü-olan-düzenleyici karşısında entelektüelin içine düştüğü utanç verici şeylerden biri, Edward Said’in de dile getirdiği gibi, bugün içinde yaşadığımız koşullarda çok kesin bir zavallılık olarak gözlemlenebilen, ‘reddedilemeyecek kadar çekici teklifler’ karşısında kendisini kolayca vermesidir. Bir direniş olan yapıtın koşulsuzca güçlünün ellerine teslim edilmesi alternatifsizliğin ürünü değildir, tersine: Bizzat ‘başka yolları’ zora sokmaktan başka bir şeye yaramaz. Reddetme ve bekleme gücü yavaşlatır, acelecilik ve ödül beklentisi gücün arkamıza dolanmasına neden olur. Oysa yapılması gereken, gücün arkasına dolanmaktır. Nitekim, Deleuze’ün öğütlediği üzere düşünce bir tür ‘doğurtma’ etkinliği olarak yapılandırılabilir: Güç’ten bir çocuk yaparken, onun eline nurtopu gibi bir canavar vermelidir, tersi gücün zaferi olurdu.[3]
 
Kitabın en çok tekrarlanan tartışmaları: Mekân, zaman, kavramlar, felsefe, yer, etkileme, sanat, beden, arzu, yersizleştirme, fark, akışlar, makineler, tarih, temsiliyet, özne, gelenek, dil, mimarlık sözcükleri etrafında yoğunlaşır.
 
Merkezleşmiş tavırları, katmerlenmiş üstten bakışları bir kenara bırakmak, cılkı çıkmış iktidarımsı/yargılayıcı söz almaları geride bırakmak, düşüncenin direnişi kıran her türlü disipliner yalakalığa gülüp geçecek entelektüel özgürlüğü yeniden kazanabilmek için, sözün kısası –Brian Massumi’nin Bin Plato’nın önsözündeki nefis deyimi yinelenecek olursa– tuğlanın iktidarın saraylarını inşa ettiğini düşünmektense tuğlayı pencereden fırlatmayı başarmak için son derece yoğun ve eğlenceli bir anti-kuramsal okuma sunar kitap. Bütün bu tartışmaların içinde en çok değinilen, Deleuze ve Guattari’nin Kapitalizm ve Şizofreni adlı ortak yapıtlarının ikinci cildi Bin Plato.[4]
 
Sanki bizim başımıza gelmemiş gibi davranmak, sanki bizi çok da ilgilendirmeyen bir şeymişçesine aşka ya da ölüme karşı kayıtsızlık; dünyaya duyulan inancı kaybetmek, olayların birey üzerindeki gücünü yitirmesi: Deleuze’ün tanımladığı biçimiyle modernlik koşulu.
 
Sözünü ettiği felsefe çalışması, yaratıcı bir coğrafya çalışması ve o çalışmanın mekânlaştırması. Merkez, düşüncenin gelip ortasına dokunduğu bir ideolojik bağlamın karşılığıdır. Ya da öklid geometrisinin tanımladığı merkezin yokluğu, ‘merkeziyetçi’ bütün yapışmaları devre dışı bırakmaya adanmış bir terim. Yerinden etmeler, yer-sizleştirmeler, yerli-yerindelikleri yerinde-sizleştirmeler’, böylesine orta-yokluğu düşünüşünün içinde mümkündür. Merkezsizleştirmelerden biri de, ikiliklerin askıya alınmasıyla kendini belli eder: Mekânların her zaman farklı oranlarda karışımdan oluştuğu ve zıtlıkların ‘içerim’ler nedeniyle bozuma uğradığı düşüncesi. Devletlû bilimin yerine göçmen ilkeler kullanan bir mimarlığın düşmeye yatkınlığı, yıkılganlığı: ‘Donmuş müzik olarak mimarlık’ yerine, kartezyenin yerli yerindelik üretiminin tescilli estetiği yerine Deleuzecü yerinden ediciliğin kaydagelmez, yeğin aleladeliği.
 
Goethe’ci ‘Mimarlık donmuş müziktir’in geçersizleştirilmesi için acil bir öneri: İlkin, ‘Mimarlık nedir?’ sorusunun yanıtı olan bir M/mimarlık kelimesinden kurtulmak gerekir. Buraya tanımın dışına itilmiş her şeyi kattığımızda, ‘mimarlık olmayan’ kalır, bununla başlanabilir. Donma noktasına getiren her şey sıraya konabilir bu noktadan itibaren. Ölçümleme, giydirme, devletlûlaştırma, kaykıltma (sağa, sola ya da herhangi bir ideolojik çerçeveye), yassıltma (Bu terim Uğur Tanyeli’nin; Deleuze’ün tanımıyla katmanlaştırma [stratification] da denebilir), kılışlar, kimlikleştirme, temsiliyet, iptal edilmelidir. İşe koşulmuşluklardan böylece kurtulunabilir. Geriye son sözcük, müzik kalır: Kadim bir sözcük daha. Burada, John Cage’in 4’ 33’’ adlı sessiz yapıtını anımsayarak, Özneli Müziğe, imzalı/telif müziğe toptan itirazı yinelenebilir. Müzik, altında bir imza bulunduğu sürece donmuş, pastorize edilmiş, denetlenmiş, son olarak da konservelenmiştir. Cage, sesi sessizlikten ayıracak bir deneyin sonunda, mutlak sessizliğin mümkün olmadığını gösteren 4’ 33’’ü ortaya koyar. Sessizlik, dünya tarafından delik deşik edilecek. Eser, her seslendirmede dinleyicinin araya karışacağı ve kendisi olacağı bir geçirgen hacim ve mekândır: Tıpkı kent gibi, içinden rüzgârın geçip gittiği bir yapıt, bir bulut. Müzik, sessizlik mümkün yokken de vardır, ses yoksa bile beden vardır, nefes alırız ve iç organların sesini duyarız, atomlar da sürekli titreşim içindedir. Böylece, son sözcükten de kurtulunur.
 
Yok-Yer
Postmodern kentlerin birbirlerine benzerliği, teflondan yapılmış gibi olmaları, ziyaretçilerinin ona tutunmasına olanak tanımayan uluslarüstü, homojenleştirilmiş görünümler sunması, merkezini yitirmiş dünyadaki şikayet konularından biridir. Ian Buchanan, Yok-Yer’i yorumlarken, Umberto Eco’nun bir kavramına başvurur: ‘Sahteliklere inanç’. ABD yersizleştirilmiş, ortalama aile tapınaklarının ülkesidir, yalnızlık kalelerindeki ‘hazineler’in her yerdeliğidir. Sahte şeylere sahteliklerini bile bile inanmak, bugün tüketimciliğin evrensel havuzunda mevcut buluyor olabilir. Tek yapılması gereken, kodlanmamışlığından yakınılan bu yeni yok-yerlerin, indirgenmeksizin anlaşılmaya çalışılması ve yeniden egemen bir ‘kod’a tabi kılınmamasıdır.
 
Kıvrım
Paul E. Harris’in makalesinde üzerinde durduğu mimarlardan biri de, Greg Lynn. Lynn, Leibniz’e dayanarak mimarlığın nihai biçimini bir plexus olarak düşünür. Bu, sayısallaştırılamayacak hiçbir şeyin bulunmadığı evren tasarımı olarak da anlamak mümkün. Modulor’cu seçmeci sayısallaştırmanın tersine, Lynn’in plexus’u, dünyayı önceden saptanmış bir biçimler repertuarına sığdırmakla ilgilenmez. Yapısökümcülük formun kırılmalarını sorunlaştırırken, kuramsal öncülerinden Greg Lynn’e göre kıvrım mimarlığı maddi heterojenliğin peşindedir. Kıvrım ilişkisiz unsurların süreklilik gösteren bir karışıma katılmalarını sağlamaya yönelir. Lynn’in felsefesi, mimarlıktan form sorununun tümüyle dışlanması gibi bir radikallik içerir. Formun kovulması, onu belirleyen kadim öznenin de sonunu getirir. Böylece kadim ikiliklerin çözünmesinin ve yeni ayrılmazlıklar kurmalarının önü açılmış olur. Lynn’in canlıbiçim yoluyla bedenle geometri arasında inşa edilmiş ikiliği de yıktığı söylenebilir. Deleuzecü anlamda seyrelme ve yoğunlaşmalardan ya da Spinozacı hızlardan ve yavaşlıklardan söz etmeye başlandığında bedene böylece tikelliği iade edilir. Topolojik biçimler, üzerlerindeki güç çizgilerinin sürekli gerilimi altında her an yeniden biçimlenen ‘interaktif’ nesnelerdir. İçsel esneklik ve dış unsurların belirleyiciliği bir kıvrımda toplanarak ayrılmaz hale gelir. Lynn’in ‘bedensel madde’si, değişken kuvvetlerin bedenleri çökelttiği, kardığı, birleştirdiği ve katmanlaştırdığı sürekli bir füzyon halinden oluşur, akışkan bir arayüz yaratılır. Mimari tasarımın ana maddesi de budur.
 
Bernard Cache, Deleuze’ün The Fold, Leibniz and the Baroque[5] adlı kitabında çeşitli vesilelerle andığı bir tasarımcı ve düşünür. Cache taşıyıcı iç iskeletin yiterek bedenin mekânda açılan bir deriye dönüşeceğini düşünür. Cache bu fikri, Michel Serres’in dış kabuklu canlıların evrimleştikçe iç iskeletli yapılara dönüştükleri düşüncesinden alır. Sırasıyla iskeletten, sonra etten ve son olarak da derinden kurtulmak: İşte Cache’ın epidermik devrimi. Omurga yerçekimine direncin zaferiyse, bir sonraki aşamada bu vektörel ilişki tüm uzama yayılacak bir kıvrıma dönüşme potansiyelindedir. Görüntü Cache’a göre kendini zihne sunan, duyuran, belli eden, açık eden her şeydir. Böylece görünen nesnelerden görünürlük fikrine geçilir. İnsanın önüne serilmiş bir dünya yerine, görünenle gören arasındaki ilişkinin bir karışımına olanak tanıyan beden fikri. Burada beden, aşkın aklın içinde oturduğu, ayağa kalkmış bir kaide değildir artık, akılla aynı maddeden yapılmıştır. Cache’ın ‘çerçeve’si, verili bütünlüklere, yerinden oynatılamaz sınırlara, iç-dış ikiliğine, yani kodlara, kategorilere, katmanlara bir panzehir olarak düşünülebilir. Cache’ın evren/madde/beden bileşiğinin Gilles Deleuze’deki karşılığında madde sonsuzcasına gözenekli, süngerimsidir. Nesneler ne kadar küçülürse küçülsün boşluğa yer bırakmayacak şekilde düzensiz geçişimlerle, uçuculuğu gittikçe artan bir sıvıyla çevrilmiştir. Böylece evrenin bütünlüğü, akışlar ve dalgalanmalarla dolu bir maddeler havuzuna benzer. Bernard Cache’ın Terre Meuble’üden söz etmeyi, hakkında ayrı bir metin yazılmak üzere şimdilik erteleyelim.[6]
 
Barok Ev: Olay, İçkinlik Düzlemi, Kıvrım, Sanal, Süre, Diagram
Kavramlardan bir duvar örmeye başladığımızda (ve bu bir tuğla duvar değil de harçsız taş duvarsa), taşların hangisinin nereye geleceği baştan bilinmez, bazı parçaların nerede işe yarayabileceği konusundaki kestirimler hariç. Deleuze ve Guattari, kavramları birbirine bağlayan şeyin (tıpkı kuru bir taş duvarda olduğu gibi) köprücükler olduğunu ifade eder. Taş duvarı bitmiş ve bütüncül imgesiyle değil de, her an dağılmaya hazır küçük ilişkilerinin bir ağı olarak görmeye bir çağrıdır bu. Kavramlarla kurulan şey ister felsefe olsun, ister sanat ya da bilim (üçü de kaosu kesen bir düzlem kurma gücündedir; mimarlığın bu üçüyle birden uğraştığı da anımsanabilir burada), yerine oturmuşluklar değil, kılıcal bağlantılar önemlidir. Bilginin kırılgan, yeniden kurulabilir istifi: Her yeni taşla daha da sağlamlaşan bir anıt değil. Deleuze ve Guattari’nin duvarı, herkesin ağır bir duvar görebileceği yerde, büyüklüklerine rağmen birbirine ince ilişkilerle değerek ayakta duran, karmaşık bir kuvvetler topluluğuna işaret eder. Kılıcal ilişkiler duvarı, canlı ya da cansız her enerji biçiminin ait olduğu kimi rejimlerin dalgalanmalarıdır.
 
Helené Frichot’nun makalesi özellikle yukarıdaki başlıkta yer alan altı kavrama dayanır. Frichot bu kavramları Greg Lynn, Brian
Massumi ve Deleuze ve Guattari’den yaptığı alıntılarla şekillendirir.
Olay, iki tarafta birden etkindir: Maddenin kıvrımları, kavramsal/maddi olmayan kuvvetler olmasa, hiçbir zaman hakikat haline gelemezdi. Duyuların yüzeyi, topolojik bir oyun sahasıdır ve olay bu saha üzerindeki mesafeleri birbirine bağlar. Olay zamandan ayrılamaz. Hafızanın aynasında işlem gören bir etkilenime üretilen her yeni cevap bir olaydır. Bu nedenle hafıza da değişir ve başkalaşır, kimlik sayısız olayla şekillenmesini sürdürür. Olaylar kepçesi yere dayanmış yol alan bir greyder gibi kimliğin önünü açıyor değildir. Tersine, çizgiselliği durmamacasına bozulan, kararsız bir olaylar evreninde bulunulur.
İçkinlik düzlemi, bir seferde ve tümel olarak, her daim hazır ve nazır bir göz tarafından (bu durumda tanrının varlığı) ele geçirilebilecek bir kavrayışın bulunmadığını anlatır. İçkinlik düzlemi, sanalla gerçek arasında dinamik bir eşik olarak çalışır.
Hiçbir kıvrım yoktur ki, bir içbükey ve dışbükey yüzeye aynı anda sahip olmasın. Bir şeyin kıvrımlaşması, onun bir içbükey, bir de dışbükey yüzeyinin icat edilmesi de demektir. Kıvrım, düşünceyle duyular toplamının (sensation) karşılıklı bir zarflanışıdır.
Virtüel, duyularımızın hemen ötesinde bir mırıltı olarak, algımızın ötesindeki çokluklu ‘mikrokıvrılmalar’ olarak sürüp gider. Virtüel görünmeyen, düşünülmeyen ve temsil edilemeyendir. Virtüel olan temsilleştirilmeye direnir, gerçek ya da hakikat, kendini sunar, var kılar.
 
Süre, mimarlığın yerleşmiş ebedilik ve statiklik savının tersinin gösterilmesidir. Kartezyen, boşlukçu uzay görüşünün ötesine geçerek, mimari formun sayısız fiziksel bileşenden oluştuğunu ve sürenin kıvrımlarıyla şekillendiğini gösterir. Mimari etkinlik, süre kavramıyla, olayla ayrılmaz bir bileşim oluşturmaya çağrılır: Form, çalkalanmalar uzamının ortasındaki patlamalardan başka bir şey değildir. Süre mimarın form üretim süreçlerine yanıt üreten bir araç değildir. Tersine, tasarımcının biteviye yeni sorunlar doğurmasını sağlar.
Diagram, örneklemeden, temsillerden, aynı hikâyeyi anlatıp durmaktan kaçmayı sağlayacak, dünyada olmakla, dünya olmanın eşiğindeki yeniliği yaratır. Diyagram, kendisinden bir şeylerin belirsin diye yapılmalıdır, yoksa bir düşük olur ve ömrü tamamlanır.
 
Virtüellik, Yoğunluk
Metrik olmayan dünya, yoğunlukların dünyası, Numen’in varlığıdır. Deleuze, kendinde dünya’dan, anlamı baştan verilmemiş bir ontoloji ortaya koyar. De Landa, Spinozacı bir geo-ontolojiyle, yavaşlıklar ve kaçışmalara bağlanan, topoloji ya da fark temelli metrik-olmayışlara dikkat çeker. Burada, nesnelerin bazen şu, bazen de bu olarak belirmeleri, birleşip ayrışmaları, sınırlarını yitirmeleri; kelimeleşip dile getirilerek dondurulmak yerine anlamı değişen tekrarlarla kimliklerini yitirmeleri mümkündür. İçkinlik, bütün dışsal eşiklerin hazırlayıcısıdır. Aşkınlığa giden bütün yolları iptal ederek gücüllüklerle işler: Kesinlemelerin kısır yasal düzenlenişleri yerine, bitmek bilmez sınır bozumlarının üretimi.
 
Terk ve Düşünce: Terk Etmeyi Düşünmek, Terk Ederken Düşünmek, Düşünen Terk Ediş, Düşünmek–Terk Etmek
Branka Arsic’in makalesi, sonunda kayıplara karışan Thoreau’nun ev imgesi ve Deleuze’ün barok evini birlikte düşünür. Thoreau, içinden geçen her devinimle değişen, nihai şeklini almayan, bulut gibi bir evden söz eder. Spinoza’nın düşüncesinin rüzgâra benzetilmesine paralel bir içkinlik imgesidir bu.
 
Deleuze’ün The Fold’da[7] betimlediği barok evin ilk katında dünyayı buyur eden bütün duyularıyla beden oturur. İkinci katta bedeni ve bedene her yandan sızan yaşamı izleyen tin (veya monad) oturur. Buradaki ilişki kategorik olmaktan uzaktır, çünkü katlar arasındaki biteviye gelgitte benlik veya kimlik kurgulanır. Duyumların kesintisiz varlığı ve değişkenliği, kimliğin donup kalmasının önüne geçer. Bedenle zihni (ya da tini) birbirine bağlayan eğrisel merdivenin ilettiği bilgi ne bütünüyle bedenseldir, ne de henüz zihinde işlenmediği için bilgiye (ya da kimliğe) dönüşmüştür. Bir anlamda kıvrımın kendisidir. Bir arada-oluş’tur.
Merdiven, oluşun mekânıdır. Thoreau’nun merdiven evi bu kıvrılmanın, oluşun mekânıdır, bedenle ruhun çalıştığı katlar yoktur burada, üst ve alt kat merdivenin içine ‘çökmüş’ durumdadır. Oluşların evinde ‘ev, evi yapmaktır’, yoksa evin bitmesi değil. Böylece inşaat fiili, düşünmekle aynı anlama gelmeye başlar.
 
İnşa etmek ne demektir? Ev bunu düşünmenin mekânı olarak sürüp gider. Thoreau’nun merdiven evinde zamanlar için ayrılmış odalar bulunmaz, geçmiş temsil edilemez, gelecek de öyle –her ikisi için birer ön oda ve arka oda yoktur, içle dışın birbirinden ayırt edilemediği bir süreklilik vardır. Sadece tekil ve yoğun bir süreden söz edilebilir, yaşamın açığa çıkışında metaforlara yer kalmaz, oluş her şeyi kaplar ve indirgenmeyi reddeder.
 
Barok evde, üst katta oturan ve dünyayı kendine doğru akıtıp olana bitene yukarıdan anlam veren bir karanlık oda bulunmaz, zihinsel temsiller burada yoktur. Yine de barok ev bu iki kata indirgenerek okunmamalıdır. Çünkü duyuların dolayımından geçen bilgi üst katı da değiştirmeyi sürdürür, böylece her şey her an, küçük de olsa değişiklik geçirerek oluşmayı sürdürür.
Merdiven evin kaçınılmaz sonucu, içinde yaşayanın orayı bırakıp gitmesi ve kimliğinin mührünü taşıyan yaşamdan sıyrılıp ‘herhangi bir yaşam’a erişmesidir. Tıpkı ölüm deneyiminin olanaksızlığındaki gibi, kimliğin geride bırakıldığı yaşam deneyiminde tanıklık söz konusu değildir; geride kalan tabi-olmuşluktur. Böylece uç noktadaki kendini terk etme deneyi, mutlak bir organsızlaşmayı, diğer deyişle dünyalaşmayı gerektirir.
 
Bu yazı daha önce, Doxa - mekân tasarım eleştiri dergisinin Ekim 2006 tarihli 3. sayısında, ss. 122-127’de yayınlanmıştı. (Norgunk Yayıncılık, İstanbul.)
 
Kaynakça
Branden, J., (1997), “John Cage and the Architecture of Silence”, October 81, Yaz 1997, S. 81,
Canetti, E., (1998), Kitle ve İktidar, Çev. Aygen, G., Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
De Landa, M., (2006), Çizgisel Olmayan Tarih, Çev. Kılıç, E., Metis Yayınları, İstanbul.
Deleuze, G., ve Guattari, F., (1993), Felsefe Nedir?, Çev. Ilgaz, T., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Deleuze, G., (1998), Foucault, Çev. Hand, S., Minnesota University Press, Minneapolis.
Deleuze, G., (2003), İki Konferans, Çev. Baker, U., Norgunk Yayıncılık, İstanbul.
Deleuze, G., (2003), The Fold, Çev. Conley, T., Continuum, Minnesota University Press.
Deleuze, G., ve Guattari, F., (2004), Capitalism and Schizophrenia 1: A Thousand Plateaus, Çev. Massumi, B., Continuum, New York.
Deleuze, G., ve Guattari, F., (2004), Capitalism and Schizophrenia 2: Anti-Oedipus, Çev. Hurley, R., Seem, M.,. Lane, H. R., Continuum, New York.
Deleuze, G., (2005), Spinoza Pratik Felsefe, Çev. Baker, U., Norgunk Yayıncılık, İstanbul.
Deleuze, G., (2006), Müzakereler, Çev. Uysal, İ., Norgunk Yayıncılık, İstanbul.
Foucault, M., (2000), Özne ve İktidar, Çev. Ergüden I. ve Akınhay, O., Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Kahn, F., (1997), “John Cage: Silence and Silencing”, The Musical Quarterly, Kış 1997, Cilt 81, S. 4, s. 556.
Le Corbusier, (1980), The Modulor 1 &2, Çev. Francia P. De, ve Bostock, A., Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts.
Lorraine, T., (1999), Irigaray and Deleuze, Experiments in Visceral Philosophy, Cornell University Press.
Said, E., (1995), Entelektüel, Sürgün, Marjinal, Yabancı, Çev. Birkan, T., Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Spinoza, B., (2004), Etika, Dost Yayınları, Çev. Ülken, H. Z., Ankara.
Wittgenstein, L., (2005), Felsefi Soruşturmalar, Çev. Kanıt, D., Totem Yayıncılık, İstanbul.
Wittgenstein, L., (2004), Felsefi Soruşturmalar, Çev. Barışcan, H., Metis Yayınları, İstanbul.
 


[1] Buchanan, I. ve Lambert, G., (2005), Deleuze and Space, Deleuze Connections, Edinburgh University Press, İngiltere. Dizinin diğer kitapları Deleuze düşüncesiyle ilişki içinde edebiyatı, geo-felsefeyi, müziği ve toplumsalı ele alıyor.
[2] Kitaptaki yazılar şöyle: Ian Buchanan ve Gregg Lambert, “Introduction” [Giriş], Ian Buchanan, “Space in the Age of Non-Place” [Yok-Yer Çağında Mekân], Paul E. Harris, “To See with the Mind and Think Through the Eye: Deleuze, Folding Architecture, and Simon Rodia’s Watts Towers” [Akıl ile Görmek ve Göz ile Düşünmek: Deleuze, Kıvrım Mimarlığı ve Simon Rodia’nın Watts Kuleleri], Hélene Frichot, “Stealing into Gilles Deleuze’s Baroque House” [Gilles Deleuze’ün Barok Evine Sızmak], Manuel De Landa, “Space: Extensive and Intensive, Actual and Virtual” [Mekân: Kapsamlı ve Yoğun, Hakiki ve Virtüel], John David Dewsbury ve Nigel Thrift, “Genesis Eternal: After Paul Klee” [Ebedi Yaradılış: Paul Klee’den Sonra], Gery Genosko ve Adam Bryx, “After Informatic Striation: The Resignification of Disc Numbers in Contemporary Inuit Popular Culture” [Enformatik Çizgilerin Düzeninden Sonra: Çağdaş Popüler Inuit Kültürde Disk Sayılarını Yeniden-Anlamlandırmak], Branka Arsic “Thinking Leaving” [Terk Etmeyi Düşünmek], Réda Bensmaia “On the ‘Spiritual Automaton’, Space and Time in Modern Cinema According to Gilles Deleuze” [‘Spiritüel Otomat’ Üzerine, Gilles Deleuze’e Göre Modern Sinemada Mekân ve Zaman], Tamsin Lorraine, “Ahab and Becoming-Whale: The Nomadic Subject in Smooth Space” [Ahab ve Balinalaşmak: Pürüzsüz Mekânda Gezgin Özne], Gregory Flaxman “Transcendental Aesthetics: Deleuze’s Philosophy of Space” [Aşkınsal Estetik: Deleuze’ün Mekân Felsefesi], Claire Colebrook, “The Space of Man: On the Specificity of Affect in Deleuze and Guattari” [İnsanoğlu’nun Mekânı: Deleuze ve Guattari’de Etkileme Kavramı’nın Özgüllüğü], Tom Conley, “The Desert Island” [Issız Ada], Gregg Lambert, “What the Earth Thinks” [Dünyanın Ne Düşündüğü].
[3] Deleuze, G., (2006), Müzakereler, Norgunk Yayıncılık, s. 14, İstanbul: “Ama bu devirde paçamı kurtarma biçimim, sanıyorum ki özellikle, felsefe tarihini bir tür sodomi ya da günahsız doğum –ki bu da aynı anlama gelir– olarak kavramaktır. Bir yazarın arkasına geçtiğimi ve kendisine ait olduğu halde canavarı andıran bir çocuk yaptırdığımı hayal ederdim.”
[4] Türkçede henüz minyatür derlemeler düzeyinde mevcut olan kitap, gerçekte 700 sayfaya yaklaşan hacme sahiptir. Kapitalizm ve Şizofreni, ilk cildi Anti-Ödip’le beraber, toplamda 1100 sayfayı aşar. Yakın zamanda yayınlanan, Manuel de Landa’nın Çizgisel Olmayan Tarih’i (Metis, 2006) bu yapıtın güncel bir türevi olarak okunabilir.
[5] Deleuze, G., (2003), The Fold. Leibniz and the Baroque, Çev. (Fr.) Conley, T., Athlone Contemporary European Thinkers, Continuum, New York.
[6] Cache, B., (1995), Earth Moves: Furnishing of Territories, MIT Press.
[7] Deleuze, G., (2003), The Fold. Leibniz and the Baroque, Çev. (Fr.) Conley, T., Athlone Contemporary European
Thinkers, Continuum, New York. 

Etiketler:
İstihdam