06/01/2012 | Yazar: Gün Zileli

Deniz’i nasıl tanımlarsın deseler, Bakunin için söylenen bir sözü onun için de söylerdim: Devrimin Fırtına Kuşu.

Deniz Gezmiş’in arkadaşıyım. Onunla ilgili anılarımı Yarılma (1954-1972)’da (İletişim Yayınları) anlatmıştım.
 
Deniz’i nasıl tanımlarsın deseler, Bakunin için söylenen bir sözü onun için de söylerdim: Devrimin Fırtına Kuşu.
 
Gerçekten fırtına gibi bir gençti. Gösterilerde, polisle çatışmalarda en öne fırlar, en önde dövüşürdü. Onda öyle bir önderlik gücü vardı ki, diğer gençlere de bulaşırdı cesareti. 1969 işgallerinde, Beyazıt meydanında çekilmiş bir fotoğraf vardır. ’68 gençliğinin fırtınası öyle bir esmiş ki, polisler coplarını, miğferlerini, kalkanlarını bırakıp kaçmışlar. İşte bu fırtınanın en başında yine Deniz Gezmiş vardı.
 
Bir fırtına gibi hızla esip geçti bu dünyadan.
 
Ama öyle çatık kaşlı, sekter tavırlı bir genç sanılmasın Deniz. Onda insana iyimserlik veren müthiş bir enerji vardı, güler yüzlüydü, şakacıydı. Sanki ait olmadığı bir dünyadaymış gibi uzun adımlarıyla, hoplayarak yürürdü.
 
O zamanki bütün devrimci gençler gibi okumayı, edebiyatı sevdiğini, onu daha yakından tanıyan arkadaşları hep söylerler. Elinden kitabı hiç eksik etmezmiş. Roman okumayı çok severmiş.
 
Deniz politikacı değildi. MDD’ci olmasına rağmen FKF ve Dev-Genç içindeki ideolojik çatışmalardan ve kongre oyunlarından daima uzak kaldı. Kendi çevresindeki dövüşçü gençlerden oluşan bir doğrudan eylem örgütü vardı: Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB). FKF içindeki, Sosyalist Devrimcilerle mücadelede bize, “siz yapın işte bir şeyler, eğer kongreyi kazanırsanız biz de örgüte katılırız” derdi.
 
Özel yaşamını bileceğim kadar yakın arkadaş değildik. Zaten ayrı şehirlerdeydik.
 
Bugün söz konusu olan tartışmaları okuduğumda şöyle bir düşündüm. Doğru, bizim kuşak esasen maço-erkek kültürünün etkisi altında yetişmiş bir kuşaktı. Homofobi bu kültürün ayrılmaz bir parçasıydı. Hiç idealleştirmeye gerek yok, muhtemelen Deniz de hepimiz gibi böyle bir homofobinin etkisi altındaydı. Daha sonraki yılları yaşayamadı ki, bu homofobinin kırıldığı kültürel değişikliklerden yararlansın ve kendini değiştirsin.
 
Ölen ya da idam edilen devrimcilerle ilgili sık sık spekülatif akıl yürütmeler yapılır. “Acaba yaşasaydı şimdi ne olurdu” diye sorulur. Yaşayan örneklere bakılarak, “falanca böyle olduğuna, bu hale geldiğine göre, neden o da böyle olmasın” denir. Ama elbette,  ister olumlu, ister olumsuz sonuçlara varılsın, bunların hepsi spekülasyondan başka bir şey değildir. Ölen ölmüştür. Onun ölümünü ilerilere taşıyarak herhangi bir tablo çizmek mümkün değildir ve zaten yanlış olur. En iyisi, onu yaşadığı sürece yaptıklarıyla hatırlamaktır.
 
Şimdi, Deniz Gezmiş’in, benim de tanıdığım bazı arkadaşları ve o dönemde hiçbir şekilde tanımadığım ağabeyi, Bülent Ersoy’un sözleri üzerine yalanlamalara girişmişler. Bozkurt Nuhoğlu (ki, Deniz’i ilk etkileyen 27 Mayıs gençlerindendir) çok daha sert biçimde, hatta faşistçe bir tehdit havasında, Mustafa Zülkadiroğlu (DÖP’den arkadaşı olurdu) biraz daha yumuşakça olsa da aynı yönde açıklamalarda bulunmuşlar. Bora Gezmiş ise, “gazoza ilaç da atmış mı” türünden, gerçekten utanç verici laflar etmiş.
 
Ne demiş Bülent Ersoy? Deniz’i tanıdığını, sevdiğini söylemiş. Hatta bir keresinde bana gazoz ısmarlamıştı, ben de ona şarkı söylemiştim demiş. İşte Nuhoğlu, Zülkadiroğlu ve Bora’nın hop oturup hop kalkmasına neden olan sözler bunlar. Oysa Bülent Ersoy, Deniz Gezmiş’i karalamamış, iftira atmamış, ona küfür etmemiş. Sadece sevdiği bir insana ilişkin, gerçek ya da muhayyel anılarından söz etmiş.
 
Nedir bu hiddet bu celal… Deniz Gezmiş öyle “aşağılık” yerlere gitmezmiş, öyle “rezil” insanlarla görüşmezmiş. Bence de Bülent Ersoy muhtemelen yanlış hatırlıyor. Belki Deniz Gezmiş’le Deniz adlı bir başka genci birbirine karıştırıyor. Bu mümkündür. O zaman bunu söylersin. Karıştırmış olabilirsiniz dersin. Ama o maço ağızlarla saldırı ne demek oluyor?
 
Bilmez misiniz ki, Deniz Gezmiş’e yakışmayacak olan, bir pavyona gitmiş, Bülent Ersoy adlı bir sanatçıya gazoz ısmarlamış olmak değil, onun bir zamanlar yakın arkadaşı ve kardeşi olmuş insanların böylesi Beyoğlu lağımı kokan ağızlarla kendi homofobilerini kusmalarıdır. Elbette bu tutumlar, eşcinsel düşmanlığı da dahil olmak üzere her türlü ayrımcılığa son verecek devrim davası için ölümün üzerine yürümüş Deniz gibi eşsiz bir devrimciyi bağlamaz ama onu yaralar, üzerdi.
Bülent Ersoy’u tanımam. Bazen televizyondan izlediğim olur. Yıllar önce bir TV programında, ordu yalakalığı yapan Ebru Gündeş’in karşısında nasıl dik durduğunu ve faili meçhullerin gırla gittiği o ortamda lafını hiç esirgemeden, “ben çocuğumu askere, yani ölüme göndermezdim” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Yürekli kadındır Bülent Ersoy.
 
Devrimin fırtına kuşu Deniz Gezmiş’de de, hani nasıl derler, mangal gibi yürek vardı. O mangal gibi yürek körüklerdi fırtınaları ve fırtınalar kor gibi tutuştururdu o mangal gibi yüreği.
 
Bugün mangalda kül bırakmayan arkadaşlarında ise artık bu mangalı kürekleyecek yürek de nefes de kalmamış, belli.

 


Etiketler:
nefret