22/11/2012 | Yazar: Erdal Partog

‘Hür bir insan hiçbir şeyi ölümden daha az düşünmez ve onun bilgeliği ölüm hakkında değil, hayat hakkında derin bir düşüncedir.’

Ölüm üzerine en az düşünen ölüm üzerine en az emek harcayan kişi Spinoza olmasına rağmen ölüm ve öldürme eylemini bu kadar yalın ve net anlatan başka bir filozof yoktur. Buna bağlı olarak onun ölüm üzerine düşüncesini öldürme eylemi ve idam bağlamında düşünmek ve günümüze uyarlamak oldukça heyecan vericidir.
 
Önerme LXVII
 
‘Hür bir insan hiçbir şeyi ölümden daha az düşünmez ve onun bilgeliği ölüm hakkında değil, hayat hakkında derin bir düşüncedir.’
 
Kanıtlama
 
‘Hür bir insan, yani yalnız aklın emrine göre yaşayan insan ölüm korkusuyla yöneltilmiş değildir, fakat doğrudan doğruya iyi olanı ister, yani asıl faydalının aranması ilkesine göre etki yapmak, işlemek, yaşamak, varlığını korumak ister; bundan dolayı, hiçbir şeyi ölümden daha az düşünmez, onun bilgeliği hayat hakkında bir derin düşüncedir.’
 
                                                                                              Spinoza, Etik, sf 249
 
Öldürmek eylemi insanlık tarihinde yaratıcı olmayan, yok edici bir eylem biçimidir. Bu anlamda öldürme eyleminin sonucunda iyi bir şey çıkmasını beklemek saflık olur. Öldürme eyleminin sonucunda ortaya çıkan şey sadece kötülüktür yani olumsuzluktur.
 
Kötülük canlı varlıkların yaşama gücünün sınırlandırılması ya da tamamen yok edilmesi anlamına gelir. Bundan dolayı öldürme eyleminin kendisi insanlık için kötü bir eylem biçimidir.
 
Ancak öldürme eylemi bu kadar olumsuz bir anlama sahip olmasına rağmen insanlar ya da devletler öldürme eyleminden vazgeçmiş değildir. Özellikle bazı modern devletler öldürme eylemini devlet adıyla gerçekleştirmeye devam ediyor. Üstelik bu öldürme eylemi kendisine bir devlet kurumu olan orduyu da yaratmış bulunuyor.
 
Devletler, ordunun meşru yolardan insanın canına kıymaya hakkı varmış gibi bakar. Bunun da arkasında, devletler insandan daha değerlidir inancı yatar. Devleti yaşatmak insanı yaşatmaktan daha önemli bir yere yerleşir. Hatta gerekirse devlet için ölmek de öldürmek de meşru bir pratik haline dönüşür.
 
Devlet dışında kalan kişiler ve kurumlar öldürme eylemini devlet gibi kullanma hakkını devlete karşı çoktan kaybetmiştir. Artık bu kişilerin ya da kurumların birilerini öldürmesi devletin hukuki yasal çerçevesinin çiğnenmesi anlamına gelecektir. Yani devlet dışında hiç kimse öldürmek eylemini gerçekleştirme hakkına sahip değildir. Bundan dolayı her kim birilerini öldürürse o kişi hemen hapse atılır ya da idam edilir.
 
İdam cezasını kaldıran birçok ülke savaş halinden de uzak duran bir ülke görünümündeyken özellikle Amerika gibi ülkeler her ikisini de elinde tutar. Amerika hem idamı hem de savaşı kullanan bir ülke olması ile ön plana çıkar. Bu anlamda öldürme eylemini vatandaşlarına ve diğer ülke vatandaşlarına karşı kullanmaktan çekinmeyen bir ülke ile karşı karşıya kalırız. Bu durum Amerika gibi devletlerin hala korku siyasetini canlı tuttuğunun bir göstergesini oluşturur.
 
Öldürme eylemi konusunda barışa dayalı bir etik anlayış geliştiremeyen devletler liberal ekonomiyi normalleştirdikleri gibi öldürme eylemini de normalleştirir. Öldürme eylemini devlet tekeline alan anlayış ekonomik eşitliği de kendi tekeline alıp bildiği gibi yorulmayıp uygular. Devletler sıradan vatandaşın öldürme eylemini suç sayarken kendi öldürme eylemini ve onun için kurulmuş olan kurumları meşrulaştırır.
 
Yani devletler öldürme eylemini bir öldürme ideolojisine dönüştürür. Aynı zamanda devletler yaşam için emek harcaması gerekirken öldürmek için emek harcarlar. Hangi insan ölümü hak ediyor sorusu için emek harcarlar. Bunun için silahlar ve toplar üretirler.
 
Burada öldürme ideolojisi için yapılan bütün hazırlıklar aslında demokratik olmayan bir toplumun zihin dünyasını yansıtır. Çünkü aklın insanın yaşamı üzerine kurulan olumlu değer için çaba sarf etmesi yerine insan yaşamının dışında kalan ölüm üzerine bir ideoloji yaratmayı seçmesi oldukça sorunludur.
 
Çünkü gerçekte öldürmek eylemi sadece insana ait olmasa da öldürme eyleminin dilsel anlamı bu trajedinin sadece insan denilen canlının icadı olduğunu gösterir. Bu icat ise bir kurmacadan başka bir şey değildir.
 
Bundan dolayı öldürme eylemi insanlık tarihine yazılan kara bir lekedir. Bu kara leke demokrasinin olmadığı bir ortamda toplumun bütününe yayılır. Öldürme bir meslek bir yasa haline dönüşür.
 
Devlet bu yolla öldürme eylemini kendi tekeline aldığı andan itibaren ölümlerin sayısı sıradan vatandaşın kendi aralarındaki öldürme eylemi sonucu gerçekleşen ölümlerden daha fazla olur. Bir anlamda devlet eliyle gerçekleşen savaşlarda ölen insanların sayısı öldürme eyleminin kurumsal bilançosunu oluşturur.
 
Böylesine bir öldürme mirasının doğamızın bir parçası olduğunu iddia edebilecek oldukça çok doğal hukukçuyu maalesef hala bulabiliriz. Onlar için ölüm de öldürme de insan doğasının bir parçasıdır. Güçlü olanın hayatta kalma mücadelesidir.
 
Ancak bu konudaki iddialarının sadece bir eylem değil aynı zamanda bir söylem olduğunu söylemek isteriz. Öyle ki öldürme konusundaki söylem bir süre sonra pratikte sivil kişiler arasında yaşanmasa da devlet nezdinde yaşatıldığını, sürdürüldüğünü görürüz.
 
Bu çetrefilli ama bir o kadar da üzerinde düşünülmeye değer olan öldürme eylemini sadece savaş yoluyla değil aynı zamanda idam cezası yoluyla kurumsallaştırmak isteyen ABD gibi devletler bu anlamda incelenmeye değer devletlerdir. Öldürme eylemi konusunda idam yoluyla kurumsallaşma talebinde bulunan Türkiye de bu örneklerden biri olma yolunda işaretler veriyor.
 
İdam cezası çağrısını yapan Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan bu çağrı ile aynı zamanda uzun yıllar savaş halini askıdan indirme niyetindedir. Devlete karşı gelen birini nasıl cezalandırırım, hatta bu insanı hangi durumda idam edebilirim diye düşünmeyi, bunun için mesai harcamayı önemli buluyor.
 
Birilerini hangi hallerde öldürürüm diye düşünmek ve onu uygulamak insanlık tarihine geçen olumlu bir değeri değil olumsuz bir değeri yansıtır ki siyasilerin öldürme eylemi konusunda bir daha düşünmesi gerekir. Çünkü öldürme eyleminin ideolojisini demokratik bir çabanın değil anti demokratik bir tutumun sonucu olduğunu görmek gerekir.
Akis halde hem kişiler hem de devlet, yaşama hakkını düzenlemek yerine kafayı öldürme eylemine takmış görünür. Bir insanı yaşatmak çabası için emek harcamanın yerine nasıl öldürürüm üzerine düşünmenin hür aklın değil olsa olsa hür olmayan duygusal aklın tezahürü olarak okunabilir.
 
Bu anlamda siyaset ve siyasetçinin iyi, doğru ve adil kararlar vermesinin yolu da öldürme eylemi ideolojisine destek vermekten değil öldürme ideolojisini ortadan kaldırmaktan geçtiğini görmek gerekir.  Mutlu bir toplum yaratmak ölüm üzerine kurulan bir emekten değil yaşama ve yaşatma üzerine kurulan bir emek sürecinden geçer.
 

Etiketler:
İstihdam