13/08/2013 | Yazar: Emre Korlu

68’li kuşağa ait olmasak bile, bu yıllara o dönemi taşıyanlardık çünkü uzun yıllar olmuştu direnmeyeli ve iktidara derimizin ne kadar da kalın olduğunu göstermeyeli...

Korksaydık ölümden leblebi tozu yemezdik; nasıl bir neslin çocuklarıydık biz bilemezsiniz. En kıyak Ahmet Kaya şarkılarını hep bir ağızdan söylerdik. Uydurma televizyon dizilerini rafa kaldıracak cinsten hayat hikâyelerimiz olurdu ve mutlaka babalarımızın gençliğinden kalma Yılmaz Güney resimlerimiz...
 
Hüseyin İnan’ın lastik ayakkabıları gibi ayakkabılar giyerdik ayağımıza ve üzerimizdeki kazaklarımız idamımızdan hemen sonra bedenimizden kesilip alınmayı bekleyecek cinstendi. Sapandan tırsmazdık ki bu ülkenin boynu tasmalı polislerinin üzerimize attığı biber gazlarından çekinelim. Biz hep küçük ölüm sebeplerinden kurtulan çocuklardık; büyük adamların(!) çelmelerine aldırmazdık.
 
Tıpkı Deniz’ler gibi biz de öldürüldük ama tek bir farkla, idam ipini bile asmaya tenezzül etmeden saçma sapan soytarıların önüne yem diye atıp bizi, masum ayaklarına kafamızda biber gazı kapsülü patlattılar. Zira bu kez de yitmekten kaçmadık.
Hiçbir oyuna mızıkçılık katmayan, yüzü kömür kokulu çocuklardık biz. Elimizdekileri parasız dağıtan...
 
***
 
Yani 68’li kuşağa ait olmasak bile, bu yıllara o dönemi taşıyanlardık çünkü uzun yıllar olmuştu direnmeyeli ve iktidara derimizin ne kadar da kalın olduğunu göstermeyeli...
Bir yerden başlamak gerekiyor dedik ağaçtan başladık..
Daha sonraları bir hayvanın dilsiz çığlığına kulak verdik; bir çocuğun o kargaşada, o duman karmaşasının içinde yok oluşuna; yakınlarından uzak düşüşüne kayboluşuna tanık olduk.
Meclis kürsüsünde ahkâm kesenleri dinlemekten ve onlara köpürmekten daha fazlasını yapmalıyız deyip, düştük yollara...
Elbette ki Deniz’ler gibi...
Özgürlük aşkıyla...
 
***
 
İsmail’i ve yitirdiğimiz diğerlerini 1967 yılında katledilen Che’ye benzetiyorum şimdi. Nasıl da habersizlerdi kendini bilmez eli sopalı insanlar tarafından öldürüleceklerinden çünkü onlar da tahmin edememişti birilerinin bu kadar katil olabileceğini...
Ağaç kıyımıyla başlayıp, insan kıyımına sebebiyet verebileceğini...
Siz bakmayın salon erkeği cümleler kurduğuma, bu tamamen bugün için söylenmesi gereken küfürlere bir alışma dönemidir.
Hatırlama dönemidir geçmişi...
İç yakarışımdır; güpegündüz 1789... 1848... 1871 ve daha nicesine adanan...
 
***
 
Gökkuşağını gaz bulutunun orada gördüm.
Trans kadınlar dışarıda kalanlara evlerinin kapılarını açıyorlardı.
Artık renk ayrımının hiçbir önemi yoktu. Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda ve insan yüreği değen direniş kokan meydanlarda, düzenlenen forumlarda LGBT’lere ses olan direnişçilerin ağzından aynı anda çıkıyordu; özgürlüğün teferruatsız sadeliği...
 
Kardeş olduğunu anımsamıştı insanlık!
 “Gezi olayları” adı altında tarihin sayfalarında yerini bulacaktı her renge dâhil bu görsel şölen...
Bu mücadele, bu uğruna ter akıtılan direniş...
 
Şunu söylemeden nasıl susabilirim? Savaş yaptığımızı söyleyenler yanılıyor. Özgürlük için mücadele verirken silaha dokunmadı elimiz ve yaslanmadık hükümet gibi, insanı zehirleyici tahrik unsurlarının gölgesine...
Yaşama isteğiyle koşarken o sokaklarda ve polisin orantısız kuvvetine karşı direnirken, bizlere bir yerlerden yardım geldiğini söyleyenlerin aksine ceplerimizde yalnızca, Hüseyin İnan’ın üzerindeki kadar para vardı; 19 lira 35 kuruş. 

Etiketler:
İstihdam