24/07/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek
insan dönüp baktığında, didem’e ve kendine, daha sonraları daha çok kendine ama içten içe didem’e, yazdıklarına, gidip üstünde yemek pişen ocakta sigara yakmak istiyor. yakıyor da.
"yeniden doğmuş olurdum oysa, öldüğümü sandıklarında, yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak."
bugün üç kez günaydın dedim. ikisi gitmesi gereken yere ulaştı, biri didem içindi, içten içten söylenildi. en çok didem’e günaydın bugün. kendisi özlenendir bu garip coğrafyasında bütün özlemlerin eksik bütünlüğüne rağmen.
bugün didem’i kaybedişimizin üçüncü yılı gibi beylik cümleler kurup, toprağı bol olsun ne güzel şairdi demek yerine buzluktan enginar çıkartıp anısına "süper enginar" pişirmeyi yeğlerim. hatırlıyorum bugünü, üç yıl önce, hayatımda bir daha üç yıl görmeyeceğim bir kadına sıkıca sarılmış ve eve gelip didem’in ölüm haberini okumuştum. haber sitelerinde "şair didem madak’ı kaybettik" diye büyük puntolarla bir fotoğrafını kullanmışlardı. yatağa yatıp kahverengi çaydanlığım olmadığı için üzüldüm biraz, didem öldüğü için değil. bu haberin üzerine kahverengi bi çaydanlıkta çay demleyip ülkenin bütün içli ve bu içi dışında kadınlarına dağıtmak istedim. lakin olmadı. bir ölünün arkasından neden ağlanır diye düşündüm, sonra bu ağlayışın ölümle alakadar değil insanla alakadar olduğunu hatırladım, birini bir daha görmeyecek olmanın değil bir daha hiç göremeyecek olmanın beyaz küf -tersten yağan kar- kokusu sardı odamı. halbuki sonuca bakılırsa, ikisinde de görmeme vardı. olsundu. kesinlikler her zaman biraz daha acıtıcı oluyor sanırım insan hayatında ne kadar belirsizlik karşıtı gibi gözükse de kesinliklerin o keskinliğine dayanma güçlüğü çekiyor ve "hiç" ve "asla" ve "katiyen" ve maalesef "ölüm olsa bile" gibi kelime öbekleri sarf edip bahçesindeki gülleri çitliyor. çitler çatlamazmış, kimseler çitten atlamazmış gibi, o çitleri insan kendi elleriyle kırıp benzin döküp yakmazmış gibi.

insan dönüp baktığında, didem’e ve kendine, daha sonraları daha çok kendine ama içten içe didem’e, yazdıklarına, gidip üstünde yemek pişen ocakta sigara yakmak istiyor. yakıyor da. kendini bir balkonda sigarasını içerken, balkon yıkarken yakalayabiliyor. balkon yıkarken birden kendini bırakıp gürül gürül ağlayabiliyor da. evimin her yerinde didem’in anısı var gibi hissediyorum bazen. en çok fesleğenim öldüğünde hissettim bunu. en çok, gölgesine razı olamamış fesleğenlerin acısını taşıdım. bu yüzdendir bazen içimden didem’le konuşur ona bu dünyanın bizim ah’ımız olduğunu ve son pişirdiğim yemeğin biraz tuzlu olduğunu söylerim. basit yaşıyorum artık didem derim. basit yaşıyor, öğle kahvesi pişiriyor, iki ekmek bi uzun ikibinbir ya da maltepe’li telefon konuşmalarının izlerine sarılıyor, basit yaşıyor ama hâlâ basit düşünemiyor, bu basitliğin anlamını da bilmeden kullanıyor, çokça kendimi dalgınlığımda boğulurken aslında denizde olmadığımı fark ederek kendime geliyor olduğumu belirtirim. didem, biz seni kaybetmedik haber siteleri aklını kaçırmış olmalı derim. seni kaybeden olsa olsa tırnaklarımızla düzeltemediğimiz yazgılarımız, çokomel kağıtlarımızdır.
senin o güzel anınadır, ölen fesleğenimi bahçeme gömdüğümde, çünkü bitkiler de gömülmelidir elbet bir japon balığından eksiği var mıdır fesleğenin?, onun bi Âhlar Ağacı olarak yeniden çıkacağına inandım. seni kaybetmeyişimin, seni tekrar tekrar kendimde buluşumun üçüncü yılı için, ÂH!
huzurla uyu, salınarak âh’larından.
Etiketler: