03/01/2016 | Yazar: Cihan Dağ

Surun bir yanında çatışma oluyor, diğer yanında iskemle üzerinde çay eşliğinde bu durum nereye varacak diye konuşuyor insanlar.

Surun bir yanında çatışma oluyor, diğer yanında iskemle üzerinde çay eşliğinde bu durum nereye varacak diye konuşuyor insanlar.

Dün Sur’daydık...

Sur’da tek bir cadde açık, o koca cadde üzerinde sadece bir kaç dükkân. Gerçi her yan polis ablukası altında. İnsanlar ayakkabı dükkânına gitmek için bile aranıyorlar. Her köşe tutulmuş. Camiler karakol gibi işliyor. Cami duvarlarının etrafı kum torbaları ile dolu.

Fotoğraf çekemiyoruz, zaten çektirmiyorlar. Her yan polis arabaları, polis bariyerleri, panzerler, akrepler, TOMA’larla dolu. Bir seyyar tezgâha durumlar ne dedim, gözleri fal taşı gibi büyüdü ve sus işareti yaparak yan taraftaki sivilleri gösterdi. Yani bu basit soru bile çok tehlikeli burada.

Sürekli silah sesleri geliyor. Bir kaç sokak öteden dumanlar yükseliyor. Çok ilginçtir, çocuklar direnişçilerin silahlarının seslerini tanıyor ve o sesi duyduklarında zılgıt ve slogan atıyorlar. Yani bizimkiler vurdu diyorlar.

Surun bir yanında çatışma oluyor, diğer yanında iskemle üzerinde çay eşliğinde bu durum nereye varacak diye konuşuyor insanlar. Esnaf endişeli bakışlarla yükselen dumanı seyrediyor. Diyarbakır'ın endemik kuşlarından olan helikopterler sürekli havada zaten.

60 binlik nüfustan sadece 2 bin sivil kalmış. İçeride yaralı ve yeni doğum yapan kadınlar olduğunu söylüyor doktorlar. Aşısı yapılması gereken, aç, sersefil çocuklar...

Şunu da belirtmek gerek: Diyarbakır'a bir turist gelse göreceği hiç bir şey yok. Çünkü Diyarbakır tarihinin asli unsurları bir bir yok ediliyor. Tarihi konaklar ve eserler topla tüfekle yok edilmiş. Cahit Sıtkı Tarancı ve Ahmet Arif'in evleri korunuyormuş sadede.

Bir de Diyarbakır ikiye bölünmüş gibi. Surun içi ve dışı… Bölgede herkesin dilinden düşmeyen bir cümle var: Diyarbakır’ı mahvettiler. Gerçekten de öyle. Sadece fiziksel bir saldırı yok. Diyarbakır’ın ruhuna da ciddi saldırı var. Sülüklü Han, Dört Ayaklı Minare, Kurşunlu Cami, kiliseler, surlar… Diyarbakır’ın ruhunu besleyen şeyler ciddi bir abluka altında.

Hevsel bahçelerini, UNESCO'nun Dünya tarih mirası olarak kabul ettiği surları gezmek bir yana dursun, yerini sormak bile yasak sanki. Surların hemen yanında bir tabela dikkatimi çekti. “Dikkat! Sur dibine yaklaşmayın, taş düşebilir!” yazıyordu üzerinde. Ne ironi ama… Surun içinde top atışlarıyla insanların evlerini başlarına yıkan, evlerini delik deşik eden, öldüren devlet… Surun dışında ise düşecek taştan dahi vatandaşı korumaya çalışan bir tabela…

Velhasıl bunlar sadece çatışmanın kıyısından görebildiğim şeyler. İçini tahmin etmek hiç de güç değil.

Bodrum'dan Diyarbakır'a barış için yürüyüş yapan ekibe polis saldırmıştı. İçlerinden bazıları gözaltına alınmıştı. Gözaltı süreleri uzatıldı. Arkadaşlarından aldığım bilgiye göre darp edilmemişler ama kıyafet ihtiyaçları için bile gün boyu direttikten sonra karşılamalarına izin vermiş polis. (Editör notu: Diyarbakır'da dört gündür gözaltında olan #‎BarışaYürüyorum grubundan 5 kişi dahil 23 kişi serbest bırakıldı. Bir kişi tutuklandı.)

Aralarında hekimlerin de bulunduğu toplam 30 kişi gözaltında. Diyarbakır Belediyesi önünde ateş yakıp etrafında toplanan sağlık personelleri (Amed Sağlık Platformu, SES Diyarbakır Şubesi...) de eylemini sürdürüyor. Belediyenin karşısında ki Diyarbakır Barosu ise Tahir Elçi için Kürtçe ve Türkçe “Seni Unutmayacağız”  pankartı asmıştı duvarına. Ne çok ölüyoruz diye geçirdim içimden ister istemez.

Dün aceleyle bunları yazarken hâlâ silah sesleri geliyordu. Diyarbakır direnenler, direnirken ölenler, ölenlerin yasını tutanlar ve onların mücadelesini yaşatanların şehri olmaya devam ediyor.

Peki, Türkiye ne yapıyor?

Fotoğraflar: Cihan Dağ / Kaos GL


Etiketler:
nefret