23/01/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Her ne kadar ‘Hrant Dink bir dosya değildir, kapatılamaz,’ dense de Dink cinayeti referandumla ‘dönüştürülmüş’ yargının eşsiz marifetleriyle temyiz sürecine kadar geldi.

Her ne kadar “Hrant Dink bir dosya değildir, kapatılamaz,” dense de Dink cinayeti referandumla ‘dönüştürülmüş’ yargının eşsiz marifetleriyle temyiz sürecine kadar geldi. Mahkemenin verdiği kararla 24 Ocaktaki vahim tahliye hâli engellenmiş olsa da, daha büyük bir vahametle, olayın öncesi ve sonrasındaki ihmal süreçlerinin tüm aktörleri ceza almaksızın yırtmış sayılırlar. Bugün yürüyen tartışmalardaki “Ergenekon mu yaptı yoksa cemaat mi yaptı?” sorusuna yönelik tüm cevaplar da bu iki seçenekten ‘biri’ne yoğunlaşanlar için fazlasıyla aldatıcıdır. Dink cinayeti ‘anlık bir olay’ değil, bir devlet operasyonudur. Kafes’i ve Balyoz’u yaratan devletten, Cemil Çiçek’i el üstünde tutan AKP’ye, oradan Muammer Güler’e, suç şebekesi Fethullah Gülen ‘şebekesi’ ya da Ergenekon ‘şebekesi’ ile sınırlanamayacak kadar büyüktür.
 
Her şeyden önce, “Hrant Dink bir dosya değildir, bir yaradır,” cümlesinin arkasına bir mantık oturtulmadığı sürece anlamsız olacağını söyleyerek başlamalıyız. Dink cinayeti, öyle ya da böyle, Türkiye tarihinin 21. yüzyılda tanık olmakta olduğu ‘politik’ yargılamalardan birine eser oluyor, aradaki tek fark mağdurun bu kez şikayetçi makamında olması. Zaten mesele de burada düğümleniyor. Hem hukuken, hem olay bakımından mağduriyet söz konusu olduğunda devletin eli ayağı birbirine bağlanıyor. Suçlu ‘iyi çocuklar’ olunca, çakmaktan örgüt materyali yaratan ‘yeni’ yargı, eski yargıyı aratmayan kararlarını sürdürürken, Dink Davası’nda Kemalist ve neocon yargıların karşılıklı olarak aynı basiretsizlikle sonuç vereceği ortada.
 
Olayın öncesi
Hrant Dink cinayetinin ‘tetikleyici’ unsurlarına gelelim:
 
- Kemal Kerinçsiz ve İşçi Partisi’nden arkadaşları (ideolojik uyuşmanın yarattığı sonsuz konsensüs) zaten konferanslardan, bildirilerden ve her cümlelerinden belli olduğu üzere ‘soykırım’ konusunda Hrant Dink, Baskın Oran, Perihan Mağden gibi isimleri ‘zararlı özne’ olarak tanıtan ekiptenler. Suça teşvikteki ‘bağları’ ortada; dahası üşüyen adam Muhsin Yazıcıoğlu da (katillerle fotoğrafları boy boydu) bu ekibin sadık bir dostu. Temel anlamda dava arkadaşı bile sayılırlar.
 
- Genelkurmay Başkanlığı Sabiha Gökçen’in Ermeni olmasına dair haberi eleştiren sert bir bildiri yayınlıyor. (İlgili zaman diliminde orduya duyulan güven oranı gözden kaçmasın.) Üstelik açıklama metninde aynen şu ifadeler yer alıyor:
 
Yüce Atatürk, Türk Milletini “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir” şeklinde tanımlamıştır. Atatürk Milliyetçiliği görüldüğü gibi etnik ve dini temellere dayanmamaktadır. Anayasamızın 66 ncı maddesinde de Türk vatandaşlığı “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” şeklinde ifade edilmektedir.
 
Dönemin Genelkurmay Başkanı, suça teşvik yahut herhangi bir meseleden ötürü sorgulanmıyor. Bildirinin altında kimin imzası olduğuna dikkat edilmiyor.
 
- Ertuğrul Özkök ise TSK-Daily-News’den (Hürriyet) meseleye müdahil olurken, sakallarında faşizm rüzgarını dindiren Emin Çölaşan da dalgaya el veriyor.
 
- Muammer Güler makamdan gazetecileri ‘uyarma’, Celalettin Cerrah olaylara göz yumma gibi suçlarla Dink cinayetine dahil olan diğer isimler. Her iki ismin de AKP tarafından sonrasında ‘ödüllendirildikleri’ (vekillik vs.) -Cerrah’a biraz ceza da var- göz önüne alındığında,  AKP bu ikilinin sırt okşayıcısı olarak sürece burada dâhil oluyor. Cemil Çiçek ise zurnanın zırt dediği yer olarak cinayetin başından sonuna ‘hukuki meşruiyetini’ sağlayan devlet suratlı adam olarak zaten orada duruyor. Her ne kadar Hrant’ın bazı arkadaşları “Cemil Çiçek’e rağmen AKP iyi şeyler yapmıştır,” deseler de bu gerçek ortada.
 
- Suçlulardan birinin açıkça emniyetin muhbiri olduğu düşünüldüğünde, Fethullah Gülen‘in emniyet teşkilatının ve olayla ilgili bilgisine de başvurulan Jandarma‘nın da olaya dâhil olduğunu bilmeyen yok. Keza Türk Bayrağı bile, en büyük terör örgütü olarak devlet adına, Ogün Samast’ın ‘o güzel’ hatırası biçiminde beyinlerimize işlenmişti.
 
Cinayeti devlet üstlendi, peki ya hükümet?
Özgür Gündem gazetesi olayları sürmanşetten duyururken şu başlığı tercih etmiş: “Cinayeti devlet üstlendi.” Bu kesinlikle doğru bir bakış açısı; yalnız son yıllarda Türkiye’de liberallerce keskinleştirilen devlet hükümet demek değildir algısına hizmet edebilmesi bakımından tehlikeli.
 
Markar Esayan Taraf’ta yazdı. “Başbakan keşke ilk gün söz verip beklentiyi yükseltmeseydi,” demiş bulundu. Bu noktada Markar Esayan’ın haksız olduğunu kim söyleyebilir? Evet; başbakan ‘liberallerin’ hâlâ medet umduğu biri olarak söyledikleri çok önemli; ancak döneminde siyasi cinayet işlenmiş ve üst düzey bir yöneticisi (Cemil Çiçek) cinayetin azmettiricisi olarak yargılanabilecek (burjuva hukukuna göre abartı olabilir, bizim adaletimizde değil) kadar olayı meşrulaştırmış bir partiye güvenmek tam da bizim liberallerimize yakışırdı.
 
Vardığımız nokta şu:
AKP’nin yeni hukuku, liberallere umdukları yahut vaat edilen sonucu vermedi. Beklenen sonuç gelmeyince de taraflar enseleri karartarak evlerine döndüler. Dün o kalabalıkta yürürken TKP de dahil birçok siyasal aktörün orada olduğunu fark ettim. Herkes cinayetle ilgili farklı şeyler düşünüyordu; ama en taze siyasi cinayetlerimizden biri için oradaydık.
 
Bir rahibin ölümü ya da Zirve kitabevinin baskını karşısında gösteremediğimiz ‘birliği’ Hrant Dink konusunda göstermemizin temel sebebi bu davanın devletçe de ‘siyasi’ bir argüman üzerinden sürdürülmesi oldu. Bu bağlamda bugün karşımızda olan tabloya baktığımızda hiç de ‘olumlu’ şeyler söyleyemiyoruz.
 
‘Ergenekon’dan kastedilen her ne olursa olsun bunun Faşist bir yapılanma olduğu ortadadır. Ergenekon ‘kapsamında’ yahut ona ‘yancı’ olan davalarda gözaltına alınan herkes ‘zanlıdır’ dersek Nedim Şener dahi sanık konumuna düşer ki burada komedi başlar; ancak şu da kesin ki Ergenekon yahut TÜRK ulusalcılığı ve derin devlet bu cinayette tetiği çeken kliğin harekete geçme sebebini ortaya çıkaran, bu nefret ortamını gazeteleriyle yayan bir alandır.
 
Öte yanda duran, ihmal cephesi ise siyasi bir dava olarak Dink Cinayeti’nin sonuca ermemesi için elinden geleni yapan, Dink cinayetinin ‘yek’ siyasi dava gibi gösterilmesinde de açıkça emeği olan cemaat ve AKP’dir ki, bu iki güç yalnızca bu cinayetin işlenmesindeki ihmalleri değil, cinayet işlendikten sonraki yargı sürecindeki ihmalleri gerekçesiyle suçludur.
 
Bu bağlamda “Hrant Dink davası bir dosya değildir,” evet; ama devlet ve hükümet birbirine içkinleşmiş iki mekanizma olarak faşist gençlerin eliyle işlenmiş bir cinayete neden olmuş, ardından da failleri kollarıyla sarmıştır.
 
Türk hukuku ise ‘özel yetkili mahkemeler’in aslen ‘devletin’ mağdur rolüne yattığı davalar için kurulduğunu kanıtlamış, örgüt ve terör gibi kavramlardaki basiretsizliğini gözler önüne sermiştir.
 
Baskın Oran referandumdan önce Yetmez Ama Evet panelindeki video mesajında (Muammer Karaca Sahnesi’nde) şunu söylemişti: “Evet demezsek AKP bize ölüm döşeğinde su vermez.” Bugün AKP belki liberallere su vermektedir; ama o suya Hrant’ın kanı karışmıştır.

Etiketler:
İstihdam