15/06/2012 | Yazar: Erdal Partog

Bu yasaları yapan milletvekillerinin siyasi anlamda ne kadar muhafazakâr bir dünyaya sahip olduklarının altını çizmek gerekir.

Yargıtay 14.ceza dairesi sanık S.K Fatih 1.Sulh Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sonucunda 6 aydan 3 yıla kadar hapis öngören TCK’nın (Türk Ceza Kanunu) 226/2 maddesindeki ‘müstehcen içerikli CD satmak’ suçundan mahkûm edildi. Kararda sanığın satışa sunduğu ileri sürülen CD’lerde ‘doğal olmayan anal ve oral yollardan yapılan cinsel davranışlara ilişkin görüntülerin’ yer aldığına vurgu yapıldı. Yargıtay anal ve oral ilişkinin ‘doğal’ olmamasını gerekçe göstererek sanığa 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezasını öngören 226/4. maddesinden ceza verilmesi gerekçesi ile yerel mahkeme kararını bozdu.
 
Bu karar Türk Ceza Kanunu’nun yedinci bölümü olan ‘genel ahlaka aykırı suçlar’ altında düzenlenen ‘müstehcenlik’ maddesine dayandırılarak verildi. Bu kararda ‘doğal olmayan ilişki’ karara esas gösterildi. Ancak daha bu alt maddeye gelmeden önce zaten bu bölümün genel adı olan ‘genel ahlaka aykırı suçlar’ ibaresindeki ‘genel ahlak’ın zaten hukuki olarak oldukça sorunlu olduğu oldukça açık.
 
Zaten bu konuda yeni Türk Ceza Kanunu yazılarken LGBT örgütleri ve Kadın örgütleri bu ‘genel ahlak’ ve ‘doğal ilişki’ gibi muğlâk kavramların yer almasının sakıncalarını dile getiriyordu. Bununla beraber yine Türk Ceza Kanunu’nda ‘adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi’ madde 3/2’ye  ‘cinsel yönelim’ ve ‘cinsiyet kimliği’ ibarelerinin eklenmesini teklif ediyordu. Ancak taslak metinde ‘cinsel yönelim’ ifadesi yer alırken son anda AKP’liler tarafından bu ibare çıkarıldı.
 
Dönemin hükümeti olan AKP elinin tersi ile bu teklifi reddetti. LGBT bireyler görmezden gelindi. Hatta o dönem Cemil Çiçek ‘adalet ve kanun önünde eşitlik’ ilkesini düzenleyen maddeye ‘cinsel yönelim’ ve ‘cinsiyet kimliği’ ibarelerinin eklenmesine gerek olmadığını, zaten bu maddenin bunları içerdiğini dile getirdi. LGBT örgütlerinin ısrarlı karşı çıkışlarına rağmen AKP bildiği yoldan şaşmadı.
 
Ancak zaman AKP’yi değil LGBT örgütlerini haklı çıkardı. Çünkü az önce yukarıda alıntısını yaptığım haber 2012 yılında vuku buldu. Yargıtay ‘müstehcenlik’ maddesinde yer alan doğal olmayan ilişki içinde anal ve oral seksi değerlendirmiş oldu. Yani eşcinsel ilişki içeren her şey yasaklanmış oldu. Yargıtay bu yasağa 226/2’yi gerekçe gösterdi.
 
Madde 226/2: ‘Şiddet kullanarak, hayvanlarla, ölmüş insan bedeni üzerinde veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlara ilişkin yazı, ses, veya görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye sokan, satışa arz eden, satan, nakleden, depolayan, başkalarının kullanımına sunan veya bulunduran kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.’
 
Bu bölümde geçen ‘doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlar’ ı Yargıtay LGBT bireyler aleyhinde kullanmaktan çekinmediğini gösterdi. Bu karar ile hukukun özgürlükçü olmayan, bilakis insan hak ve özgürlüklerini sınırlayan bir yolda yürüdüğünü gösterdi. Yasalarda bu tip muğlak ifadelerin sürekli eşcinseller aleyhinde kullanılması, hakim doğal hukuk anlayışının hala cinsellik üzerinden korunduğunu da gösterdi.
 
Çünkü doğal hukukçular çözemedikleri sorunları sürekli insan fıtratına havale ederler. Bu konuda işin öznelerini dinlemek istemezler. Hal böyle olunca hukuk ve özgürlükler arasında da gerilim başlamış olur. Doğal hukukçuların insan fıtratına özellikle cinsellik konusunda sık sık başvurması cinselliğin hala en az konuşulan bir konu olduğunu gösteriyor.
 
Tabii ki bunun arkasında pratik bir seks hayatından çok teorik bir yan olduğunu görmek gerekir. Çünkü hâkimlerin cinsel ilişkiyi sadece çocuk doğurmak için yapılan bir şeye indirgemeye kalkması, kendi özel yaşamlarında bu yasaya uydukları anlamına gelmiyor. Daha çok hâkimlerin ilahi yasanın etkisi altında kaldıklarını yani hukuku, yaşamdan kopuk bir şey olarak düşündüklerini ispatlıyor.
 
Çünkü bizim hâkimlerimiz doğal hukuk ve pozitif hukuk ayrımının da farkında değiller. İki hukuk arasındaki farkın ne olduğunu hiç düşünmediklerini, hatta bu konuları felsefi olarak tartışmadıklarını bile iddia edebiliriz. Çünkü hâkimlerin cinsellik konusunda sürekli özgürlükleri kısıtlayıcı kararlara imza atmaları bunun böyle olduğunu ispatlar niteliktedir.
Tabii ki burada sadece hâkimleri suçlamak onların hukuk bilgilerinin ne kadar doğal hukukçu olduğunu ileri sürmek yeterli değildir. Daha da önemlisi bu yasaları yapan milletvekillerinin siyasi anlamda ne kadar muhafazakâr bir dünyaya sahip olduklarının da altını çizmek gerekir.
 
AKP hükümeti döneminde kaleme alanın TCK’nın özellikle eşcinsel örgütlerini hiç tatmin etmediğini daha önce de belirtmiştik. Ancak siyasilerin bu açık kaygıyı görmezden gelmesi bugün de yeni anayasa yapılırken aynı şekilde davranılması LGBT bireyleri ya da cinsel özgürlük yanlılarını endişelendirmektedir.
 
Çünkü LGBT örgütlerinin son on yılda hukuki olarak önerdikleri her şey bugüne kadar kanun yapıcılar tarafından dikkate alınmadı. Doğal hukuk yanlısı AKP kurmaylarının yeni anayasa yapım sürecinde ‘cinsel yönelim’ ve ‘cinsiyet kimliği’ ibarelerini yeni anayasaya koymaya hevesli olmadıklarını biliyoruz. Hem AKP siyaseti anlamında hem de hukuk kurumları anlamında doğal hukukun eşcinseller ya da cinsel özgürlük yanlıları aleyhinde ne kadar açık kullanıldığını da biliyoruz.
Bu doğal hukuk bekçileri, doğal cinsel ilişkinin sadece çocuk doğurmak için olması gerektiğini bunun dışındaki bir ilişkinin ise doğal olmadığını savunacak kadar kendinden eminler. Bu yüzden sadece çocuk doğurmaya endeksli bir cinsellik rejimini siyasi ve hukuki olarak kurmaya çalışmak ileri demokrasinin işi değil olsa olsa teokratik ya da totaliter rejimlerin işi olur.
 

Etiketler:
nefret